Hz. Mehdi’nin Görevleri -3-

Risale-i Nur'da Mehdi

Bediüzzaman burada bir cemiyetin varlığından bahsetmiştir. Bu cemiyet, Bediüzzaman’ın “o gelecek zat” sözleriyle müjdelediği Hz. Mehdi’nin yardımcılarının ve destekçilerinin oluşturduğu bir cemiyettir. Bediüzzaman eserlerinin pek çok yerinde Peygamberimiz (sav)’in hadisleri doğrultusunda Hz. Mehdi’nin bir cemaati olacağını ve cemaatin Hz. Mehdi’nin yapacağı faaliyetlerde onun yardımcıları olacağını belirtmiştir. Ancak Hz. Mehdi’nin bu hareketin önderi ve lideri olarak, bizzat bu topluluğun başında bulunacağını da ifade etmiştir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi’ye tabi olan ve onun tebliğini izleyen bu kitle ve hareketi “Hz. Mehdi’nin şahsı manevisi” olarak adlandırmıştır. Ancak Bediüzzaman’ın da ifade ettiği gibi şu çok açık bir gerçektir ki, başında bulunan bir şahıs, bir liderleri olmadan bir şahsı maneviden bahsetmek mümkün değildir. Hz. Mehdi de bu cemiyetinin başında, onlara önderlik etmek üzere bizzat yer alacaktır. Dolayısıyla Bediüzzaman’ın bu açıklamalarına göre “HZ. MEHDİ KENDİSİNİ İZLEYEN BİR CEMAATİ OLAN VE ONLARA LİDERLİK EDEN TEK BİR ŞAHISTIR”.

HABERLERİ VE İŞARETLERİ, RİSALE-İ NUR’UN ŞAHS-I MANEVİSİNE sözüyle Bediüzzaman yaygın olarak yapılan bir yorum hatasına işaret etmektedir. Bediüzzaman Hz. Mehdi’ye dair haber ve işaretlerin Risale-i Nur cemaatiyle özdeşleştirilmeye çalışıldığını ancak bu yakıştırmanın Hz. Mehdi ile ilgili verilen bilgilere uygun düşmediğini belirtmiştir. Bediüzzaman bu yakıştırmayı yapan kimselerin Hz.Mehdi’nin iki büyük ve önemli vazifesini gözardı ettikleri için böyle yanlış bir kanaate vardıklarını ifade etmektedir. İslam birliğinin sağlanması ve Hz. Mehdi’nin tüm Müslümanların liderliğini üstlenmesi, Hıristiyanlarla ittifak sağlanması ve Kuran ahlakının tüm yeryüzüne hakim olması şu ana kadar henüz gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman da dahil olmak üzere, Peygamberimiz (sav)’den sonraki dönemlerde gelen müceddidlerin hiçbiri bu büyük görevleri yerine getirmiş değildir. Dolayısıyla Bediüzzaman da bu gerçeği dile getirerek Risale-i Nur’un şahsı manevisini Mehdilikle vasıflandıranların yanıldıklarını ifade etmektedir.

Bediüzzaman, risalelerin yazarı olması nedeniyle, bazı çevreler tarafından kendisinin de Hz. Mehdi olarak nitelendirildiğini belirtmiştir. Ancak yukarıda da açıklandığı gibi Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin yerine getireceği iki büyük görev dikkate alınmadığı için böyle yanlış bir yorumda bulunulduğunu ifade etmiştir. Dolayısıyla Mehdilik konusundaki bu düşüncenin asılsızlığını bir kez daha belirtmiştir.

Bediüzzaman bu düşüncenin yanlışlığını kullandığı “HATTA” kelimesiyle bir kez daha vurgulamıştır. Bediüzzaman “hatta” kelimesini burada, “bundan daha da garip ve daha da acaip olanı” anlamında kullanmıştır. Risale-i Nur’un Mehdi olduğunun zannedildiğini, bundan daha da garip olarak kendisine yönelik de böyle bir iddiada bulunulduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman bu ifadesiyle, öne sürülen bu Mehdilik iddiasının yanlışlığını bir kez daha vurgulamaktadır.

Bediüzzaman bu sözünde ayrıca kendisine Mehdilik iddiasında bulunulmasının “sürekli olarak devam eden bir iddia olmadığını” kullandığı “BAZEN” kelimesiyle ifade etmiştir.

Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin yerine getireceği üç görevden bahsettiği kimi sözlerinde Hz. Mehdi’nin ayırt edici bir özelliği olarak “ÇOK GENİŞ DAİREDE HÜKMETMESİ”ne dikkat çekmiştir. Hz. Mehdi’nin bu özelliği son derece önemlidir. Hz. Mehdi görevlerini sadece belirli bir bölgede yerine getirmeyecek, onun etki alanı çok geniş bir dairede, yani dünya çapında olacaktır. Bediüzzaman, “dar daire” olarak ifade ettiği “küçük çaplı” uygulamaların Müslümanları yanıltmaması gerektiğini belirtmektedir. Hz. Mehdi’nin ikinci ve üçüncü görevlerini geniş dairede gerçekleştireceğini hatırlatarak, Risale-i Nur’un şahsı manevisine yapılan Mehdilik yakıştırmasının yanlışlığını delilleriyle birlikte açıklamaktadır.

Bediüzzaman’ın Hz. Mehdi’nin yerine getireceğini belirttiği görevler konusunda “ÇOK GENİŞ ÇAPLI BİR HÜKMETME” yani “DÜNYA ÇAPINDA” bir sonuç ise bugüne kadar gerçekleşmiş değildir. Bu da Hz. Mehdi’nin geçmiş dönemde ortaya çıkmış bir şahıs ya da şahsı manevi olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Söz konusu üç görevin dünya çapında yerine getirilmesi, Allah’ın izniyle Hz. Mehdi’nin en önemli alametlerinden olacak ve onu tüm insanlara tanıtacaktır.

Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin dünya çapında gerçekleşecek olan ikinci (İslam Birliği’ni kurmak) ve üçüncü (Kuran ahlakını tüm dünyaya yaymak ) görevlerinin,  onun ayırt edici ve tanıtıcı özellikleri olduğunu hatırlatmıştır. Çünkü bu görevleri dünya çapında yapacak olan tek şahıs Hz. Mehdi’dir. Dolayısıyla eğer bu görevler bu özellikleriyle birlikte gerçekleşmemişse, bu durumda Mehdilik konusunda herhangi bir iddiada bulunabilmek de söz konusu değildir.

Çünkü böyle bir iddia Peygamberimiz (sav)’in hadisleriyle, İslam alimlerinin ve Bediüzzaman’ın bu doğrultuda yaptıkları açıklamaların tümüyle çelişecektir.

Bediüzzaman da bu sözleriyle, Hz. Mehdi konusunda bir iddiada bulunabilmek için dünya çapında gerçekleşmesi gereken bu iki büyük görevin yerine getirilip getirilmediğinin dikkate alınması gerektiğini hatırlatmaktadır. Bediüzzaman bu delillerin oluşmadığı bir durumda yapılacak bir Mehdiyet benzetmesinin hatalı bir çıkarım olacağını belirtmektedir. Bediüzzaman kulllandığı “NAZARA ALMAMIŞLAR” ifadesiyle, kendisini veya Risale-i Nur’u Hz. Mehdi zannedenlerin bu önemli hususu gözden kaçırdıklarını ve bu sebeple de yanıldıklarını ifade etmiştir.

