Müslümanların hayatı çok huzurlu ve güzeldir. Her yeni güne uyandıklarında Müslümanlar yine hep güzellik arar, kendi tavırlarıyla bulundukları ortama güzellik katmaya çalışırlar. Münafık ise bunun tam tersi bir ahlaka sahiptir. Müslümanların huzurlu, mutlu olmasından, güzel bir hayat yaşamasından çok büyük bir rahatsızlık duyar. Bu nedenle onlarla birlikte olduğu hemen her güne aksilik, huysuzluk, nobranlık yaparak başlar. Her şeyin en mükemmel olduğu ortamlarda bile, kendince huzursuzluk ve fitne çıkaracak bir konu bulur.
Müslümanların yaşadığı ortamın güzelliğini bozmak ve kendince onların huzurlarını kaçırmak için elindeki her imkanı kullanır. Buna daha sabah ilk uyandığı anda, ‘yüzündeki ters ifade’ ile başlar. Yüzü o kadar nursuz, aksi ve melanet doludur ki, hiç kimse yüzüne bakmak bile istemez. Kendince üzerindeki‘negatif elektrik’ ile Müslümanları da rahatsız edebildiğini sanır. Ardından da, kendisine güzel bir söz söyleyen, selam verip hatır soran, gönlünü alan herkese olabilecek en ters cevapları vererek eylemine devam eder. Üstünde ‘müthiş bir uğursuzluk ve negatiflik’ vardır. Zaten o bu haldeyken, Müslümanlar da onunla konuşmak istediklerinden değil, sadece Allah rızası için ve güzel ahlakın bir gereği olarak ona güzel söz söylerler. Onun ters üslubuna rağmen, Müslümanlar asil ahlakları nedeniyle, ona yine güzel bir tavır ile karşılık verirler.
Bunlar sadece, münafığın güne başladığındaki ilk hamleleridir. Gün içinde de sürekli şeytan ile bağlantı halinde olan münafık, kendince yirmi dört saat içinde, yüzlerce eylem daha bulup uygulayacaktır. Karşısına çıkan her insan, yaşayacağı her olay, duyacağı her konuşma, ne kadar iyi niyetli ve güzel olursa olsun; o bunların her birini şeytanlık için değerlendirip bunlarla pislik yapabilmenin yollarını arayacaktır.
Bu kimi zaman ‘işyerindeki bir malzemenin bitmesi’ kimi zaman ‘evdeki temizlik’, kimi zaman ‘iki kişinin kendi arasındaki bir konuşma’, kimi zaman‘televizyonun sesi’, kimi zaman ‘bulunduğu yerin ışığının çok aydınlık olması’, kimi zaman ‘yemeğin pişmesinin gecikmesi’, kimi zaman ‘odasının havadar olup olmaması’ gibi, akla gelebilecek her türlü detay ve olağan konu olabilir.
Bunların her biri zaten münafığın gün içinde kullandığı ve mutlaka fitne kargaşa çıkarmak, huysuzluk yapmak için dile getireceği şeylerdir. Ancak bunun yanında münafık kendisine ‘nimet olarak sunulan şeyleri de çirkeflik yapmak, Müslümanları rahatsız etmek için kullanır’. Örneğin bir Müslüman onun en sevdiği yemeği onun için özel olarak ve onun en sevdiği şekilde pişirip ona ikram eder. Münafık herkes gibi ‘nezaketle teşekkür etmek, karşı tarafın fedakarlığını, ince düşüncesini, güzel ahlakını takdir etmek yerine’, tek bir güzel söz dahi söylemeden yüzüyle hoşnutsuzluğunu ifade eder. Yarım ağızla, memnuniyetsizliğini, hoşnutsuzluğunu hissettirip, yemekte ne tür kusurlar ve hatalar olduğunu anlatmaya başlar. Negatif bir ses tonuyla, “Bu et çok sert”, “tuzu çok fazla”, “az pişirmişsiniz”, “ekmeği çok kızartmışsınız”, “salatayı küçük doğramışsınız” gibi nezaketsiz konuşmalar yapar. Oysa ortada eksiklik de kusur da yoktur. Yemek son derece mükemmeldir. Ama münafık kendi kötü ahlakı nedeniyle bu tavrı gösterir. Müslümanlara teşekkür eden, gönül alan, güzel söz söyleyen bir insan konumunda olmayı asla istemez.
Başka bir gün, bir Müslüman kendisine çok beğendiği bir elbiseyi hediye olarak alıp getirdiğinde, yüzünü ekşiterek, hoşnutsuz bir ifadeyle o elbiseyi bakışlarıyla sessizce bir süzer. Ardından da, “Başka rengi yok muydu?”, “Boyu çok uzunmuş”, “Bedeni de büyük”, “Dikişlerini de çok özensiz yapmışlar”, “Bu kumaşın cinsi yumuşak değil” gibi, nezaketsiz ve beğenmediğini ifade eden yorumlar yapmaya başlar. Oysaki elbise zaten bizzat onun seçip istediği bir elbisedir. Ve söylediği bahaneler de gerçek dışıdır. Her bir detay, tam ona olacak şekilde düşünülmüştür. Ama münafık içindeki şeytanlık nedeniyle, teşekkür etmek yerine kendisine yapılan bu jesti ahlaksızlık yapmak için kullanır. Oysaki, ona o hediyeyi getiren insan, o mağazaya gidebilmek için belirli bir yol kat etmiş, emek vermiş, vaktini harcamış ve yorulmuştur.
Bir Müslüman, hiç beğenmediği, asla giyemeyeceği, en zevksiz, en kalitesiz bir eşya ile bile karşılaşsa, bu, kendisine ince düşünce dolayısıyla, emek verilerek alınıp, hediye olarak getirildiği için, güzel ahlakı gereği, karşısındaki kişiye en güzel sözlerle teşekkür edip, onun gönlünü alır. Hoşnutluğunu, sevincini, takdirini en güzel şekilde ifade eder. Münafık da böyle ince ve nezaketli bir ahlak göstermeyi bilecek kadar bilgi ve anlayışa sahiptir elbette. Ama amacı zaten pislik yapmak olduğu için, böyle davranmaz ve eline geçen bu fırsatı da yine ahlaksızlık için kullanır.
Münafığın bu ahlaksız tavırları, gün içinde hemen her konuda böyle sürüp gider. Onun iyiliği için, sırf o mutlu olsun, hoşuna gitsin diye yapılan inceliklerin her biri, münafığın ahlaksızlık için kullanabileceği yeni fırsatlardır. Ancak münafık yaptığı bu yoğun aksilik ve şeytanlığa rağmen, Müslümanların neşesini, keyfini kaçırabilmeyi asla başaramaz. Tüm yaptıkları, sadece münafığın kendi ruhunu sarar ve onun hayatı boyunca sevgisiz, mutsuz, neşesiz bir dünyada, tek bir gerçek dostu ve seveni olmadan yaşamasına neden olur.
Allah bir ayette, münafıkların ‘dünyada yaptıklarının karşılığını ahirette acı bir azapla alacaklarını’ haber vermiş ve karşılık olarak “Bu onlara yeter” diye bildirmiştir:
Allah, erkek münafıklara da, kadın münafıklara da ve (bütün) kafirlere, içinde ebedi kalmak üzere cehennem ateşini vadetti. Bu, onlara yeter. Allah onları lanetlemiştir ve onlar için sürekli bir azap vardır. (Tevbe Suresi, 68