Münafığı ele veren en önemli alametlerinden biri ‘yalan söyleme konusundaki şeytani mahareti’ dir. Münafık sinsi bir zekaya sahip olduğu için, sadece ağzına geldiği gibi yalan söylemez. Bir konuda yalan söyleyeceği zaman, o yalanın bütün altyapısını kapsamlı şekilde beyninde hazırlar. Özellikle de sahtekarlıklarının yakalanması ihtimaline karşı öne süreceği teviller zihninde hep mevcuttur. O yüzden münafığı ‘suçüstü yakalamak’ çok zordur. Oyunları çok net teşhis edilip, deşifre edilse dahi, arsızca bunları inkar eder. O an Müslümanlar, münafığın yaptığı bir ahlaksızlığı çok net gözleriyle görseler bile, münafık buna hemen onlarca şeytani açıklama getirir. Bütün ahlaksızlıklarını yalanlarla kamufle etmeye çalışır. Hazırcevap, dilbaz ve tartışmacı olduğu için, bir yalandan hemen başka bir yalana anında geçebilir. Yalanları yakalandığında öne sürdüğü mantık ise, hep ‘kendisinin her zaman iyi niyetli ve hep hayır peşinde olduğu’ dur. Ona karşı güçlü bir ‘önyargı olduğu için’ bu şekilde sürekli kendisinden şüphe duyulduğu iddiasındadır.
Peygamber Efendimiz (sav) döneminde münafıklar Dırar mescidini kurduklarında, tek amaçları Peygamberimiz (sav)’e karşı münafıkları bir araya toplayıp, fitne çıkartıp Müslüman topluluğunun arasını ayırmaktı. Ama kendilerine sorulduğunda, bu mescidi sadece iyilik ve hayır amaçlı oluşturduklarına dair Allah adına yemin etmişlerdi. Allah bize münafıkların bu sinsi taktiklerini Kuran’da şöyle haber vermiştir:
Zarar vermek, inkarı (pekiştirmek), müminlerin arasını ayırmak ve daha önce Allah’a ve elçisine karşı savaşanı gözlemek için mescit edinenler ve: “Biz iyilikten başka bir şey istemedik” diye yemin edenler (var ya,) Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahitlik etmektedir. (Tevbe Suresi, 107)
İşte münafıkların yalan yöntemi asırlardır hiç değişmemiştir. Tartışma ve tevil yöntemleri, kendilerini kurtarma metotları, savunma stratejileri ve yalanlarını kamufle etme teknikleri, dönemler, kişiler ve örnekler değişiklik gösterse de, hep aynıdır. Örneğin, münafık iki Müslümanın konuştuğunu görür. Eğer konuştukları özel bir konuysa, onların yanına gittiğinde Müslümanların susacaklarını ya da konuyu değiştireceklerini bilir. Çünkü Müslümanlar, İslam’ın menfaati, diğer Müslümanların güvenliği konusunda çok tedbirli, hamiyet hisleri kuvvetli ve korumacıdırlar. O yüzden münafık sinsice ve kendini hissettirmeden, Müslümanların konuştukları odanın tam kapısında bekleyerek anlatılanları dinlemeye çalışır. O anda biri kendisini görüp, ne yaptığını sorsa,“Buraları temizliyordum” der. Yalan söylediğini anlayan Müslümanlar, eğer onun yalanını ortaya çıkarmak için biraz daha üstüne gidip, “Burası daha yeni temizlendi” deseler, “Az önce buraya kirli bir eşya kondu, o yüzden yeniden temizliyorum” der. Eğer Müslümanlar o yalanını da bertaraf edecek birşey söylerlerse, bu sefer de bambaşka bir yalan daha ortaya atar. En sonunda artık çok köşeye sıkışınca da, başka bir sahtekarlık yapar. Ağlamaya, çirkef şekilde bağırmaya ve oynadığı sinsi oyunu teşhis eden Müslümanlara iftira atmaya başlar. ‘Aslında orada iyilik için bulunduğunu, Müslümanların bilmeden kirli bir yere değmemeleri için fedakarlık yapıp oraları temizlediğini; ama buna rağmen üstüne varıldığını, kendisine sevgisiz ve gaddar davranıldığını’ söyler. Hatta konuşarak biraz daha üstüne gidilip, doğru konuşması için daha da zorlansa, bu sefer sağlığını, tansiyonunu, şekerini veya başka bir hastalık ihtimalini öne sürüp, bayılıyormuş gibi numara yapmaya başlar. Amacı, yalanını saklayabilecek imkanı kalmadığı için, artık bu konuşmalarla daha fazla üstüne gelinmemesini sağlamaktır. Ve tam bir ‘tiyatro oyuncusu gibi’ mükemmel, ama bir o kadar da ‘şeytani, sinsi ve kahpece bir oyun’ sergiler.
Münafık Müslümanları çok iyi tanıdığı için, onların nezaketini, şefkatini ve merhametini çok iyi kullanır. Ağladığında ya da sağlığını öne sürdüğünde Müslümanların vicdanen daha fazla soru sormayacaklarını, üsteleyemeyeceklerini ve anlamazdan gelerek konuyu kapatacaklarını çok iyi bilir. O yüzden ne zaman böyle sıkışıp zor durumda kalsa, hemen bu planlarını devreye sokar. Allah Kuran’da münafıkların bu gibi yöntemlerle ‘gerçekleri çarpıtarak sürekli yalan söylediklerini’ şöyle haber vermiştir:
Şeytanların kimlere inmekte olduklarını size haber vereyim mi? Onlar, ‘gerçeği ters yüz eden,’ günaha düşkün olan her yalancıya inerler. Bunlar (şeytanlara) kulak verirler ve çoğu yalan söylemektedirler. (Şuara Suresi, 221-223)
Münafık çok temkinli davrandığı için, yakalanma ihtimaline karşı, Müslümanların aleyhine yaptığı her tavrın ve ahlaksızlığın cevabını seri olarak kafasında önceden planlar. Bu yöntemle hem kendini sürekli gizleyebileceğine hem de boş bulunup yalanlarının ortaya çıkmasını engelleyebileceğine inanır.
Oysaki münafık ‘şeytani bir zekaya’ sahiptir ama, Müslümanlar zekayı kolaylıkla alt edebilecekleri ‘imani bir akla’ sahiptirler. Dolayısıyla Müslüman, aklıyla, münafığın zekasıyla adeta ‘köşe kapmaca’ oynar. Ancak Müslümanların dikkatinin münafıklara karşı sürekli açık olması elbette ki çok önemlidir. Dahası, Müslüman münafıkla uğraşırken, şeytanla uğraşmış ve şeytanla mücadele etmiş olur. Münafığı yendiğinde ise, Allah’ın izniyle şeytanı alt etmiş olur.