“RİSALE-İ NUR’UN ŞAHS-I MANEVİSİNİ (cemaatini) HAKLI OLARAK HZ. MEHDİ TELAKKİ EDİYORLAR (şahsi bir görüş olarak kabul ediyorlar). O şahs-ı manevinin de bir mümessili (temsilcisi), Nur şakirdlerinin (talebelerinin) tesanüdünden (dayanışmasından) gelen bir şahs-ı manevisi ve o şahs-ı maneviden bir nevi mümessili olan BİÇARE TERCÜMANINI ZANNETTİKLERİNDEN, BAZEN O İSMİ (Hz. Mehdi ismini) O’NA VERİYORLAR. Gerçi BU, BİR İLTİBAS (karıştırma) BİR SEHİVDİR (hatadır yanılmadır)… (Tılsımlar Mecmuası, s. 201)

Bediüzzaman Risale-i Nur’un ve bu eserin yazarı olarak kendisinin Hz. Mehdi olabileceğinin düşünüldüğünü ancak bunun bir hata ve karıştırma olduğunu belirtmiştir:

Bediüzzaman burada “HAKLI OLARAK” deyimini, Risale-i Nur cemaati’nin Mehdi kabul edilmesini haklı bulduğunu vurgulamak için değil, böyle bir kabulün kolayca düşülebilecek ve mazur görülmesi gereken bir hata olduğunu vurgulamak için kullanmıştır. Konunun geliş ve gidişinden, bu mana kolayca anlaşılmaktadır. Nitekim Bediüzzaman önceki satırlarda açıklanan sözlerinde de bu yanılgının Hz. Mehdi’nin dünya çapında yerine getireceği iki büyük görevinin gözardı edilmesinden kaynaklandığını belirterek bunun “HAKLI BİR GÖRÜŞ OLMADIĞINI” açıklamıştır.

Bediüzzaman, Risaleleri kaleme alan kişi olarak, Risale-i Nurlar gibi kendisinin de Hz. Mehdi olarak değerlendirildiğini, ancak bunun “BİR ZAN” olduğunu ifade etmiştir. “Zannetme”  kelimesi  gerçeklik değil, bir yanılgı ve aldanışın söz konusu olduğunu ifade eden bir kelimedir. Bediüzzaman, talebelerinin sadece Hz. Mehdi’nin önemli bir vazifesi olan iman hakikatlerini anlatma konusu yönünde bir değerlendirme yaptıklarını, ancak Hz. Mehdi’nin diğer iki vazifesi olan “İslam birliğinin sağlanması, tüm İslam dünyasının lideri olması ve İslam ahlakının dünyaya hakim kılınması”nın kendisinde görünmediği hususunu dikkate almadıklarını söylemiştir. Bundan dolayı da Risale-i Nur’a ve kendisine yapılan Mehdilik yakıştırmasının yalnızca bir “zan”dan ibaret olduğunu belirtmiştir.

Bunun yanı sıra Bediüzzaman “zannediyorlar” diyerek burada bir kez daha  kendisini bu düşüncedeki insanlara dahil etmediğini, kendisinin onlarla aynı fikri paylaşmadığını ifade etmektedir.

Bediüzzaman, kendisinin veya Risale-i Nur’un Mehdi olarak kabul edilmesinin bir “İLTİBAS” olduğunu ifade etmiştir. “İltibas” kelimesinin anlamı “BİRBİRİNE BENZEYEN ŞEYLERİ ŞAŞIRIP BİRBİRİNE KARIŞTIRMAK”tır. (Yeni Lugat, sf. 267) Dolayısıyla burada, birbirine karıştırılan ancak aslında birbirinden farklı olan iki kavram vardır. Bediüzzaman Risale-i Nur ya da kendisinin Hz. Mehdi olabileceğinin “zannedildiğini”; ancak gerçekte bu “bir şaşırma ve bir karıştırma” olduğunu belirtmektedir.

Bediüzzaman bu karışıklığın, Risale-i Nur’un, Hz. Mehdi’nin üç temel görevinden biri olan “imanı kurtarmak” vazifesini üstlenmiş olmasından kaynaklandığını açıklamıştır. Bediüzzaman’ın açıkladığı gibi, tarih  boyunca gönderilmiş olan tüm müceddidler Hz. Mehdi’nin görevlerinden  bir tanesi  yapmışlardır. Ancak  Bediüzzaman  da  dahil olmak üzere “üç görev, hiçbir müceddid tarafından aynı anda yerine getirilmemiştir”. Dolayısıyla tarihte Mehdilik konusunda bunun gibi benzetmeler pekçok kişiye yapılmıştır.

Ancak Bediüzzaman, “Hz. Mehdi’nin, hepsini birarada ve dünya çapında gerçekleştireceği görevlerini” anlatarak, bu Mehdilik iddialarının hiçbirinin doğru olmadığını ve Hz. Mehdi’nin ileride gelecek bir şahıs olduğunu açıklamıştır.

Risale-i Nur’a ve Bediüzzaman’a yapılan bu benzetmede de aynı durum söz konusudur. Bediüzzaman, Hz. Mehdi ile ilgili Peygamberimiz (sav)’in hadislerindeki ve İslam alimlerinin açıklamalarındaki izahlar ve özelliklerine dair verilen bilgiler dikkate alınmadığı için “bir şaşırma ve karıştırma” yapıldığını belirtmektedir.

Bediüzzaman, kendisinin veya Risale-i Nur’un Mehdi olarak kabul edilmesinin aynı zamanda bir “SEHİV” olduğunu söylemiştir. “SEHİV”in kelime anlamı “HATA, YANLIŞ, YANILMA”dır. (Yeni Lugat, sf. 617) Bediüzzaman, kendisine ve Risale-i Nur’a Hz. Mehdi isminin verilmesinin bir “karıştırma” olacağını belirtmekle  yetinmemekte, cümlesinin devamında  bunun bir “sehiv” yani “hata”olacağını da ayrıca vurgulamaktadır. Bu son derece açık bir ifadedir. Eğer Bediüzzaman kendisine ve Risale-i Nur’un şahsı manevisine yapılan Mehdilik iddialarında herhangi bir doğruluk payı görseydi, kuşkusuz ki bunu bir “hata” olarak nitelendirmezdi. Açıkça bu iddiaların yerinde olduğunu ifade eden sözler kullanırdı. Bunun hata olduğunu belirtmiş olması, Bediüzzaman’ın bu konudaki kanaatini çok açık ve hiçbir itiraza yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır. Bediüzzaman Risale-i Nur’un ya da kendisinin Hz. Mehdi olabileceği görüşünü kabul etmemektedir.

Hattâ,  “HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM GELİR, HZ. MEHDİ’YE NAMAZDA İKTİDA EDER (uyar), TABİ OLUR.” diye rivayeti BU İTTİFAKA (birleşmeye) VE HAKİKAT-I KUR’ANİYE’NİN METBUİYETİNE VE HAKİMİYETİNE (Kuran hakikatlerine uyulmasına ve tabi olunmasına) İŞARet eder.  (Şualar, s. 493)

Peygamber Efendimiz (sav) bir hadis-i şerifinde Hz. İsa’nın, Hz. Mehdi’nin arkasında namaz kılacağını bildirmiştir:

İmamları salih bir insan olan Mehdi olduğu halde, Beytü’l Makdis’e sığınırlar. Orada imamları kendilerine sabah namazını kıldırmak için öne geçtiği bir sırada, bir de bakarlar ki, Meryem oğlu İsa sabah vaktinde inmiştir. Mehdi, Hz. İsa’yı öne geçirmek için arkaya çekilir. Hz. İsa onun omuzlarına elini koyar ve ona der ki, “Geç öne namazı kıldır. Zira kamet (farz namazı kılmak için okunan ezan; namaza başlama işareti) senin için getirilmiştir.”…(Ebu Rafi’den rivayet edilmiştir; İmam Şarani, Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, Bedir Yayınevi, s. 495-496)

Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)’in bu hadisine dikkat çekmekte, bu olayın Hz. İsa ve Hz. Mehdi’nin çıkışlarının önemli alametlerinden biri olduğunu hatırlatmaktadır. Bediüzzaman sözlerinde ayrıca Hz. İsa ve Hz. Mehdi döneminde Allah’ın izniyle, İslam ahlakının tüm dünyaya hakim olacağını ifade etmektedir. Bu hakimiyete, Hz. İsa ve Hz. Mehdi’nin ittifakıyla yürütülecek büyük fikri mücadelenin vesile olacağını belirtmektedir.

