Genellikle bağnazlar ve Batıda bir kısım İslam karşıtları tarafından Musevi ve Hristiyan aleyhtarlığına delil olarak gösterilmeye çalışılan Kuran ayetlerinden biri Maide Suresindedir:
Ey iman edenler, Yahudi ve Hristiyanları dostlar (veliler) edinmeyin; onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez. (Maide Suresi, 51)
Ayette “dost” kelimesi iki defa geçmektedir. “Yahudi ve Hristiyanları dostlar (veliler) edinmeyin” ifadesinde geçen ve “dostlar” şeklinde çevrilen kelimenin Arapçası “evliyau”dur. Bu kelimenin gerçek anlamı, “koruyucular, kanun nazarında sorumlular, evliyalar, efendiler, sahipler, malikler” şeklindedir. “Sizden onları kim dost edinirse” ifadesinde geçen ve yine “dost” şeklinde çevrilen kelimenin Arapçası ise “Yetevellehum”dur. Bu kelimenin anlamı ise “bakımını üstlenir, hakim duruma geçer, yönetimi ele alır” şeklindedir. Arapça anlamına baktığımızda bu ayette geçen “dost” ifadelerinin gerçekte “yönetici” anlamına geldiğini rahatlıkla anlayabiliriz. Burada Müslümanlara yasaklanan, Musevi ve Hristiyanların idaresi ve yönetimi altına girmeleridir. (Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı, Kuran Meali)
Buradaki hikmeti ise anlamak zor değildir. Her din, aynı tevhid inancı ve aynı temeller üzerinde olsa da her dinin kendine ait ibadet şekilleri ve hükümleri vardır. Dolayısıyla bir Musevi veya Hristiyanın yönetimi altındaki Müslümanın ibadet ve hükümlerini uygulamada zorluk çekebilme ihtimali son derece yüksektir. Böyle bir zorluğun olmaması için ayette böyle bir hüküm verilmiştir.
Ancak burada önemli bir hususu daha açıklamak gerekir: Bu ayetin hükmü Müslümanların çoğunluk olarak yaşadığı yerler için geçerlidir. Müslüman ülkelerde devlet idaresinde bir çok üst makamda farklı dinlerden ve inançlardan insanlar bulunur ve bulunmalıdır. Örneğin Osmanlı döneminde bir çok Hristiyan ve Musevi sadrazamlık yapmış, Osmanlı ordusu çoğu zaman Ermeni paşalara emanet edilmiştir. Ancak ayette vurgulanan durum çoğunluğu Müslüman olan bir toplumda tek kanun koyucu ve düzen sağlayıcının farklı dinden bir kişi olmaması ve tüm Müslüman halkın o tek kişiye emanet edilmemesidir, ki bu toplumun inanç ve düzeninin korunması için barışcıl ve gerekli bir hükümdür. Bununla birlikte, bir Müslüman çoğunluğu Hristiyan, Musevi veya farklı inançtan olan kişilerin olduğu bir toplumda yaşıyorsa elbette o ülkenin yönetimine, kanunlarına saygılı olmakla, yaşadığı toprakların devletine sadakat göstermekle, her vatandaş gibi görevlerini yerine getirmekle yükümlüdür.