Önceki bölümlerde anlatıldığı gibi, sahip olduğu bedeni, münafığın dünya hayatındaki en kıymetli varlığıdır. Dolayısıyla da ona gelecek, küçücük bir zarar bile münafık için çok önemlidir. Kendince onu ne kadar sağlıklı, dinç, zinde, genç ve güzel tutabilirse, çıkarlarını o kadar iyi koruyabilecektir. Bu nedenle de yaşlanmaktan, hastalanmaktan çok ciddi şekilde korkar. Elbette her insan sağlığını korumak ve dinç kalmak için özen gösterir. Bu, Müslümanlar için aynı zamanda bir ibadettir. Ancak münafığın bedenini koruma tutkusu Allah rızası için ve Allah yolunda en güzel şekilde hizmet etmek amacıyla değil, dünyaya olan delice bağlılığından, aşağılık tutkularından ve şeytani hırslarından kaynaklanmaktadır.
Ciltlerinde küçücük bir bozukluk, saçlarında en ufak bir kusur, yiyeceklerinde en ufak bir eksiklik, uykularında azıcık bir aksaklık olsun istemezler.Sabahtan akşama kadar internetten, kitaplardan ‘Ne yer, ne içerlerse, daha uzun ve daha sağlıklı yaşayabilirler?’ ‘Ne yaparsa cildinin kırışmasını önleyebilirler?’ gibi soruların cevaplarını araştırıp öğrenmeye çalışırlar. Tüm insanlarda rastlanabilen, sıradan ve basit bir ağrıları ya da sıkıntıları olsa, hemen en iyi doktorlara gitmek isterler. Sürekli olarak bedenlerini dinler ve en sağlıklı anlarında bile kendilerinde ilgilenilmesi gereken bir sağlık sorunu bulurlar. Sıradan bir detayı müthiş büyütür ve ortalığı velveleye verirler.
Müslüman da sağlıklı olmak için Allah’ın yarattığı tüm imkanlardan en güzel şekilde faydalanır. Ancak dünyanın geçici olduğunu, bedeninin binbir türlü acizlikler içinde olduğunu, her acizliğin ve hastalığın da hayırla yaratıldığını bilir. Sağlıklıyken nasıl şükrediyor ve güzel ahlak gösteriyorsa, hastalandığında da, yaşlandığında da sabreder, şükreder ve Allah’a yönelir. Münafıklar ise tüm yaptıklarını etkili kılacak, sağlık ve sıhhati, güç ve kuvveti verecek olan tek gücün Rabbimiz olduğunu düşünmezler. Bu nedenle de kendilerine ne kadar özen ve titizlik gösterebilirlerse, o kadar sağlıklı, dinç kalacaklarını ve o kadar da uzun yaşayabileceklerini sanırlar.
Tüm bu tavır bozuklukları, münafıkların dünyaya olan bağlılıklarını, imanlarının ve tevekküllerinin zayıflığını, içten pazarlıklı, menfaatperest ve egoist karakterlerini açıkça ortaya koymaktadır. Ancak elbette ki her konuda olduğu gibi, bu konuda da münafıklar tüm bu söylem ve tavırları, bir planın küçük bir parçası olarak uygularlar. Münafıklar, Müslümanların ne kadar vicdanlı, nezaketli ve ince düşünceli insanlar olduğunu çok iyi bilmektedirler. Hasta, yorgun ya da güçsüz olduklarını söylediklerinde, yardıma ihtiyaçları olduğunu dile getirdiklerinde, Müslümanların vicdani bir sorumluluk olarak buna kayıtsız kalmayacaklarının bilincindedirler. Ya da sıradan bir rahatsızlıklarını, adeta ölümcül bir hastalığın belirtisiymiş gibi gündeme getirdiklerinde, karşılarındaki insanların bunun aksini iddia etmeyeceklerinin şuurundadırlar.
İşte bu durumu kullanarak, ‘maddi manevi her açıdan kendilerine en abartılı şekilde baktırmaya’ ve bir yandan da bu yolla, ‘Müslümanların hem maddi imkanlarını hem de vakitlerini ve enerjilerini tüketmeye’ çalışırlar. Ayrıca diğer bir amaçları da, ‘Müslümanlar arasında kendilerini mümkün olduğunca yormamak, istedikleri gibi dinlenebilmek ve kendi sinsi faaliyetlerine istedikleri gibi vakit ayırabilmek’ tir. Bu doğrultuda çeşitli uyanıklıklarla, yalan ve samimiyetsizliklerle, hiçbir işe karışmayıp her istediklerini yapılmasını ve kendilerine en iyi şekilde bakılmasını sağlamaya çalışırlar. Şikayetlerinin ve bahanelerinin ispatlanamaz mahiyette olmasını kullanarak, sürekli olarak Müslümanlardan maddi manevi birşeyler isterler.