Bediüzzaman bu sözünde Peygamberimiz (sav)’in sahih hadisleri doğrultusunda “HZ. İSA’NIN, HZ. MEHDİ İLE BİRLİKTE NAMAZ KILACAĞINI” belirtmiştir. Namaz, Rabbimiz’in insanlar için farz kıldığı bir ibadettir. Şahsı manevilerin birlikte namaz kılması, namazda imamlık yapmaları mümkün değildir. Bediüzzaman da bu gerçeğin kuşkusuz ki çok iyi bilincindedir ve bu sözleriyle, Hz. İsa’nın ve Hz. Mehdi’nin “BİRER ŞAHIS” olarak ortaya çıkacaklarını haber vermektedir. Hz. İsa, yeryüzüne önceki gelişinde namaz ibadetini yerine getirdiği gibi ikinci kez gelişinde de Allah’ın izniyle bu ibadetine devam edecektir. Kuran’da bu konu şöyle bildirilmektedir:

 (İsa) Dedi ki: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. (Allah) Bana Kitabı verdi ve beni peygamber kıldı. Nerede olursam (olayım,) beni kutlu kıldı ve HAYAT SÜRDÜĞÜM MÜDDETÇE, BANA NAMAZI VE ZEKATI VASİYET (EMR) ETTİ.” (Meryem Suresi, 30-31)

Ahir zamanda Hz. İsa ve Hz. Mehdi’nin mübarek şahısları ortaynamazaaaaaa çıkacak, Hz. İsa, Hz. Mehdi’nin imamlığında namaz kılacak, bu iki mübarek zatın yapacakları büyük fikri mücadele neticesinde İslam ahlakı yeryüzüne hakim olacaktır. Bediüzzaman pek çok sahih hadiste yer alan bu konuyu hatırlatarak, Hz. İsa ile Hz. Mehdi’nin geldiklerinde karşılıklı diyalog içerisinde olacaklarını bildirmektedir. Bunun için her iki kutlu şahsın da aynı dönemde ortaya çıkmaları ve biraraya gelmeleri gerekmektedir. Ancak Bediüzzaman hayattayken böyle bir olay gerçekleşmiş değildir. Hz. İsa’nın gelişi ve Hz. Mehdi’yle birlikte namaz kılmaları tüm dünya Müslümanları tarafından beklenmektedir.

Bediüzzaman, Hz. İsa ve Hz. Mehdi’nin Kuran ahlakının tüm yeryüzüne hakim olması için ittifak edeceklerini bildirmiştir. İki dinin birleşmesinin İslamiyet üzerine olacağını hadislerle açıklayan Bediüzzaman, Kuran’ın tabi olunan kitap olacağını, onun hükümlerinin geçerli ve hakim olacağını bildirmiştir. Bu ittifak ve bu büyük gelişmeler henüz gerçekleşmemiştir ve bu tarihi olay da tüm dünya Müslümanları tarafından büyük bir heyecanla beklenmektedir. Bediüzzaman, kendisi hayatta iken gerçekleşmemiş olan bu olayların, Hz. Mehdi’nin önemli özelliklerinden olduğunu belirterek, Hz. Mehdi’nin kendisinden sonraki bir zamanda geleceğini ifade etmiştir.

“O kadar kuvvetlidir ve devam eder; YALNIZ HAZRET-İ İSA (A.S.) ONU YOK EDEBİLİR, BAŞKA ÇARE OLAMAZ rivayet edilmiş. Yani,  ONUN MESLEĞİNİ VE YIRTICI REJİMİNİ BOZACAK, YOK EDECEK; ancak SEMAVÎ VE ULVÎ, HALİS (vahye dayalı ve yüce, katıksız) BİR DİN İSEVÎLERDE ZUHUR EDECEK (ortaya çıkacak) VE HAKİKAT-İ KUR’ANİYEYE (Kuran’ın hakikatlerine) İKTİDA (tabi olan) VE İTTİHAD EDEN (İslamiyet ile birleşen) BU İSEVİ DİNİDİR Kİ,HAZRET-İ İSA (AS)’IN NÜZULÜ İLE (yeryüzüne inişiyle) O DİNSİZ MESLEK MAHVOLUR, YOK OLUR… (Şualar, s. 581)

Bediüzzaman bu sözünde Deccal’in fitnesini ancak Hz. İsa’nın etkisiz hale getirebileceğine işaret eden bir hadise dikkat çekmiştir. Deccal’in inkara dayalı düzenini, saldırgan rejimini ortadan kaldıracak, “dinsizliği insanlar arasında yaymak ve mukaddesatı bozmak” olarak tarif edilen mesleğini bozacak olan kimselerin, Hz. İsa ve ona tabi olan samimi İseviler olduğunu belirtmiştir. Hz. İsa’nın yeryüzüne ikinci kez gelişiyle Mesih Deccal’in dinsiz mesleği yok olup etkisiz hale gelecektir:

Bediüzzaman bu sözleriyle, Peygamberimiz (sav)’in hadisleri doğrultusunda Deccal’i fikren etkisiz hale getirip, onun fitnesini dünya üzerinden kaldırabilecek kişinin yalnızca Hz. İsa olduğunu belirtmektedir. Bediüzzaman burada kullandığı “ONU” kelimesiyle, Deccal’in “BİR ŞAHIS” olduğunu dile getirmiştir. Bediüzzaman’a göre, bu şahsın inkara dayalı çabasını durduracak olan kişi ise yine “BİR ŞAHIS OLAN HZ. İSA”dır. Bediüzzaman’ın bu sözleri son derece açıktır. Bediüzzaman, Deccal’i etkisiz hale getirebilecek tek şahsın Hz. İsa olduğunu açıkça belirtmiş ve tüm inananları bu değerli zatın yeryüzüne ikinci kez gelişiyle müjdelemiştir.

Bediüzzaman, Mesih Deccal’in fitnesinin tüm yeryüzünde büyük bir bozgunculuğa neden olacağına dikkat çekmektedir. Bu fitnenin tam anlamıyla ortadan kaldırılmasının ise Hz. İsa vesilesiyle olacağını bildirmektedir. Bediüzzaman, Mesih Deccal’in mesleğinin dinsizliği tüm yeryüzüne yaymak ve dinsizlikten dayanak bulan felaketler oluşturmak olduğunu belirtmektedir. Yeniden yeryüzüne döndüğünde Hz. İsa’nın, Deccal’in neden olduğu felaket ve kötülükleri engelleyeceğini, onun mesleğini etkisiz hale getireceğini ve İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılacağını müjdelemektedir.

