Münafık bedenen kalabalık Müslüman topluluğunun içinde bulunsa dahi, ruhen tamamen kendini onlardan tecrit eder. İçindeki kin, nefret ve kıskançlığı bastıramadığı için, iman edenlerin yanında çok büyük bir azap çeker. Bu yüzden zaman içerisinde gitgide Müslümanlardan uzaklaşır. Ancak münafık adeta bir‘bukalemun gibi’ istediği anda istediği görünüme bürünebildiği için, Müslümanların yanında kendisine neşeli ve mutlu bir insan görünümü verir. Ama dikkatle bakıldığında, o karanlık dünyasında, ‘adeta kapalı bir fanus içindeymiş gibi’, tamamen tek başına yaşadığı ve hiç dostunun olmadığı açıkça görülür. Sevgiyi, saygıyı, dostluğu, kardeşliği yaşamadığı ve en önemlisi de Müslümanlara karşı derin bir öfke ve kıskançlık duyduğu için, onların her hareketinden sıkılır. Özellikle de Müslümanların birbirleriyle öz kardeşten daha yakın olmaları, imandan kaynaklanan neşelerinin, keyiflerinin sürekli yerinde olması, birbirlerine samimi sevgi gösterme şekilleri, iltifatları münafığın içini adeta yakar. Çünkü münafık hep ‘merkezde bulunmak’ ve hep ‘en çok dikkati çeken kişi olmak’ister.
Ama Müslümanlar böyle ahlakı bozuk bir varlığı değil de, elbette ki de takvaca en üstün gördükleri, en güzel ahlaklı, en mülayim, en mütevazi, en dürüst olan kişilere sevgilerini ve saygılarını yöneltirler. Dolayısıyla münafık hayalindeki küfri saygıyı bir türlü Müslümanlardan göremez. Bu da münafığı çok bunaltır. Çünkü ‘büyüklüğünü istediğini gibi yaşayamamak’, Müslümanlar arasında ‘sıradan bir insan konumunda olmak’, münafığın en dayanamayacağı konulardan biridir.
Bunun yanı sıra, Müslümanların hemen her cümlelerinde Allah’ın ismini zikretmeleri, her konuşmalarında ve her tavırlarında Kuran ahlakını yansıtmaları münafığı çok kızdırır. Allah’ın ismini duymak, Kuran ahlakının övüldüğünü ve yaşandığını görmek istemez. Müslümanların sürekli İslam’a fayda verecek etkili çalışmalar yapmalarına şahit olmak da yine münafığın tahammül edemediği konulardan biridir. İşte bu yüzden de kendini o ortamdan ‘tecrit eder’ ve Müslümanlardan ayrı bir yerde durmaya özen gösterir. Müslümanların neşe dolu ortamlarında, münafık hep bir köşede oturur, yüzünü ekşitir, bakışlarını iyice anlamsız hale getirir. İnsan düşmanı, şizofren ruhlu bir akıl hastası görünümü vardır. Herkes gülerken, o surat asar. Herkes sohbet ederken, o sessizleşir. Tüm tavırları dengesiz ve psikopat görünümlüdür.
İşte münafığın bu hali, Allah’ın, ona dünyada ahlaksızlığı dolayısıyla verdiği karşılıklardan biridir. Münafık tüm bu şeytani tavırları, sırf Müslümanları rahatsız etmek; huzurlarını, neşelerini kaçırmak için yapar. Ama bunun sonucunda hem kendisi bir ‘akıl hastası’ görünümü alır, hem de ‘şizofren bir ruh hali’içerisinde, ‘mutsuz, sıkıntılı, öfke dolu bir dünyada’ yalnız yaşamaya kendini mahkum etmiş olur.