Hırsızlığıyla tarihe geçmiş en bilinen münafıklardan biri de ‘Samiri’ dir. Samiri, ‘Kuran’da da adı geçen, Hz. Musa (as) döneminde yaşamış İsrailoğulları’ndan bir kişidir’. ‘Samiri’ adı, eski Mısır dilinde ‘ecnebi, yabancı’ anlamına gelen ‘shemer’ kökünden türemiş bir sıfat-isimdir.
Samiri, ailesi ve çevresi de altın ustası olan, Mısır’da altın buzağı imal etmesiyle ünlenmiş bir ‘heykeltıraş ve döküm ustası’ dır. Samiri önce bu buzağıların kalıbını hazırlıyor, sonra da döküm yoluyla altın buzağılar yapıp satarak para kazanıyordu. Bu ve benzeri daha başka sanatsal faaliyetlerde de, çok mahir ve yetenekli bir kimseydi. İmal ettiği buzağıların bir özelliği de, aynı zamanda bir müzik aleti gibi tasarlanmış olmasıydı. Üzerlerine rüzgar esintisi vurduğunda, yüksek yerlere yerleştirilmiş olan bu buzağı heykelleri, ‘buzağı böğürmesi gibi bir ses’ çıkarıyorlardı. Önden ve arkadan boşluk bırakılarak yapılan bu heykellerden çıkan sesler, buzağıya ‘gerçekçi ve metafizik bir hava’ veriyordu. İsrailoğulları geçimlerini yaygın olarak ‘kölelikle, tarım ve hayvancılıkla’ kazandıkları için, Samiri’nin yaptığı bu altından buzağılar ve onun bu konudaki ustalığı, oradaki halkın adeta nefesini kesiyordu. Onun bu yeteneğine çok şaşıyor ve hayran kalıyorlardı.
O dönemde ‘boğa heykelleri’, Mısır kültürünün vazgeçilmez öğeleriydi. Mısır’da kutsal sayılan bu boğaların -sözde- tanrısına ‘Apis’ adı veriliyordu (Allah’ı tenzih ederiz). Firavun’un putperest dinini temsil eden onlarca boğa heykeli Mısır’ın ana cadde ve meydanlarında dikiliydi. Firavun’un sarayına doğru yükselen yolun her iki tarafında da yine bu heykeller yer alıyordu. Mısır inancında ‘boğa’, ‘gücü, devleti ve serveti elinde bulundurmanın sembolüydü’.
Firavun devrinde altın da çok önemli bir malzemeydi ve gücün simgesi olarak görülüyordu. İsrailoğulları’nda da o dönemde altına karşı müthiş bir hayranlık oluşmuştu. Bir cennet nimeti olan altına karşı her insanın bilinçaltında bir beğeni vardır. İşte şeytani bir zeka ve yeteneğe sahip olan Samiri de, insanların bilinçaltındaki bu altın sevgisini kullanarak şeytani bir soygun planı yapmıştı.
O dönemde, içlerinde İsrailoğulları’nın da olduğu Mısırlılar, Firavun zulmünden ve kölelikten kurtulup özgürce yaşayabilecekleri yeni topraklara yerleşmek için Hz. Musa (as) ile birlikte Mısır’dan ayrılmak üzereydiler. İşte bu aşamada Samiri ve çetesi de, İsrailoğulları’nın yola çıkacaklarını haber aldılar. Mısır’da geniş çaplı bir hırsızlık yapmak için sinsice bir plan tasarladılar. Samiri, yanındaki münafıkları organize ederek Firavun’un ve yakın çevresindeki adamlarının saraylarını, evlerini, mezarlarını ve hazinelerini soymalarını sağladı. Ardından da hırsız çetesiyle birlikte, bu soygun ile çaldıkları yüzlerce kilo ağırlığındaki altını hayvanlarına yükleyerek Mısır’dan Sina çölüne doğru yola çıktılar.
O sıralarda Hz. Musa (as) da vahiy almak üzere kavminden ayrılarak ‘Tur Dağı’ na gitmiş ve yerine de kardeşi Hz. Harun (as)’ı vekil olarak bırakmıştı. Samiri ve münafık çetesi çaldıkları altınları yolda götürürlerken Hz. Harun (as) onları gördü. Taşıdıkları altının miktarını görünce, bir iş çeviriyor olmalarından şüphelendi ve onları durdurdu. Ellerinde ‘yüzlerce kilo altın’ olduğunu görünce, bunları ‘hırsızlıkla ele geçirmiş olabileceklerini’ anladı. Ancak onlara sorduğunda Samiri, “Bunlar benim altınlarım, zamanında biriktirmiştim, hepsi bana ait.” diye yalan söyleyerek yaptığı hırsızlığı gizlemeye çalıştı. Yanındaki diğer münafıklar da aynı şekilde “Evet, bunlar bizim altınlarımız” diyerek Samiri’ye destek verdiler. Oysaki o kadar çok altının onların olmayacağı, bunları hırsızlıkla çalarak elde ettikleri çok açıktı. Nitekim Tevrat’ta da, Samiri’nin bu altınları hırsızlık yaparak ele geçirdiği, “Rab İsrailliler’in Mısırlıların gözünde lütuf bulmasını sağladı. Mısırlılar onlara istediklerini verdiler. Böylece İsrailliler onları soydular.” (Tevrat; Çıkış, Bab 12/36) sözleriyle anlatılmıştır.