Hz. İsa Allah’ın mübarek bir elçisidir. Tüm peygamberler gibi, o da insanları bir ve tek olarak Allah’a iman etmeye, Allah’ın emrettiği din ahlakını  yaşamaya davet etmiştir. Ancak Hz. İsa’nın Allah Katına yükseltilmesinin ardından, Hıristiyanlık inancında dejenerasyon oluşmuş, Hıristiyanlar Hz. İsa’nın kendilerine tebliğ ettiği hak dinden uzaklaşmışlardır. Hz. İsa ikinci kez yeryüzüne geldiğinde, Hıristiyanlığı tahrif olmuş yönlerinden arındıracak, yeniden hak haline döndürecektir. Bediüzzaman da “HALİS BİR DİN İSEVİLERDE ORTAYA ÇIKACAK” sözleriyle bu gerçeğe dikkat çekmektedir. Bediüzzaman Hıristiyanlığın Kuran’a tabi olarak İslamiyet ile birleşeceğini bildirmiş ve tüm bu gelişmelerin Hz. İsa’nın yeryüzüne ikinci kez gelişinin alametlerinden olacağını hatırlatmıştır. Bediüzzaman’ın müjdelediği bu gelişmeler henüz gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman da yaşadığı dönemde bu konuya dikkat çekerek, hem Hz. İsa’nın ileri bir tarihteki gelişini müjdelemiş, hem de Hz. İsa ile aynı dönemde yaşayacak olan Hz. Mehdi’nin çıkışının da kendisinin döneminde henüz gerçekleşmemiş olduğunu vurgulamıştır.

Bediüzzaman, Kuran ayetlerinde yer alan işaretlere ve hadislerde verilen bilgilere dayanarak, Hz. İsa’nın yeryüzüne yeniden geleceğini söylemektedir. Bediüzzaman burada kullandığı “NÜZUL” kelimesiyle, Hz. İsa’nın “bir mana, bir ruh ya da temsili bir şahıs” değil, Allah’ın bir mucizesi olarak insani bedeniyle ikinci kez yeryüzüne gelecek “BİR ŞAHIS” olduğunu açıklamaktadır. Bediüzzaman, Deccal’in inkara dayalı çabalarının da, Hz. İsa’nın “NÜZULÜ” yani “BİR ŞAHIS OLARAK YERYÜZÜNE GELİŞİ”nin ardından son bulacağını ifade etmektedir.

“BÜYÜK MEHDİ”NİN DÖRT EHEMMİYETLİ VAZİFESİNİN VE DAHA EVVEL GELİP GEÇEN KÜÇÜK MEHDİLER “BÜYÜK MEHDİ”NİN BİR KISIM VAZİFELERİNİ BİR CİHETTE (bir açıdan) İCRA ETTİKLERİNİ (yerine getirdiklerini)  ve ŞERİAT-I MUHAMMEDİYE’Yİ (A.S.M.) (Peygamberimiz (sav)’in yolunu, Kuran ahlakını) VE HAKİKAT-İ FURKANİYEYİ (Kuran ahlakının esaslarını, hakikatlerini) VE SÜNNETİ AHMEDİYEYİ (A.S.M.) (Peygamberimiz (sav)’in sünnetini)   İHYA İLE (yeniden canlandırma ile), İLAN VE İCRA İLE (herkese duyurarak ve uygulayarak) BAŞKUMANDANLARI OLAN “BÜYÜK MEHDİ”NİN KEMAL-İ ADALETİNİ (yüce adaletini) VE HAKKANİYETİNİ (haktan ve doğruluktan ayrılmayışını, doğruluğunu) DÜNYAYA GÖSTERMELERİ gayet makul olmakla beraber, gayet lazım ve zaruri ve hayat-i içtimaiye-i insaniyedeki düsturların (cemiyet hayatına ait kuralların) muktezasıdır (gereğidir). (Şualar, s. 456)

Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin İslam ahlakını yeniden yaşanır hale getireceğini, Peygamberimiz (sav)’in sünnetiyle hareket edeceğini, üstün bir adalet anlayışı olacağını anlatmaktadır:

Bediüzzaman yukarıda yer alan sözlerinde, iki ayrı tür Mehdi olduğunu belirtmiştir. Bunlardan birini “küçük Mehdiler” olarak adlandırmış, diğerinin ise ahir zamanda gelecek olan “BÜYÜK MEHDİ” olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman “BÜYÜK MEHDİ”nin çok açıkça görülen ve taklit edilmesi mümkün olmayan bazı alametleri olduğunu belirtmiştir. Peygamberimiz (sav)’in sünnetinin yeniden canlandırılması ve İslam ahlakının tüm dünyada hakim olması, tüm Müslümanlar arasında İslam birliğinin oluşturulması, Hıristiyanlarla Müslümanların ittifakının sağlanması, Hz. Mehdi’nin reddedilmesi mümkün olmayan alametleridir. Bediüzzaman, “küçük Mehdi” olarak bahsettiği, önceki asırlarda gelen Müslüman şahısların Hz. Mehdi’nin yapacağı hizmetlerden bazılarını bir açıdan yerine getirdiklerini, ancak hiçbirinin bu görevlerin hepsini birarada yerine getiremediklerini ifade etmiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle, ahir zamanda gelmesi beklenen “Büyük Mehdi”nin, geçmişte gönderilen Müslüman şahıslarla karıştırılmaması gerektiğini; “Büyük Mehdi”nin ancak sayılan tüm görevlerini birarada gerçekleştirmesiyle tanınacağını” hatırlatmıştır. Peygamberimiz (sav)’in sünnetinin yeniden canlandırılarak İslam ahlakının tüm dünyaya hakim kılınması, İslam birliğinin oluşturulması, Hıristiyan ve Müslüman ittifakının sağlanması ne Bediüzzaman’ın yaşadığı dönemde ne de ondan önceki devirlerde gerçekleştirilmemiş olaylardır. Bediüzzaman da bu gerçeğe dikkat çekerek Hz. Mehdi’nin kendisinden ilerideki bir tarihte geleceğini ve bu mübarek insanın, geçmişte İslam’a hizmet eden diğer Müslüman şahıslardan bu alametleriyle ayırt edilebileceğini belirtmiştir.

Bunun yanında Bediüzzaman bu açıklamalarıyla “Hz. Mehdi’nin BİR ŞAHIS olduğunu” da bir kez daha vurgulamıştır. Ahir zamanın “Büyük Mehdi”sinden önce gelen tüm İslam büyükleri, müceddidler ve Bediüzzaman’ın “küçük Mehdi” olarak adlandırdığı kimseler hep birer şahıs olmuşlardır. Bediüzzaman, Allah’ın bu adetullahının ahir zamanda da değişmeyeceğine ve “BÜYÜK MEHDİ”nin de yine “BİR ŞAHIS” olacağına dikkat çekmektedir.

Bediüzzaman “ŞERİAT-I MUHAMMEDİYE’Yİ VE HAKİKAT-İ FURKANİYEYİ VE SÜNNETİ AHMEDİYEYİ (A.S.M.)” sözleriyle, pek çok hadiste de bildirildiği gibi, Hz. Mehdi’nin ahir zamanda Peygamber Efendimiz (sav)’in sünneti ile amel edeceğini ve dini, bidatlardan arındıracağını ve İslam dinini özüne döndüreceğini belirtmektedir. Peygamberimiz (sav)’in bu konuyu bildiren hadislerinden bazıları şöyledir:

 Hz. Mehdi hiçbir bidatı bırakmayacak. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 43)

Mehdi kaldırmadık bidat bırakmayacaktır. Ahir zamanda aynı Peygamber (sav) gibi dinin icablarını yerine getirecektir. (Kıyamet Alametleri, s. 163)

Hz. Mehdi İslam dinini, Asr-ı Saadet olarak adlandırılan Peygamberimiz (sav)’in döneminde yaşanan ve Kuran’da bildirilen şekline döndürecektir. Bu görev İslam tarihinde diğer İslam alimlerine nasip olmamış, bugüne kadar böyle bir durum gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman da bu açıklamasıyla, İslam dinini aslına döndürme görevinin ancak Hz. Mehdi’ye nasip olacağını ve bunun Hz. Mehdi’nin tanınmasını sağlayacak en önemli alametlerden olduğunu hatırlatmaktadır.

