Allah Kuran’ın, “Dedi ki: “Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, and olsun, ben de yeryüzünde onlara, (Sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım. Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna.” (Hicr Suresi, 39-40) ayetleriyle, şeytanın dünyadaki tüm insanları saptırmak için her türlü çabayı harcayacağı haber verilmiştir. Karşısındaki kişi Müslüman da olsa, inkarcı, müşrik ya da münafık bir kişi de olsa, şeytan hiçbirini ayırt etmeksizin, her birini saptırabilmek için kıyamete kadar gayret edecektir.
Ancak ayetin devamında, ‘muhlis olan kulların müstesna’ sözleriyle belirtildiği gibi, şeytan Allah’a karşı samimi olan insanlara etki edemeyecektir.Dolayısıyla her kim olursa olsun; ister münafık ister kafir isterse de bir müşrik; hayatının herhangi bir döneminde, gerçekten istediği takdirde ‘şeytanın etkisinden kurtulabilme imkanına sahiptir’. Samimi olmaya karar vermesi, şeytanın etkisinin kalkması için yeterli olacaktır.
Dolayısıyla Müslümanlar, bir insan ne kadar çok münafık alameti gösterirse göstersin, ne kadar çok alçaklık, karaktersizlik ve ahlaksızlık yaparsa yapsın, bu insanın ölümle karşılaşmadan önce tövbe edebilme ihtimali olduğunu hiçbir zaman unutmazlar. Bu yüzden de kimse için, “Bu bir kez şu hataları yaptı, artık mümkün değil bir daha iflah olmaz” gibi bir bakış açısıyla yaklaşmazlar. Allah’ın hata yapan ve samimi tövbe edip doğru yola yönelen herkesi affedebileceğini bilirler. Bu nedenle aralarında münafık olmasından şüphelendikleri bir insan olduğunda da, ona karşı Kuran ahlakının getirdiği bu bilinç ve yüksek bir vicdan ile yaklaşırlar.
Yoksa hainlik ve alçaklık yaptığından şüphelenilen bir insanı, aralarından uzaklaştırıp rahat rahat yaşamaları Müslümanlar için çok kolaydır. Ama bu insanın ‘yaptıklarından pişman olup doğrudan yana dönme ihtimali’ de vardır. Onu kendi ‘karanlık dünyasına ve küfrün içine daha da itmek’ ve ‘onu şeytan ile baş başa bırakmak’, Müslümanların vicdanen kabul edebileceği bir durum değildir.
Bu yüzden Müslümanlar, ‘belki iman eder’, ‘belki münafıklıktan, şeytanlıktan vazgeçer’, ‘belki pişman olur ve hidayet bulur’ diyerek münafığı sabırla ve kararlılıkla ‘Kuran ahlakına çağırmaya ve doğrudan yana eğitmeye’ çalışırlar. Yaptığı alçaklıkların anlamını ve Allah Katındaki karşılığını anlaması için, ona Kuran ayetleriyle ‘münafık karakterini’ ve ‘münafık alametlerini’ anlatırlar. Ona güzel ahlakla, vicdanla, sevgiyle, anlayışla ve affedicilikle yaklaşıp; küfrün zalimliği ve alçaklığıyla, Müslüman ahlakı arasındaki farkı görmesini sağlamaya çalışırlar.
Ancak elbette ki bunları yaparken bir yandan da, ‘münafığın alttan alta Müslüman toplumuna zarar vermesini engellemeye ve onun şeytani faaliyetlerini pasifize etmeye’ çalışırlar. Nasıl ki ortada bir ‘yılan’ varsa, bu yılanın ağzından zehrini alırsınız ya da dişini sökersiniz ama yine bırakırsınız. Böylece yılanın herhangi birini zehirlemesini engellemiş olursunuz. İşte münafığın da zehrini, sakince etkisiz hale getirmek gerekir.
Tüm bunlar Müslümanların Kuran ahlakını yaşamalarından dolayı ibadet olarak uyguladıkları bir ahlaktır. Münafığın bunlardan etkilenip etkilenmemesi, vazgeçip hidayet bulması ya da kararlılıkla münafıklığına devam etmesi, Müslümanların elinde olan bir durum değildir. Bu ancak Allah’ın takdirindedir.Münafık kaderinde varsa, tövbe edip Allah’tan çok korkan, Allah’ı çok seven, çok samimi bir Müslüman haline gelebilir. Kaderinde münafık olarak yaratıldıysa, Müslümanlar ne kadar çaba gösterirlerse göstersinler münafık eninde sonunda küfre gider.
