Münafıkların “Sıcakta savaşa çıkmayın” sözünü söylemekteki bir başka amaçları da, ‘Peygamber (sav)’e olduğu kadar, Müslümanların -haşa- Allah’a karşı olan güvenlerini de sarsabilmek’ tir. Bu konuşmalarıyla Peygamberimiz (sav)’e “Savaşa çıkın diyorsun ama, buradaki havanın durumunu görüyorsun. Beyin kanaması olacağız, sıcaktan tansiyonumuz çıkıyor, eğer savaşa çıkarsak helak oluruz. Sen bir Peygamber olarak bunu nasıl düşünmezsin?” gibi imalarda bulunabilmektedir. Ardından da, “Bak ben Peygamber değilim, ama ben bunu düşünüyorum. Görüyor musun, demek ki ben senden daha üstünüm. Demek ki Allah seni Peygamber olarak göndermekle hata yaptı. Ama bak ben hepinizden; Allah’tan da, Peygamberden de büyüğüm ki, bunları düşünebiliyorum” (Allah’ı ve Peygamberimiz (sav)’i tenzih ederiz) mantığıyla konuşacak ve -o zayıf akıllarınca- sözde kendi büyüklüklerini ispatlamış olacaklardır. Münafıklar bu sözleriyle, çevrelerindeki imanı ve aklı zayıf olan kimseleri de kolaylıkla etkileyebileceklerini ve onları kendilerine bağlayabileceklerini umuyorlardı.
Oysaki Peygamberimiz (sav)’in Müslümanları sefere çağırmasının pek çok zaruri sebebi ve hikmeti vardır. O dönemde Müslümanlar eziyet görmekte ve şehit edilmektedir. Peygamberimiz (sav) ‘İslam’a yapılan saldırıları durdurmak; Müslümanları, kadınları, yaşlıları, çocukları korumak, şehit edilmelerini önlemek için’ böyle bir karar almıştır. Bu durumda Müslümanlar, sıcağı hiç düşünecek bir konumda değillerdir. Çünkü savaşa gitmedikleri takdirde zaten evleri, aileleri, çocukları, eşleri tehdit altında olacak, büyük ihtimalle eziyet göreceklerdir. Bu seferin amacı, Müslümanları bu tehlikelerden koruyup güvenliğe çıkarabilmektir. Dolayısıyla sıcak, bu hayati tehditlerin yanında Müslümanlar için göze alamayacakları bir zorluk değildir. Dahası önceki bölümde de anlatıldığı gibi, oradaki halk zaten tüm hayatlarını bu sıcak hava şartları altında geçirmektedirler. Ticaret için sefere çıktıklarında da aynı şartları göğüslemektedirler. Bunun yanı sıra, savaşa da zaten şehit edilebileceklerini, yaralanabileceklerini göze alarak gitmektedirler. Dolasıyla sıcak, onlar için tüm bunların yanında çok hafif bir zorluktur. Ve elbette ki münafık da tüm bu gerçekleri bilmektedir. Ama alçakça bir ruhla kendisini çok halis niyetli ve Müslümanların iyiliğini düşünen biri gibi gösterme maksadıyla, alttan alta bir ‘bilinçaltı kurgulama’ yapmaktadır.
Ayrıca Müslümanlar son derece güzel ahlaklı ve halim insanlardır. Allah’ın rızasını kazanmaları söz konusu olduğunda, asla öncelikli olarak kendi çıkarlarını gözetmeyi düşünmezler. Eğer Allah’ın rızası öyle gerektiriyorsa, seve seve ve büyük bir şevkle Peygamberimiz (sav)’i izler ve savaşa çıkarlar. Günümüzde de aynı şekilde sıcak bir havada İslam’ı tebliğ ya da Müslümanlara destek için bir konuda hizmet etmeleri gerekse, Müslümanlar yine bunu sevinçle yaparlar. Asla“Hava sıcak, ben size yardım edemem” demezler. Ama münafık günümüzde de olsa, yine aynı mazereti öne sürer. Çünkü münafığın canı çok tatlıdır. Ve hep kendi menfaatini ön plana alır. Müslümanların huzuru, güvenliği ve menfaatleri münafık için önemli değildir. Mutlaka önce kendi çıkarlarını düşünür ve bunun için her türlü sahtekarlığı yapar.