İncil’de yer alan bir bölümde münafıkların bu samimiyetsiz ve şeytani ahlakı şöyle haber verilmiştir:
Bundan sonra İsa halka ve öğrencilerine şöyle seslendi: “… Size söylediklerinin tümünü yapın ve yerine getirin, ama onların yaptıklarını yapmayın. Çünkü söyledikleri şeyleri kendileri yapmazlar. Ağır ve taşınması güç yükleri bağlayıp başkalarının sırtına yüklerler, kendileriyse bu yükleri taşımak için parmaklarını bile oynatmak istemezler. Yaptıklarının tümünü gösteriş için yaparlar…” (Matta, 23:1-5)
Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, ‘ağır ve taşınması güç yükleri bağlayıp başkalarının sırtına yüklemek’ münafıkların önemli bir özelliğidir. İncil’deki bu münafık tarifi, münafıkların ne kadar alçak ve ahlaksız olduklarını çok açık bir şekilde anlatmaktadır.
Münafıklar ‘çok alçak, çıkarcı ve fırsatçı’ insanlardır. Yüzlerinde en ufak bir utanma sıkılma alameti dahi oluşmadan, Müslümanlara her türlü işlerini yaptırmaya çalışırlar. Kendileri bu yükleri taşımak için parmaklarını bile oynatmazken, en ağır ve taşınması güç yükleri Müslümanların sırtına yüklemek isterler. Örneğin birşey taşınacaksa, “şunu getirir misin?” derler. Hiçbir mazeretleri olmadığı halde ‘sırf kendilerini yormamak, rahatlarını kaçırmamak için’, kendi işlerini başkasına yaptırmak isterler. Bu kadarcık küçük bir adiliği, ufacık bir ahlaksızlığı bile kendi sahtekar kafalarınca kar bilirler. “Niye sen getirmiyorsun?” diye sorulursa, o zaman da “İşte bir rahatsızlığım var da ondan” ya da “Ayak bileğim ağrıyor da o yüzden” gibi yalanlar uydururlar.
Oysaki çok açıktır ki aynı kişiye, küfürden önem ve değer verdiği insanlar herhangi bir talepte bulunsalar, ne ayak bileğinin ağrısından bahseder ne de başka bir hastalığından. Hatta onlar kendisinden hiçbir talepte bulunmasalar bile, münafığın karşısına bu insanların gözüne girebileceği herhangi bir fırsat çıksa, sebepsiz yere ve hiçbir karşılık da istemeden, müthiş bir enerjiyle bu insanların her işine koşup yardım eder. Hatta gerektiğinde, kendini en abartılı şekilde de yorar ve bundan dolayı en ufak bir şikayette dahi bulunmaz.
İşte küfre ve Müslümanlara karşı sergilediği bu birbirine tamamen zıt iki ahlak, münafığın küçük bir özetidir. Müslümanlar söz konusu olduğunda bedenen pasifize olup hiçbir gücü, enerjisi olmayan, İslam’a hizmet gerektiğinde bin bir türlü bahaneyle kaçıp geride duran ve Müslümanların maddi manevi imkanlarını kullanarak hayatının sonuna kadar kendine baktırmayı hedefleyen münafık; küfre yaranmak söz konusu olduğunda, bitmek tükenmek bilmeyen şeytani bir güç ve enerji bulur.
Ancak burada ‘önemli bir sır’ vardır: Münafık kendisinin çok ‘uyanık ve tüm bu oyunlarıyla da müthiş kazançta olduğunu’ sanır. Oysaki o farkında olmadan bela onu içten dıştan, dünyada ve ahirette hızla sarıyordur. O sahtekarlık, sinsilik, samimiyetsizlik yaptıkça, Allah içten içe onun kalbini, ruhunu, dünyasını karartır. O alçaklık, ahlaksızlık, münafıklık yaptıkça, Allah onun dünyasını dertlerle, belalarla, acılarla, sıkıntılarla doldurur.