Dolayısıyla Hz. Harun (as) hemen orada bir kuyu kazdırarak, çalıntı olduğunu düşündüğü bu altınları oraya doldurttu ve üzerini kapattırdı. Amacı daha sonra burayı tekrar açtırıp içindeki çalıntı altınların sahiplerine geri verilmesini sağlamaktı.
Ancak Hz. Harun (as)’ın bu müdahalesi, Samiri ve çetesini durdurmadı. Samiri, kendisi gibi münafık olan hırsız dostlarıyla birlikte yeniden çöle doğru yola çıktı ve altınların bulunduğu yere gitti. Üzeri kapatılan kuyuyu yeniden açtılar ve altınları oradan alarak başka bir yere gizlediler.
Diğer yandan Samiri ve münafık çetesi, Hz. Musa (as) ile birlikte Mısır’dan ayrılmak üzere yola çıkan İsrailoğulları’na da, sahip oldukları altınlarını da yanlarına almaları için telkin yaptılar. Hz. Musa (as) ve beraberindekilere yardım etmek için yolda bu altınlara ihtiyaç olabileceğini söyleyerek onları ikna ettiler. Böylece halkın kimi az kimi de çok olmak üzere, çeşitli miktarlarda ziynet eşyalarını, mücevherlerini ve diğer altın eşyalarını yanlarına aldılar.Çöle ulaştıklarında ise, Samiri ‘altından büyük bir buzağı heykeli yapacağını’ söyleyerek İsrailoğulları’nın yanlarında getirdiği bu altınları ele geçirdi.
Böylece Samiri ve hırsız çetesi, hem Firavun ve adamlarından çaldıkları yüzlerce kilo altını hem de Hz. Musa (as) ile birlikte yola çıkan İsrailoğulları’nın altın eşyalarını bir araya getirerek çok yüklü miktarlarda altın elde etmiş oldular.
Put yapmakta yetenekli bir heykeltıraş ve döküm ustası olan Samiri, Hz. Musa (as)’ın kavminden ayrılmış olmasından istifade ederek, Hz. Harun (as)’ın olmadığı bir yerde büyük bir ocak oluşturdu. Ve topladığı yüzlerce kilo çalıntı altını getirerek bu ocakta eritti. Önce kilden çok büyük bir buzağı heykeli yaptı. Sonra da ona döküm bir kalıp yaptı. O kalıbın içine eritilmiş altını dökerek blok altından oluşan içi boş bir buzağı heykeli meydana getirdi. Ardından da o yumuşak olan altını törpüleyip düzeltti ve parlatarak kusursuz hale getirdi. Tüm bunların sonucunda da, yüzlerce kilo ağırlığında, çok hacimli ve pırıl pırıl parlayan altından bir buzağı heykeli oluşturdu. Yanındaki diğer münafıklarla ve kavmindeki kandırdığı kişilerle birlikte bu devasa buzağı heykelini, yüksek bir tepeye, bir kaidenin üstüne yerleştirdi.
Kuran’da, Samiri’nin İsrailoğulları’nın ziynet eşyalarını ve altınlarını toplayıp bu şekilde erittiği, “Dediler ki: Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik, ancak o kavmin (Mısır halkının) süs eşyalarından birtakım yükler yüklenmiştik, onları (ateşe) attık, böylece Samiri de attı.” (Taha Suresi, 87) ayetiyle haber verilmiştir.
Eriyen altın hammaddesinden buzağı heykeli yapan Samiri, kavmini etkileyecek bir ustalık göstererek buzağının böğürmesini de sağlamıştı. Kuran’da Samiri’nin ‘buzağı böğürmesi gibi ses çıkaran bir buzağı heykeli yaptığı’ şöyle anlatılmıştır:
“Böylece onlara böğüren bir buzağı heykeli döküp çıkardı.” (Taha Suresi, 88)
Ayrıca Samiri, yaptığı buzağı putuna insanların ilgisini daha da fazla çekebilmek için “Ben onların görmediklerini gördüm” gibi konuşmalar da yapmış ve böylece kendisine, ‘kimsenin görmediği bazı gizli bilgilerden haberdar olan, özel ilim sahibi bir kişi imajı’ vermeye çalışmıştır. Buzağıya mistik ve metafizik bir anlam yükleyerek çevresindeki insanları etkilemek istemiştir. Kuran’da Samiri’nin bu konuşması şöyle anlatılmıştır:
Dedi ki: “Ben onların görmediklerini gördüm, böylece elçinin izinden bir avuç alıp atıverdim; böylelikle bana bunu nefsim hoşa giden (bir şey) gösterdi.” (Taha Suresi, 96)
Pırıl pırıl parlayan bu altından buzağıyı görenler hayretler içinde kaldılar. Rüzgarın sesiyle birlikte buzağı heykelinden çıkan böğürme sesi, kavmindeki İsrailoğulları’nın Samiri’nin bu yeteneğine büyük bir hayranlık duymalarına yol açtı.
