Müslümanları küfürden ayıran en belirgin özelliklerinden biri, kalplerinde olduğu gibi, dillerinde de sürekli, dünyada herkesten çok sevdikleri ‘Rabbimiz’in adının’ olmasıdır. İman edenler her şeyi yaratan, insanlara, olaylara hükmeden tek ve sonsuz gücün yalnızca Allah olduğunu bilirler. Ve Allah dilemeden insanların, lehlerinde ya da aleyhlerinde hiçbir şeye güç yetiremeyeceklerinin, Allah’ın dilediğine rızkını ve lütfunu genişletip dilediğine de daraltacağının bilincindedirler. Dolayısıyla Müslümanlar hayatları boyunca yaşadıkları her an, her şeyi Allah’tan isterler.
Bir sıkıntıya düştüklerinde yardımın ancak Allah’ın takdiriyle olacağını bilip Allah’a sığınır, yalnızca O’ndan yardım dilerler. Bir istekleri olduğunda bunu gerçekleştirecek olanın yalnızca Rabbimiz olduğunu bilerek O’na dua ederler. Güzel bir nimetle karşılaştıklarında da yine bunun kendilerine Allah’ın lütfuyla isabet ettiğini bilerek Allah’a şükrederler. Bir kötülükten korunduklarında, bir felaketten kurtulduklarında da, bunun da yine Allah’ın kendilerine olan sevgisinden, Allah’ın bir nimeti olarak yaratıldığını bilerek Allah’a hamd ederler.
İşte Müslümanlardaki bu derin ‘Allah sevgisi’ münafıklarda yoktur. Kalplerinde bu sevgi olmadığı için, dillerinde de ‘Allah’ın zikri’ yoktur. Onlar Allah’ın dünyadaki tek ve sonsuz gücün sahibi olduğuna da inanmazlar (Allah’ı tenzih ederiz). Dünyadaki derin devlet yapılanmalarını, şeytani odakları, kendileri gibi münafık topluluklarını ve tabi ki bir de kendilerini, -Allah’ı tenzih ederiz- haşa Allah’tan çok daha ‘güçlü ve yenilmez’ olarak görürler. Bu nedenle de, başlarına gelen iyiliklere, kendilerinin ya da bu derin güçlerin vesile olduğunu düşünür, yaşadıkları kötü olayların da yine bu güçlere yeteri kadar sığınamamış olmalarından kaynaklandığına inanırlar. İşte bu çarpık bakış açısı nedeniyle de münafık, başına gelen güzel şeyler, sahip olduğu nimetler, yaşadığı hayırlı olaylar sebebiyle Allah’a şükretmez. Müslümanların yanında münafığın en dikkat çeken yönlerinden biri de zaten budur. “Elhamdülillah”, “Allah’a şükürler olsun”, “Allah’a hamd olsun” sözlerini hemen hiç kullanmaz.
Bir Müslüman başına gelen bir hastalıktan kurtulduğunda hemen Allah’a şükreder. “Rabbim Senin lütfun olmasaydı, bu hastalıktan kurtulamazdım. Şifayı veren ancak Sen’sin” der. Müslüman kardeşleri ona bir ikramda bulundukları zaman, o onlara en nezih tavrıyla teşekkür ettiği gibi; bunu ona lütfedenin Allah olduğunu bilerek yine önce Allah’a şükreder. Yolda giderken güzel bir manzarayla karşılaştığında; çiçeklerin açtığını, denizin güzelliğini gördüğünde de, yine hep Rabbimiz’e şükreder. Yaşadığı yerde böyle bir güzellik ve nimetle kendisini karşılaştırdığı için, Allah’ın sevgisinden duyduğu hoşnutluğu dile getirir. Yürürken ayağı kayıp düştüğünde de, yerden kalkabildiğini gördüğünde, Allah’ın lütfunu düşünüp yine şükreder. “Rabbim beni korudu, çok ağır yaralanabilirdim, Allah yardım etti, elhamdülillah” der.