Bunun yanı sıra münafıklar bu üsluplarıyla sadece Peygamber (sav)’i hedef almıyorlardı. Asıl istedikleri insanları -haşa- Allah hakkında çeşitli zanlara kaptırabilmek, şüpheye düşürebilmek ve böylece iman etmelerini engelleyebilmekti. Allah münafıkların tarih boyunca gösterdikleri bu çirkin çabayı Kuran ayetlerinde şöyle haber vermiştir:
İnsanlardan kimi, Allah hakkında bilgisi olmaksızın tartışır durur ve her azgın-kaypak şeytanın peşine düşer. (Hac Suresi, 3)
İnsanlardan kimi, hiçbir bilgisi, yol göstericisi ve aydınlatıcı kitabı olmaksızın Allah hakkında tartışır-durur. Allah’ın yolundan saptırmak amacıyla ‘gururla salınıp-kasılarak’ (bunu yapar); dünyada onun için aşağılanma vardır, kıyamet günü de yakıcı azabı ona tattıracağız. (Hac Suresi, 8-9)
Allah hakkında yalan uydurup iftira edenlerden veya kendisine hak geldiği zaman onu yalan sayandan daha zalim kimdir? İnkar edenlere cehennem içinde bir konaklama yeri mi yok? (Ankebut Suresi, 68)
O’na icabet olunduktan sonra, Allah hakkında (sözde) ‘deliller öne sürüp tartışanların’ delilleri, Rableri Katında geçersizdir. Onların üzerinde bir gazap vardır ve şiddetli azap onlaradır. (Şura Suresi, 16)
Tüm bu ayetler, münafıkların tarih boyunca aynı bilinçaltı kurgulama yöntemlerini kullandıklarını ve Allah hakkında çeşitli zanlarda bulunarak insanları dinsizliğe çağırdıklarını göstermektedir. Oysaki oynadıkları sinsi oyun ve kullandıkları ‘bilinçaltı kurgulama yöntemleri’, Allah’ı hakkıyla tanıyıp bilen Müslümanları hiçbir şekilde etkileyemeyecek ahmakça mantıklara dayalıdır. Müslümanlar Allah’ın sonsuz akıl, merhamet ve adalet sahibi olduğunu çok iyi bilirler. Allah’a olan sevgileri ve güvenleri sonsuzdur. “Biz ise, kıyamet gününe ait duyarlı teraziler koyarız da artık, hiçbir nefis hiçbir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye) getiririz. Hesap görücüler olarak Biz yeteriz.” (Enbiya Suresi, 47) ayetiyle haber verildiği gibi, dünyadaki tüm insanlar, Allah’ın sonsuz adaletiyle karşılık bulacaktır. Dolayısıyla zayıf akıllı münafıkların, -Allah’ı tenzih ederiz- Allah’ın ‘insanlara haksızlık yaptığı, hata yaptığı, düşünemediği’ gibi alçakça konuşmaları, Allah’a karşı gösterdikleri çok çirkin bir cesaret ve çok büyük bir iftiradır. Bir ayette “… Benim Rabbim şaşırmaz ve unutmaz.” (Taha Suresi, 52) sözleriyle anlatıldığı gibi, Allah her türlü eksiklikten, acizlikten, hatadan ve kusurdan münezzeh ve Yücedir. O münafığı da, onun ahmak yol göstericisi olan şeytanı da, küfürdeki dostlarını da yaratan Allah’tır. Onlara bu sözleri söyleyecek zekayı veren ve an an onların her yaptıklarını ve her söyledikleri sözü yaratan yalnızca Allah’tır. Ve “… Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Haşr Suresi, 18) ayetiyle haber verildiği gibi, Allah münafıkların oynadıkları her türlü sinsi oyundan an an haberdardır.
Oynadığı alçakça oyunlar ne dünyada ne de ahirette münafıklara birşey kazandırmayacaktır. Dünyada hep horlanmış ve aşağılanmış olarak yaşayacak, ahirette ise bu şeytani ahlaklarından dolayı, sonsuz bir azap ile karşılık bulacaklardır.