Münafığın bir özelliği de, aralıksız bir şekilde sürekli ahlaksızlık yaparak yaşamasına rağmen, Kuran’dan öğrendiği bilgileri kullanarak Müslümanlara sözde‘ahlak dersi vermeye çalışması’ dır. Kendisi gece gündüz sinsilik ve ikiyüzlülük yaparken, Müslümanlar aleyhinde küfürle işbirliği yapıp alçakça planlar kurarken, Kuran’a tamamen zıt ve küfri bir ahlakı Müslümanlar arasında yaygınlaştırmaya çalışırken, bir yandan da Müslümanların tavırlarını eleştirir. Münafığın sinsi ve yalana dayalı iddialarına göre; Müslümanlar arasında gerçekten samimi, imanlı, kendini Allah’a adamış tek bir kişi yoktur. Kendisi dışında hiç kimseyi beğenmez. ‘Bir zorluk olsa, kendisinden başka hakkıyla ve akılcı bir şekilde Müslümanları savunacak tek bir kişi bile olmadığını’ söyler. Ya da önemli bir faaliyet yapılması gerekse, ‘kendisinden başka bunu yapabilecek hiç kimsenin olmadığını’ anlatır. Bunları dile getirirken amacı ‘kendini yüceltmek ve ön plana çıkarmak’ olduğu kadar, bir yandan da kalbinde büyük bir öfke beslediği ‘Müslümanları da kendince aşağılamaya çalışmak’ tır. Bunun sonucunda, hem kendi üstünlüğünü iyice hissettirebileceğini hem de kendince Müslümanların ne kadar zayıf ve güçsüz olduğunu vurgulayarak morallerini bozabileceğini sanır. Böylece kendi zayıf aklınca onlara çok önemli bir telkin verdiğini; ve onları kendisinin ‘olmazsa olmaz’, ‘asla vazgeçilemeyecek’, ‘eşi benzeri olmayan yetenekte’, ‘çok önemli ve nadir rastlanacak kadar özel bir insan’ olduğuna inandırabileceğini düşünür.Dolayısıyla ne kadar ahlaksızlık, adilik, alçaklık ve anormallik yaparsa yapsın, Müslümanların kendilerini ona muhtaç konumda hissedeceklerini ve yaptıklarını göz ardı edebileceklerini zanneder.
İşte bu amaçla münafıklar, hemen her fırsatta Müslümanları eleştirirler. Günlük hayatın her aşamasında bir bahane bularak, ‘birilerinin yaptığı yanlışları, eksiklikleri dile getirerek onların sözde hem ahlaken ve kişilik olarak hem de kültür, bilgi ve kalite açısından ne kadar kusurlu insanlar olduklarını’vurgulamaya çalışırlar. Ancak elbette ki bu söylemleri hep yalan ve iftiraya dayalıdır. Çünkü karşılarındaki Müslümanlar Allah’tan korkan ve vicdanlarını kullanan insanlardır. Gün boyunca her tavırlarında en iyisini yapmayı hedefleyen ve daha da önemlisi bir hata yapsalar bile bunu temelde iyi niyetle, istemeden ve kasıt gözetmeden yapan kimselerdir. Ancak münafıklar bunları kasten, ‘bire bin katarak, ekleme yalanlarla süsleyip destekleyerek ve bilinçli olarak kötülük olsun diye yapılmış tavırlarmış gibi’ dile getirirler.
Ve tüm bunları yaparken kullandıkları ‘doğru-yanlış ölçüleri’ ise, tümüyle yine Kuran’dan ve Müslümanlardan öğrendikleri bilgilerdir. Bu değerlere kendileri hiçbir şekilde inanmadıkları ve gösteriş yapmak dışında bunları samimi bir şekilde uygulamadıkları halde, sırf Müslümanları eleştirebilecek bir malzeme olması için bunları kullanırlar. Yoksa kendileri ‘ne güzel ahlakı ne görgü ve kaliteyi ne de örnek bir kişiliğin nasıl olduğunu’ bilebilecek akla ve vicdana sahip olmayan insanlardır. Dahası samimi olmadıkları için, kendilerince, çevrelerindeki insanları küçük gördüklerini vurgulamak için yaptıkları bu eleştirilerin ufacık bir kısmını bile kendi üzerlerine alıp düşünmezler. Kendilerini herkesten üstün görürler. Her türlü kusur ve hatadan müstağni olduklarını düşünür ve akıllarını herkesten çok beğenirler. Bu nedenle de eleştirilebilecek bir yanlarının olmadığına inanarak, kendilerince başkalarına ahkam keserler. Kuran’da‘başkalarını eleştirip durdukları halde, kendileri bu doğru olduğunu bildikleri şeyleri uygulamayan insanlar’ ın durumu şöyle anlatılmıştır:
Siz, insanlara iyiliği emrederken, kendinizi unutuyor musunuz? Oysa siz Kitab’ı okuyorsunuz. Yine de akıllanmayacak mısınız? (Bakara Suresi, 44)
Allah ayette “Kendinizi unutuyor musunuz?” diye buyurmuştur. İşte ‘kendisini müstağni görüp unutması münafığın önemli bir özelliği’ dir. Allah bunun ardından da “Oysa siz Kitab’ı okuyorsunuz” diye de bildirmiştir. Münafık da Kuran’ı okumakta ve ayetleri çok iyi bilmektedir. Allah “Yine de akıllanmayacak mısınız?” diye hatırlatmıştır. İşte Allah, ayetleri bildiği halde uygulamayan insanlara akıllarını ve vicdanlarını kullanmaları için çağrıda bulunmuştur.
Münafığın Kuran ahlakını, iyiyi, doğruyu çok iyi bildiği halde, kasıtlı olarak bunları uygulamaması, ama aynı zamanda da bu bilgileri Müslümanları eleştirmek için kullanması, şeytanın ona öğrettiği bir taktiktir. Ancak Kuran’ın, “Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır.” (Nisa Suresi, 76) ayetiyle bildirildiği gibi, şeytanın oyunları çok akılsızcadır. Şeytan Müslümanlar karşısında yenilmeye mahkum bir varlıktır. Dolayısıyla şeytanın peşine takılan ve onun taktikleriyle oyun oynamaya çalışan münafığın da samimi iman edenler karşısında başarı elde edebilme imkanı asla yoktur.