İşte münafıkta günlük hayatın hiçbir aşamasında bu ahlaka rastlanmaz. O her gördüğü şeyden ‘sadece şikayet eder ve söylenir’. Yaşadığı her an, nefes alabilmek için bile Allah’a muhtaç olduğu halde, içindeki ‘büyüklük duygusu’ nedeniyle Allah’ı anmak ve Allah’a şükretmek istemez.
Ancak elbette ki bu nankör ve şükretmesini bilmeyen şeytani ahlakı, münafığın kendinden başkasına zarar getirmez. Münafık hoşnutsuz, şikayetçi, huysuz ahlakıyla, huzursuz ve mutsuz bir hayat yaşar. Müslümanlar başlarına gelen iyi ya da kötü gibi görünen her olayda hayır görüp, Allah’ın her şeyi kaderde en hikmetli şekilde yarattığını bilmenin huzurunu yaşarlar. Bu tevekkülleri nedeniyle de hiçbir şey onları mutsuz etmez. Münafıksa dünyada kendi elleriyle kendisine cehennem gibi bir hayat oluşturur ve bunun acısını da yine sadece kendisi çeker.
ADNAN OKTAR: “Müslüman sürekli iyilik peşindedir, hep gönül alıcıdır, iyidir. Ama münafık buraya gelse mesela sandalyeyi beğenmez, halıyı beğenmez, bahçeyi beğenmez, her şeye bir kulp takar. Münafığın özelliğidir bu; içindeki şeytani dürtüyle, şükreden, takdir eden yönü yoktur. Ruhundaki kinden dolayı, o eşyaya karşı da anarşisttir, eşyaya karşı da öfkelidir. Kendi bedenini beğenmez, elini beğenmez, yüzünü beğenmez, eşyayı beğenmez, çiçeği beğenmez hiçbir şeyi beğenmez. Her şeye bir kusur bulur yani şükredici değildir. “Onları şükredici bulmayacaksın” (Araf Suresi, 17) ayetini biliyorsunuz, işte münafığın özelliğidir şükretmemek. Münafık şükretmeyi bilmez. Kanaatkar değildir. “Allah ne güzel yaratmış” demez. Her şeyde o pis ruhu, şeytani ruh devreye girer. Farz edelim yemek verirsin, yemeği kötü görür. Bir hediye verirsin, onu kötü görür. Bir söz söylersin, onu beğenmez. Bir insan görür, onu beğenmez. İşte o şükretmeme ruhu, Kuran’da münafıkların vasfı olarak belirtiliyor.
“Onları şükredici bulmayacaksın.” Mesela “Allah’a şükür” diyor mümin değil mi? Farz edelim bir yemek geliyor, “Allah’a hamd olsun, ne güzel” diyor. Tadını beğenmese dahi Allah’ın rızkı olarak beğeniyor. Mesela bir eşya geliyor “Ne güzel” diyor. Müminde hep “Ne güzel, Allah’a şükür, elhamdülillah” vardır,“maşaAllah” vardır, “elhamdülillah” vardır, “inşaAllah” vardır. Münafıkta hep ret vardır, hep itici bulma vardır. Hiçbir şeyi beğenmez. Bir tek kendini beğenir, gizlice kendini beğenir. Yani insanlardan nefret eder ama gizlice kendini beğenir. O karanlık dünyasında tek başına yaşamak ister. Şeytan da öyledir; trilyonlarca melek var, isterse onlara tabi olabilirdi. Ama İblis tek başına Allah’a isyan etti yalnız kalmak istedi. Bakın sırf büyüklük azmi için, o enaniyet düşüncesi için sonsuz cehennemi de göze alıyor. Allah’tan büyük olma hırsı onu o delice ve çirkin ruha sürüklüyor.” (A9 TV, 3 Haziran 2016)