Ama bunun kararını hiçbir zaman için Müslümanlar veremezler. Münafık Müslümanlardan ayrılmak istemeden, Müslümanlar ona “Aramızdan git, seni istemiyoruz” demezler. Çünkü bir insanı kendisi istemeden küfre doğru itmek asla dine uygun olmaz.
Ayrıca Müslümanlar Kuran’a göre birbirlerini koruyup kollamakla sorumludurlar. Çünkü Kuran’da ‘velayet sistemi’ vardır. İman edenler ‘birbirlerinin velisi, koruyucusu, dostu, yardımcısı’ dır. Birbirlerini öz kardeşleri gibi korumakla mükelleftirler. Dolayısıyla münafık da, sadece diliyle bile olsa “La İlahe İllAllah”yani “Allah’tan başka İlah yoktur” dediği sürece, Müslümanlar arasındaki velayet sistemi onun için de geçerlidir. Dolayısıyla Müslümanlar, “Şu kişi münafık olabilir” diyerek bir kişiyi aralarından ayıramazlar. Böyle kesin bir teşhis koyabilmek için ancak Allah’ın Peygamberlerine vahiy indirmiş olması gerekir. Asrımızda da bir Peygamber yaşamadığı için, Müslümanlar kendi kendilerine asla bir kişi için “Bu kişi münafık” diye bir hüküm veremezler. Böyle bir karar verip o kişiyi Müslümanların arasından ayırıp dışlamak, onu küfre doğru itmek, ‘haram olur’.
Müslümanlar neden küfre tebliğ yaparlar? İnkar edenlerin iman etmelerine vesile olmak için. Küfre sabırla anlatırken, münafığa anlatmaktan vazgeçmek ise çok çelişkili ve yanlış bir uygulama olur. Müslümanlar nasıl ki, “Ateistim”, “Dinsizim” ya da “İslam’a karşıyım” diyen insanlara İslam’ı tebliğ ediyorlarsa, münafığa da aynı şekilde Müslümanlığı anlatmak durumundadırlar. Münafık ne kadar anormal, ne kadar aksi, huysuz ya da ahlaksız olursa olsun, Müslüman ona sabretmekle yükümlüdür. Ne kadar sabır gösterirse, karşılığında da o kadar sevabı olur.
Dahası dünyada Allah’tan başka hiç kimse, kimin cennetlik, kiminse cehennemlik olduğu bilemez. Belki bir insanın ‘münafık’ sandığı kimse, tövbe edip cennete gidecek, bu zanda bulunan kişi ise cehenneme gidecektir. Bunun bilgisi yalnızca Allah Katındadır. ‘Ümit kesmek’ Kuran’da haram kılınmıştır. Allah Kuran’da “Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden umut kesmez.” şeklinde buyurmuştur. Çünkü Allah sonsuz güç sahibidir; dilediği her şeyi yapmaya güç yetirendir. Dolasıyla bir insanın hidayet bulmasından, kendini düzeltip doğruya yönelmesinden asla ümit kesilemez.
Bu nedenle Müslümanlar hiçbir zaman için münafığı küfürle baş başa bırakıp dışlamazlar. Çok uzun bir zaman boyunca sürse de, münafığı sabırla ve Kuran ahlakıyla eğitmeye çalışırlar. Sabrederler, çünkü münafık da bazen şifa bulabilir. Bazen de, “Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun ‘üzerini kabukla bağlattırırız’; artık bu, onun bir yakın dostudur.” (Zuhruf Suresi, 36) ayetiyle haber verildiği gibi, şeytan münafığın üstüne yapışır ve bir daha da onu bırakmaz. Ama bazen de Allah münafığın üzerinden şeytanın etkisini kaldırır. O zaman o insan, ölüyken birdenbire dirilmişçesine, kendine gelir.
Bu, komada olup da, fişinin çekilmesi için bekletilen bir hastanın durumuna benzer. Komadaki bir adamdan nasıl hiçbir zaman ümit kesilmezse, münafık hakkında da aynı durum geçerlidir. Nasıl ki böyle bir hastanın fişini çekip onu ölüme terk etmek vicdanen kabul edilebilir bir durum değilse, münafık için de ‘kesin hüküm vermek’ doğru olmaz. Bazı hastalar hiçbir zaman komadan çıkmaz ve komadayken ölürler. Bazıları da kurtulurlar. Bu yüzden hastayı mutlaka komadan çıkıncaya kadar beklemek gibi, münafığı da ‘belki hidayet bulur, belki samimi iman eder’ ihtimaliyle sabırla beklemek ve kurtarmaya çalışmak gerekir.