Bediüzzaman bu sözlerinde Hz. Mehdi’nin izleyeceği yolu anlatmakta, insanları hak dine davet ederken kullanacağı yöntemleri açıklamaktadır:

Bediüzzaman’ın burada kullandığı “İHYA” kelimesinin anlamı, “YENİDEN CANLANDIRMA”dır. Bediüzzaman’ın da belirttiği gibi, Hz. Mehdi ahir zamanda Kuran’dan uzaklaşmış olan insanların yeniden Kuran ahlakına göre yaşamalarına vesile olacaktır.

“İLAN” kelimesinin anlamı ise, “HERKESE DUYURMA”dır. Bediüzzaman’ın açıklamalarına göre Hz. Mehdi, Kuran’ın hakikatlerini ve Kuran ahlakını herkesin görebileceği, ulaşabileceği şekilde duyuracaktır. Kitle iletişim araçlarını ve teknolojiyi çok iyi kullanacağı anlaşılan Hz. Mehdi, İslam gerçeklerini çok çeşitli ve hikmetli yöntemler kullanarak tüm dünyaya açıkça gösterecek ve ilan edecektir.

“İCRA” kelimesinin anlamı da, “UYGULAMA”dır. Bediüzzaman bu sözleriyle de Hz. Mehdi’nin, Kuran ahlakını tüm dünyada hakim edeceğini ve tüm toplumlarda yaşanır hale getireceğini belirtmektedir.

Bediüzzaman’ın burada Hz. Mehdi’nin faaliyetleri hakkında üzerinde durduğu büyük çaplı hizmetler, tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşecek olaylardır. Bediüzzaman bunların hiçbirinin kendisi hayatta iken gerçekleşmemiş olduğuna dikkat çekmekte, ancak bu alemetlerin gerçekleşmesine vesile olan kişinin Hz. Mehdi olabileceğini belirtmektedir.

Bediüzzaman, dikkat çektiği bu önemli konuyla birlikte Hz. Mehdi’nin bir şahsı manevi olmadığını da vurgulamaktadır. Bediüzzaman, İslam dininin esaslarını, Peygamberimiz (sav)’in sünnetini “İHYA, İLAN VE İCRA EDECEK BİR ŞAHSIN” varlığından söz etmektedir. Tüm bu icraatler “iman, akıl ve vicdan sahibi kutlu BİR ZATIN yerine getirebileceği” görevlerdir. Dolayısıyla Bediüzzaman bu açıklamalarıyla “HZ. MEHDİ’NİN BİR ŞAHSI MANEVİ OLAMAYACAĞI” konusunda da kesin bir delil daha ortaya koymaktadır.

Peygamber Efendimiz (sav)’den rivayet edilen birçok hadiste Hz. Mehdi döneminde yeryüzünün adaletle dolacağı haber verilmektedir:

Kıyametin kopması için zamanda sadece bir günden başka vakit kalmamış da olsa Allah, benim Ehli Beytimden (soyumdan) bir zatı gönderecek, yeryüzü zulümle dolduğu gibi, o yeryüzünü adaletle dolduracak. (Sünen-i Ebu Davud, 5/92)

Mehdi bendendir, yeryüzü zulüm ve işkence ile dolduğu gibi onu doğruluk ve adaletle doldurur.
(Sünen-i Ebu Davud, 5/93)

Bu (Emir) de (Hz. Mehdi) insanlar yeryüzünü daha önce zulüm ile doldurdukları gibi, yeryüzünü adaletle dolduracaktır. (Sünen-i İbn-i Mace, 10/348)

Hadislerde belirtilen, bu adalet ve huzur ortamı çok geniş çapta ve çok benzersiz olacaktır. Bediüzzaman da “KEMAL-İ ADALETİ” ve “HAKKANİYETİ” sözleriyle, Hz. Mehdi’nin adaletinin en mükemmel şekilde olacağını bildirmektedir. Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin bu vasıflarını dile getirerek öncelikle onun bir şahsı manevi olmadığını, “ADALET YAPABİLECEK, HAK VE DOĞRU YOLU İZLEYEBİLECEK BİR ŞAHIS” olduğunu ifade etmektedir. Bir şahsı manevinin “adaletli olması ya da hak yoldan ayrılmama vasfını taşıması” söz konusu değildir. Bediüzzaman da Hz. Mehdi’nin ahlakındaki bu “MÜMİN VASIFLARI”na dikkat çekerek, bu konuya açıklık kazandırmış ve onun mübarek “BİR İNSAN” olduğunu hatırlatmıştır.

Bediüzzaman bu sözlerinin başında ise “Büyük Mehdi”nin “BAŞKUMANDANLIK” sıfatına dikkat çekmiştir. Bu, ancak “BİR İNSAN”ın sahip olabileceği bir özellik ve bir insanın üstlenebileceği bir görevdir. Çok açıktır ki Bediüzzaman burada bir şahsı manevinin müminlerin başkumandanı olacağından bahsetmemekte; “BU GÖREVİ YERİNE GETİREBİLECEK ÖZELLİKLERE SAHİP BİR ŞAHSI” ifade etmektedir.

Bediüzzaman “Başkumandanları olan “Büyük Mehdi”nin kemal-i adaletini ve hakkaniyetini DÜNYAYA GÖSTERMELERİ” sözleriyle burada ayrıca Hz. Mehdi’nin yüce adaletinin, haktan ve doğruluktan ayrılmayışının mükemmelliğine “BÜTÜN DÜNYANIN ŞAHİT OLACAĞINI” ifade etmektedir. Tüm insanlar, bu mübarek zatı görüp tanıyacaklar, Allah’ın adil sıfatının yeryüzündeki tecellilerini Hz. Mehdi’de göreceklerdir. Hz. Mehdi’nin büyük fikri mücadelesi neticesinde, belki de tüm dünyada ilk kez zulüm ve kargaşa tamamen bitecek, dünya çapında barış, huzur ve adalet olacaktır. Bediüzzaman bu açıklamalarıyla, Hz. Mehdi’nin geçmiş dönemlerde gelmediğini, geldiğinde ise Allah’ın bu gelişmelerle onu insanlara tanıtacağını bildirmektedir. 

Ayrıca hem iki Deccal’in sıfatları ve halleri ayrı ayrı olduğu halde, mutlak gelen   RİVAYETLERDE İLTİBAS OLUYOR (karıştırılıyor), BİRİ ÖTEKİ ZANNEDİLİR.  HEM “BÜYÜK MEHDİ”NİN HALLERİ SABIK MEHDİLERE (önceki Mehdilere) İŞARET EDEN RİVAYETLERE MUTABIK (uygun) ÇIKMIYOR,  hadis-i müteşabih (birçok anlama gelebilecek hadis) hükmüne geçer. (Şualar, s. 582)

Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)’in ahir zamanla ilgili hadislerinde bahsi geçen Deccallerin özelliklerinin ve faaliyetlerinin birbirine benzediğini; bu sebeple birinin diğeri zannedilebildiğini söylemektedir. Ancak bu hadislerde “Büyük Mehdi”ye dair bildirilen özelliklerin, “sabık Mehdiler” olarak bahsettiği, önceki dönemlerde gelmiş olan müceddidlerden çok farklı olduğunu belirtmiştir:

Bediüzzaman “İLTİBAS OLUYOR (KARIŞTIRILIYOR) BİRİ ÖTEKİ ZANNEDİLİR” sözleriyle, hadislerde bahsi geçen Deccallerin karıştırılabildiğini hatırlatmıştır. Bediüzzaman ahir zamanda gelecek “Büyük Mehdi” ile “sabık Mehdiler” arasında ise böyle bir karıştırmanın söz konusu olamayacağını belirtmiştir. Bunun sebebinin de “Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde sabık Mehdiler ile ilgili olarak verilen bilgilerin Büyük Mehdi’nin özellikleri ile uyuşmaması” olduğunu ifade etmiştir.

