Buraya kadar anlatılan, münafığın kendisini ve bedenini çok kıymetli görme felsefesinin diğer bir parçası da, ‘münafığın yaşlanmaktan ve ölmekten duyduğu dehşetli korku’ dur. Dünya hayatının kalıcı olmadığı; hayatın hızla geçip tükendiği ve insanların hızla yaşlanarak ölüme yaklaştıkları, dünyadaki iman eden ya da etmeyen her insanın çok iyi bildiği bir gerçektir. İnsanlar dünyaya ne kadar sıkı bağlanırlarsa bağlansınlar, çok kısa bir süreç sonrasında herkes dünyayı terk etmek zorundadır.
Bu apaçık gerçek, Müslümanların Allah’a olan sevgilerini, saygı dolu korkularını ve güzel ahlaklarını artırırken; iman etmeyen ya da münafık ruhlu insanların dünyasında ‘büyük bir kabus’ oluşturur. Ahirete inanmadıkları için, onlara göre ölüm ne olacağını bilemedikleri korku dolu bir belirsizliktir. Ölümden sonra dünyada yaptıklarından hesaba çekileceklerini ve ardından da sonsuz bir hayata devam edeceklerine inanmazlar. İşte bu yüzden de ölüme asla yaklaşmak istemez, ölümü hatırlatan hiçbir konuyla muhatap olmamaya çalışırlar.
Yaşlarının ilerlemesiyle birlikte vücutlarında giderek ortaya çıkmaya başlayan yaşlılık alametleri, onları adeta deliye döndürür. Müthiş bir panikle‘bunlardan kurtulmanın; ve bu yaşlanmayı durdurup, gençleşebilmenin yollarını’ ararlar. Sürekli genç kalabilmenin formüllerini araştırır, bildikleri her yolu uygulamaya çalışırlar. Doktor doktor dolaşıp, teknolojinin sunduğu son gelişmeleri takip ederek, sabırla bu yöntemlerin her birini denemeye başlarlar. Müslüman da genç ve dinç kalmaya özen gösterir. Allah’ın bunun için yarattığı her türlü bilimsel ve teknolojik imkanlardan faydalanır. Ancak Müslümanın sağlık ve gençlik istemesindeki amacı Allah’ın rızasını daha çok kazanabilmek ve Allah yolunda hizmet edebilmek için daha güçlü olabilmektir.Münafıklar ise bu nimetleri yalnızca dünyevi hırslarını karşılayabilmek için isterler ve bu konuda adeta bir akıl hastası gibi saplantılıdırlar. Nimetleri verenin de, alacak olanın da yalnızca Rabbimiz olduğunu düşünmedikleri için de sürekli olarak tevekkülsüzlüğün getirdiği bir korku içinde yaşarlar.
Münafıkların bu dehşetli korkuları bir Kuran ayetinde, “İşte kalplerinde hastalık olanları: “Zamanın, felaketleriyle aleyhimize dönüp bize çarpmasından korkuyoruz” diyerek aralarında çabalar yürüttüklerini görürsün…” (Maide Suresi, 52) sözleriyle anlatılmıştır.
Ayetteki “zamanın felaketleriyle aleyhimize dönüp bize çarpmasından korkuyoruz” ifadesiyle, münafıkların ‘başlarına bir bela, hastalık, yaşlılık ya da ölüm gelmesinden duydukları amansız korku’ ya işaret edilmiştir. Bahsi geçen ‘felaket’ kimi zaman ‘tedavi edilemeyen bir kanser, kimi zaman bir başka amansız hastalık ya da çaresi olmayan bir başka sıkıntı’ olabilir.
Ayetteki ‘aleyhimize dönüp bize çarpması’ ifadesi de münafıkların bu ruh halini anlamak açısından çok önemlidir. Zira zamanın aleyhlerinde işleyerek dönüp dolaşıp ‘başkalarına değil’ sadece ‘onlara’ isabet eden bir felakete dönüşmesi mevzu bahistir. Ve münafık da bundan dolayı büyük bir korku yaşamaktadır.
İşte münafık kurguladığı tüm bu felaket ihtimalleri nedeniyle içinde dehşet dolu duygular yaşar. Hayatı boyunca bir yandan şeytanın ilham ettiği alçaklıkları ve ahlaksızlıkları uygularken, aklının bir diğer yarısı da bu felaketlerden duyduğu korkuyla baş etmeye çalışmak ile meşguldür. Ancak Allah’ın çok açık olan Adetullahı gereği, bir münafığın şeytanla işbirliği yaparken mutlu olabilmesi, korkularını yenebilmesi, huzur bulabilmesi elbette ki mümkün değildir. Yaşadıkları bu korku, Allah’ın münafıklar için dünyada yarattığı manevi cehennemin bir parçasıdır. Ve samimi imana yönelmedikleri sürece de kalpleri asla huzur bulmayacaktır.
Yaşlılık da, ölüm de Allah’ın dünya hayatında yarattığı bir kanunudur. Bugüne kadar hiç kimse hayatının sonuna kadar genç kalamamış, kimse yaşlanmasına engel olamamıştır. Aynı şekilde dünya üzerinde tarih boyunca yaşamış hiçbir insan ölümünü geciktirememiştir. Ölüm, her insana mutlaka bir gün isabet edecek ve münafık da Allah’ın takdir ettiği ecel zamanı geldiğinde, bu gerçeğe karşı koyamayacaktır.
Münafığın hayatı boyunca bu yönde verdiği her mücadele, bu konudaki çaresizliğini ve korkusunu daha da artıracak, ancak onu ne hastalanmaktan ne yaşlanmaktan ne de ölmekten alıkoyamayacaktır.