Bediüzzaman bu sözleriyle “BÜYÜK MEHDİ”nin “geçmiş zamanlarda gelmemiş olduğunu”, bu mübarek şahsın, “Peygamberimiz (sav)’in bildirdiği tüm özelliklere birden sahip olmasıyla tanınacağını” dile getirmiştir. Zira bir kişinin Mehdi olabilmesi için Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde bildirilen özelliklerin tamamını birden üzerinde göstermesi gerekmektedir. Yoksa bazı alametlerin var zannedilmesiyle, o kişinin Mehdi olduğunun düşünülmesi doğru değildir. Hz. Mehdi, Allah’ın izniyle ortaya çıktığı zaman, Peygamberimiz (sav)’in bildirdiği tüm bu alametleri üzerinde taşıyacaktır. Peygamberimiz (sav)’in bildirdiği gibi “seyyid”, yani Peygamberimiz (sav)’in soyundan olacak, İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılacak, yeryüzüne benzersiz bir adalet, huzur, bolluk ve bereket getirecektir. Bediüzzaman da buradaki sözleriyle bu alametlerin farklılığına dikkat çekmiş, bu özelliklerle uyuşmayan şahısların Hz. Mehdi olamayacağını hatırlatmıştır.

Bediüzzaman bu konuyu anlatığı sözlerinde bir başka konuyu daha vurgulamış, hadislerde bildirilen Deccallerin, sabık Mehdilerin ve Hz. Mehdi’nin “manevi kişilikler” değil, “BİRER ŞAHIS” olduklarını belirten açıklamalar da yapmıştır. Zira “BİRİ” ve “ÖTEKİ” sözleri burada “KİŞİ” ifade eden zamirler olarak kullanılmıştır. Bediüzzaman bu sözleriyle hem “SABIK MEHDİLERİN” hem de “BÜYÜK MEHDİ”nin “BİRER ŞAHIS” olduklarını ifade etmektedir.

Bediüzzaman eserlerinde sabık Mehdilerin, ahir zaman Mehdisi’nin üç büyük görevini yerine getiremedikleri için Büyük Mehdi olamayacaklarını anlatmıştır. Bunun bir diğer sebebinin ise yukarıda da açıklandığı gibi, Büyük Mehdi’nin özelliklerinin Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde sabık Mehdilere dair bildirdiği özelliklere uymaması olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman bu açıklamalarıyla Hz. Mehdi’nin, ortaya çıktığında bu özelliklere sahip olmasıyla tanınıp teşhis edilebileceğini hatırlatmıştır. Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde bildirdiği, Hz. Mehdi’nin ahlakına, fiziksel özelliklerine, soyuna, mücadelesine, yerine getireceği faaliyetlere ait alametler görülmediği takdirde ise, bir kişinin Hz. Mehdi olabileceğinden bahsedilemeyeceğini belirtmiştir. Dolayısıyla da verdiği bu bilgilerle, hadislerde bildirilen müjdelerin henüz gerçekleşmediğine ve Hz. Mehdi’nin geçmiş dönemlerde gelmiş bir şahıs olmadığına dikkat çekmiştir.

Bediüzzaman bu sözleriyle aynı zamanda Hz. Mehdi’nin manevi bir varlık olmadığını, “BİR ŞAHIS” olarak müminlerin başında bulunup, onlara önderlik edeceğini de açıklamıştır. Şöyle ki:

1- Bediüzzaman, daha önce gelen Mehdilerin birer şahıs olduklarını anlatıp ardından da Büyük Mehdi ile aralarındaki farkı açıklamıştır. Demek ki Büyük Mehdi de “BİR ŞAHIS”tır.

2- Önceki Mehdiler belirtilen görevleri yerine getirememişlerdir. Ama bu görevleri Büyük Mehdi yerine getirecektir. Bu görevlerin yapılabilmesi ise, bir şahsın var olmasını gerektirmektedir. Demek ki Büyük Mehdi de “BİR ŞAHIS” olacaktır.

3- Büyük Mehdi, Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde tarif ettiği sabık Mehdi’lere dair özelliklere uymamaktadır. Büyük Mehdi, Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde müjdelediği ahir zaman Mehdisi’nin özelliklerini taşıyacaktır. Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde, Hz. Mehdi’nin bir şahsı manevi olmadığı fiziksel özellikleriyle, ahlakıyla tarif edilen bir şahıs olduğu yüzyıllardır tüm İslam alimleri tarafından bilinen bir gerçektir. Bediüzzaman da burada Büyük Mehdi’nin, hadislerde anlatılan sabık Mehdilerden bu farkına dikkat çekerek, yine “BİR ŞAHIS”tan bahsettiğini ifade etmiştir.

Bu açıklamalarda bahsi geçen “sabık Mehdilerin” birer şahıs oldukları kabullenilirken, Bediüzzaman’ın aynı açıklamalarında yine bir şahıs olacağını belirttiği “Büyük Mehdi”nin “bir şahsı manevi” olacağı düşüncesini öne sürmek elbette ki çelişkilidir. Böyle bir durumda, rivayetlerde belirtilen ahir zaman Mehdisi’nden önce gelen tüm Mehdilerin de birer şahsı manevi olması gerekirdi ki, böyle bir durum olmamıştır. Dolayısıyla da böyle bir yaklaşım son derece yanlış ve mantıksızdır. Bediüzzaman’ın da müjdelediği gibi, Peygamberimiz (sav)’in rivayetlerindeki özelliklere sahip olmasıyla tanınacak olan Büyük Mehdi, ahir zamanda “BİR ŞAHIS” olarak ortaya çıkacak ve Allah’ın izniyle Bediüzzaman’ın belirttiği üç görevi birden bizzat yerine getirecektir.

BÜYÜK MEHDİ’NİN ÇOK VAZİFELERİ VAR VE SİYASET ALEMİNDE, DİYANET ALEMİNDE, SALTANAT ALEMİNDE, MÜCADELE ALEMİNDE ÇOK DAİRELERDE İCRAATLARI (işleri) OLDUĞU GİBİ… (Şualar, s. 590)

Bediüzzaman, ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi’nin;

–       Siyaset,
–       Diyanet,
–       Saltanat

alanlarında büyük görevleri olacağını bildirmekte, ancak bu görevlerin hepsini birden tam olarak yerine getiren kişinin Hz. Mehdi olabileceğini ifade etmektedir:

Bediüzzaman “Büyük Mehdi”nin, sabık Mehdiler olarak adlandırdığı kişilerden en önemli farklarından birinin, onun yerine getireceği “büyük görevler” olduğunu bildirmiştir. Bediüzzaman “ÇOK VAZİFELERİ VAR” diyerek, yerine getireceği bu görevlerin Hz. Mehdi’yi insanlara tanıtacak önemli bir alamet olduğunu vurgulamaktadır. Bediüzzaman, bu görevlerin tamamı birden yerine getirilmediği takdirde ise, bir kimsenin Hz. Mehdi olmasının söz konusu olamayacağını hatırlatmaktadır.

Bediüzzaman bu sözlerinde “ÇOK VAZİFELERİ VAR” dediği Hz. Mehdi’nin bu görevlerinin neler olduğunu açıklamaktadır. Hz. Mehdi’nin, “SİYASET MEHDİSİ, SALTANAT MEHDİSİ ve DİYANET MEHDİSİ olarak bu üç özelliğe birden sahip olacağını ve bu üç alanda birden Mehdilik yapacağını” söylemektedir. Dikkat edilirse Bediüzzaman bu görevleri “üç ayrı kişi”nin yerine getireceğinden bahsetmemiştir. Tam tersine Hz. Mehdi’nin bu “ÜÇ KONUDA BİRDEN” müminlerin önderliğini üstleneceğini belirtmiştir. Bu sözleriyle ayrıca, “Mehdiliği üçe bölmenin, tek bir tanesinin Mehdilik için yeterli olacağını söylemenin” yanlışlığını ortaya koymaktadır.

Bediüzzaman verdiği bu bilgilerle, Hz. Mehdi’nin imkanlarının çok geniş olacağını ve bu görevlerin tam yapılmasının bu üç alanda birden güç sahibi olunmasıyla gerçekleştirileceğini açıklamaktadır. “ÇOK DAİRELERDE İCRAATLARI OLDUĞU GİBİ” sözleriyle ise, Hz. Mehdi’nin bu “faaliyetlerinin ve etki alanının çapının genişliğini” belirtmektedir. Bediüzzaman yaşadığı süre içerisinde çok büyük bir iman hizmeti yürütmüş ancak bu üç alanda birden imkan ve yetkilere sahip olmamıştır. Aksine kendisi ömrünü esaret, maddi sıkıntılar ve zorluklar altında geçirmiştir. Çeşitli haksızlıklara uğramış, eziyetlere tabi tutulmuş, yaşamının büyük bölümünü hapis ve sürgün gibi şartlar altında sürdürmüştür. Kuşkusuz ki eğer Bediüzzaman Mehdi olsa ve diyanet, saltanat ve siyaset alanlarındaki üç görevi yerine getirmiş olsaydı, böyle bir durum söz konusu olmazdı. Dolayısıyla Bediüzzaman, Hz. Mehdi hakkında verdiği bu bilgi ile, kendisinin Hz. Mehdi olamayacağını bizzat kendi sözleriyle bir kez daha delillendirmiştir.

Bediüzzaman bu sözleriyle ayrıca Hz. Mehdi’nin “lider vasıflarını taşıyan üstün BİR ŞAHIS” olduğuna bir kez daha dikkat çekmiştir. Bediüzzaman’ın saydığı görevlerin her biri ancak “BİR İNSAN”ın üstlenebileceği sorumluluklardır. “MEHDİ” kelimesi, “HİDAYET BULAN VE HİDAYETE YÖNELTEN” anlamındadır. Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin “DİYANET”, “SİYASET” ve “SALTANAT” aleminde bu “MEHDİLİK VASFINI” taşıyarak büyük sorumluluklar üstleneceğini belirtmektedir. Bir şahsı manevinin diyanet, siyaset ve saltanat konularında yetki sahibi olması; bu alanlarda insanların sorumluluklarını üstlenerek adalet sağlaması hiçbir şekilde söz konusu değildir. Tüm bu sorumlulukların yerine getirilmesi Bediüzzaman’ın da belirttiği gibi, “HİDAYET BULMUŞ BİR İNSANIN”, “iman, akıl ve vicdan kullanarak yerine getirebileceği görevler”dir. Bediüzzaman da sözleriyle bu gerçeği vurgulamış, Hz. Mehdi’nin bir şahsı manevi olamayacağını ifade etmiştir.

O  İLERİDE GELECEK ACİB (şaşılan, hayret uyandıran, benzeri görülmeyen) ŞAHSIN bir  HİZMETKARI ve ONA  YER HAZIR EDECEK  BİR DÜMDARI (yardımcı kuvveti) ve O BÜYÜK KUMANDANIN  PİŞDAR BİR NEFERİ (önden giden bir askeri) olduğumu zannediyorum. (Barla Lahikası, s. 162)

Bediüzzaman bu sözünde, kendisini Hz. Mehdi’nin bir tür “öncüsü” olarak nitelendirmiş ve Hz. Mehdi’nin “kendisinden sonra geleceğini” açıklamıştır:

Bediüzzaman bu ifadesinde Hz. Mehdi için, İLERİDE GELECEK” sözlerini kullanmıştır. Bediüzzaman “gelmiş” veya “geldi” gibi kendi dönemini ve öncesini kasteden ifadelere yer vermemiştir; “ileride gelecek” diyerek Hz. Mehdi’nin kendi yaşadığı dönemden sonra geleceğini açıklamıştır. “İLERİDE” kelimesinin gelecek bir zamanı ifade etttiği son derece açıktır ve Bediüzzaman’ın bu konudaki düşüncesini hiçbir itiraza yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır.

Bediüzzaman “ŞAHIS” kelimesini kullanmakta, belli bir kişiden bahsetmektedir. Bediüzzaman bu sözüyle bir topluluktan veya şahsı maneviden söz etmemektedir. Eğer Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin şahsı manevi olarak geleceğini düşünüyor olsaydı, -hayatı boyunca gerçekleri ifade etmekten asla kaçınmamış büyük bir alim olarak- bunu da açıkça ifade ederdi. Ancak Bediüzzaman, burada ve daha birçok ifadesinde olduğu gibi, Hz. Mehdi’nin kutlu zatından bahsetmektedir. Hz. Mehdi’nin ahir zamanda “bİr ŞahIs” olarak geleceğini açıkça söylemekte ve bunu, aksi bir yönde tevil edilemeyecek kadar çok sayıda sözüyle defalarca teyit etmektedir.

Bediüzzaman burada ayrıca şahıs kelimesini nitelendirmek için tekil bir ifade kullanmıştır. Demek ki Bediüzzaman “TEK BİR ŞAHIS”tan bahsetmektedir, “iki veya üç şahıstan” değil. Bediüzzaman’ın bu sözleri, Hz. Mehdi’nin bir grup ya da bir topluluk olabileceği düşüncesini tümüyle geçersiz kılmaktadır.

Bunun yanı sıra Bediüzzaman “bir şahıs” olduğunu ifade ettiği Hz. Mehdi’nin önemli bir özelliğini de vurgulamıştır. Hz. Mehdi’nin “ACİB BİR ŞAHIS” olduğunu ifade etmiştir. “Acib” kelimesi, “hayret veren, şaşırtıcı, benzeri görülmeyen” anlamındadır. Hadislerde Hz. Mehdi’nin çok büyük bir fikri mücadelesi olacağı, yaptığı işlerin dünya çapında etki göstereceği bildirilmektedir. Bediüzzaman da, Hz. Mehdi’den “ACİB” ifadesiyle bahsetmekte, bu mübarek zatın daha önce “BENZERİ GÖRÜLMEMİŞ BİR KİŞİ” olacağına dikkat çekmektedir.

Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde Hz. Mehdi’nin kullandığı yöntemlerin ve mücadele şeklinin alışılmışın dışında olacağı bildirilmiştir. Bu bilgilere göre Hz. Mehdi çok etkili yöntemler kullanacak, her konuda başarılı sonuçlar elde edecektir. Bu başarısına karşılık, kendisine çok yoğun saldırılar olmasına rağmen bunlardan hiç etkilenmeyecektir. Bediüzzaman da bu sözüyle Hz. Mehdi’nin herkesin anlayamayacağı vehbi (çalışmakla kazanılmayıp Allah’ın lütfuyla olan) ilimlere de vakıf bir şahıs olacağını ifade etmiştir.  Bediüzzaman’ın bu sözünden anlaşıldığı üzere, Hz. Mehdi döneminde hayret verici olaylar da yaşanacaktır. Hadislerde bildirildiğine ve İslam alimlerinin ifadelerine göre, olağanüstü doğa olayları, beklenmedik siyasi değişimler, teknolojinin hızla gelişmesi, dünya çapında tebliğ yapılması benzeri görülmemiş bir dönem olacağını anlatmaktadır. Hz. Mehdi her an Allah’ın yakın takibine ve yardımına mazhar olacaktır. Bu nedenle, Bediüzzaman’ın da belirttiği gibi, iman gözüyle bakmayanların şaşıracağı, kolay kolay açıklayamayacağı harikalıkta başarılara vesile olacaktır.

Bediüzzaman bu sözüyle kendi yaptığı çalışmaların, Hz. Mehdi’ye zemin hazırlayacağını ifade etmekte, kendisini bu mübarek zatın “HİZMETKARI” olarak nitelendirmektedir. Kuşkusuz ki bu son derece kesin bir açıklamadır. Eğer Bediüzzaman’ın, kendisinin Hz. Mehdi olduğu yönünde bir kanaati olsaydı, kendisini “Hz. Mehdi’nin hizmetkarı” olarak nitelendirmezdi. Çünkü “bir kişinin aynı anda hem Hz. Mehdi hem de onun hizmetkarı olabilmesi” mümkün değildir. Dolayısıyla bu ifade açıkça ortaya koymaktadır ki Bediüzzaman burada çok açık bir şekilde Hz. Mehdi olmadığını belirtmişti

Bediüzzaman burada “ONA YER HAZIR EDECEK” ifadesini kullanarak, Hz. Mehdi’nin kendisinden sonra gelecek bir kimse olduğunu bir kez daha açıklamıştır. Bilindiği gibi “hazırlık” bir şeyin öncesinde yapılan bir eylemdir. Halihazırda mevcut olan, hazır bulunan bir şey için hazırlık yapılması söz konusu değildir. Bediüzzaman da burada kendisinin “Hz. Mehdi’nin gelişinden önce böyle bir hazırlık içerisinde olduğunu” ifade etmektedir. Bu da Hz. Mehdi’nin, Bediüzzaman’ın yaşadığı dönemde henüz ortaya çıkmamış olduğunu, bu dönemin bir “hazırlık devresi” olduğunu göstermektedir.

Hadislerde yer alan tariflere ve Bediüzzaman’ın açıklamalarına göre, ahir zaman mücadelesi çok kapsamlı bir fikri mücadele olacaktır. Bu fikri mücadelede Hz. Mehdi döneminde yaşayan salih müminler görev aldığı gibi, kendisinden önce gelip ona yer hazırlayacak yardımcıları, dostları da olacaktır. Bediüzzaman da bu sözleriyle bu gerçeğe işaret etmektedir. Büyük İslam alimi, kıymetli hizmetleri ile ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi’ye ortam hazırladığını dile getirmektedir. Fikri mücadelesinin, hizmetlerinin, eserlerinin Hz. Mehdi’nin çalışmalarına fayda sağlayacağını ve bunların Hz. Mehdi tarafından kaynak olarak kullanılacağını ifade etmektedir. Bediüzzaman bu  açıklamalarıyla, kendisinin ahir zamanın beklenen Mehdi’si olmadığını bir kez daha bizzat kendi sözleriyle ifade etmektedir.

Bediüzzaman bu sözleriyle ayrıca kendi konumunu da çok açık bir şekilde tanımlamıştır. Yukarıda da ifade edildiği gibi, bir insanın aynı anda hem “Hz. Mehdi olması” hem de ona “yer hazır edecek bir kimse” olabilmesi  söz konusu değildir. Çünkü yer hazır edecek olan kişi, o kişiyle eşzamanlı olarak bu görevi yapmamaktadır. Onun görevi olayın öncesindedir; gelecek olan kişi yani Hz. Mehdi ise bu yer hazır edildikten sonra yani ileriki bir zamanda görevine başlayacaktır.

“DÜMDAR” kelimesi “yardımcı kuvvet” anlamına gelmektedir. Bediüzzaman, bu sözüyle kendisini, asıl mücadeleyi yürüten zata imkan hazırlayan yardımcı kuvvetlere benzetmiştir. Bu şekilde kendisinden sonra gelecek olan ve yapacağı büyük fikri mücadele ile İslam ahlakının getirdiği tüm güzellikleri yeryüzüne hakim edecek olan Hz. Mehdi’nin bir yardımcısı olduğunu ifade etmektedir.  Eğer Bediüzzaman kendisinin Hz. Mehdi olduğunu düşünseydi kuşkusuz ki burada kendisini “Hz. Mehdi’nin yardımcısı” olarak tanımlamazdı. Çünkü “Hz. Mehdi’nin ve yardımcısının”, “birbirinden farklı, iki ayrı kişi” olduğu çok açıktır. Eğer Bediüzzaman “yardımcısıyım” diyorsa, bu onun Hz. Mehdi olmadığını belirttiği çok açık bir ifadedir.

Bediüzzaman Hz. Mehdi’den bahsederken “O BÜYÜK KUMANDAN” sözlerini kullanarak Hz. Mehdi’nin “kumandanlık vasfına” da dikkat çekmektedir. Bir şahsı manevinin kumandanlık sıfatı taşımasının söz konusu olamayacağı çok açıktır. Bediüzzaman burada çok açık bir şekilde Hz. Mehdi’nin bu görevi yerine getirecek “BİR ŞAHIS” olduğunu ifade etmektedir.

Bediüzzaman’ın burada kullandığı “PİŞDAR BİR NEFER” ifadesi, “ÖNDEN GİDEN ASKER” anlamını taşımaktadır. Bediüzzaman bu sözüyle kendisini önden giden öncü kuvvetlere benzetirken, Hz. Mehdi’nin kendisinden sonra geleceğini bir kez daha vurgulamıştır. Eğer Bediüzzaman kendisinin Hz. Mehdi olduğunu belirtmek isteseydi, kuşkusuz ki böyle bir ifade kullanmazdı. Çünkü bu ifade aksi yönde öne sürülebilecek tüm iddiaları geçersiz kılmakta ve konuya kesin bir açıklık kazandırmaktadır. Bediüzzaman “kendisini ÖNDEN GİDEN” bir kişi olarak nitelendirmekle; “Hz. Mehdi’nin ise kendisinden SONRA GELEN” bir kimse olduğunu netleştirmektedir.

Bediüzzaman burada ayrıca “bİr nefer” yani asker kelimesini kullanarak, kendisinin Hz. Mehdi değil, onun bir yardımcısı ve ona hizmet eden bir görevli olduğunu bir kez daha ifade etmektedir. Bediüzzamanın kendisini bir “HİZMETKARI, ÖNCÜSÜ” olarak vasıflandırdığı ve bu kadar övgüyle, saygıyla bahsettiği Hz. Mehdi, tüm İslam alemi tarafından asırlardır beklenmektedir. Bediüzzaman da bu açıklamalarıyla, Hz. Mehdi’nin ahir zamanda, Allah’ın izniyle, muhakkak ortaya çıkacağını müminlere müjdelemektedir.