Samiri, bu altın buzağı heykelini yaparken aynı zamanda da İsrailoğulları’nın ilgisini yeniden o eski ‘Mısır kültürü’ne, ‘Mısır’daki putperest inançlarına’ çekebilmeyi amaçlıyordu. Zira Hz. Musa (as) ile birlikte Mısır’dan ayrılan İsrailoğulları arasında, akılları hala Firavun’un putperest dininde ve Mısır kültüründe kalmış olan kimseler de vardı. Kuran’da bu kişilerin Musa Peygamber (as)’a, “Ey Musa, onların ilahları (var; onların ki) gibi, sen de bize bir ilah yap”diyerek, eski hayatlarına duydukları özlemi ve putperest inançlarına olan bağlılıklarını dile getirdikleri bildirilmiştir:
İsrailoğulları’nı denizden geçirdik. Putları önünde bel büküp eğilmekte olan bir topluluğa rastladılar. Musa’ya dediler ki: “Ey Musa, onların ilahları (var; onların ki) gibi, sen de bize bir ilah yap.” O: “siz gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz” dedi. (Araf Suresi, 138)
Hz. Musa (as) ise yanlış yolda olduklarını anlatarak onları uyarmış ve onlara Allah’tan başka bir İlah olmadığını hatırlatmıştır:
Onların içinde bulundukları şey (din) mahvolucudur ve yapmakta oldukları şeyler (ibadetler) de geçersizdir. O sizi alemlere üstün kılmışken, ben size Allah’tan başka bir İlah mı arayacağım? (Araf Suresi, 139-140)
‘İsrailoğulları’nın bu talebini’ ve onların ‘Firavun’un sunduğu hayata karşı hala büyük bir özlem duyduklarını’ çok iyi bilen Samiri de bu durumdan yararlanmak istedi. Hz. Musa (as)’ın kavminden ayrılmasını fırsat bilerek, altından yaptığı büyük buzağı ile, İsrailoğulları’nın Hz. Musa (as)’dan istedikleri bu putu onlara sundu.
Arapça’da ‘I’cl’ sözüyle ifade edilen ‘Samiri’nin yaptığı bu altın buzağı heykeli’, Mısır kültürünün simgesi olan ‘boğa heykelleri’ nin küçük bir figürüydü.‘Buzağı -dana’ anlamına gelen ‘I’cl’ kelimesi, Türkçe’de de kullanılan ‘acele-acil’ kökünden gelir. Bu kelime de Kuran’da, ‘insanların dünyaya düşkün olmaları’ve ‘dünya malına tamah etmeleri’ anlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla Samiri de, yaptığı altından buzağı putuyla bir anlamda, kavmindeki insanları Allah’tan uzaklaştırıp dünyaya bağlanmaya çağırmıştır.
Mısır’dan gelmiş olan Museviler, eski kültürlerine dönüşü yansıtan Samiri’nin bu ustalığına ve sanatına hayran kaldılar. Buzağının karşısında dikilip Samiri’nin anımsattığı bu eski kültürlerini özlemle hatırladılar. Hala Mısır’daki Firavun devletinin sembolü ve putperest dinin bir simgesi olan kutsal boğa kültürünün (Apis’in) etkisinde oldukları için, yeniden o şirk inançlarına dönme eğilimi gösterdiler. Hatta bu özlem dolayısıyla bir kısmı yeniden eski hayatlarını ve Firavun’un şirk kültürünü yaşamak üzere Mısır’a geri dönmek istediler.
Allah Kuran’da “Hani Musa ile kırk gece için sözleşmiştik. Ama sonra siz, onun arkasından buzağıyı (tanrı) edinmiş ve (böylece) zalimler olmuştunuz.” (Bakara Suresi, 51) ayetiyle, Hz. Musa (as) kavmindeki bu insanların Samiri’ye uyarak doğru yoldan saptıklarını ve ‘yeniden eski putperest dinlerine dönerek buzağıya tapmaya başladıklarını’ haber vermiştir (Allah’ı tenzih ederiz).
Bu olayın ardından Hz. Harun (as), yanlış bir yola sapmamaları için kavmini uyarmış; onları Samiri’nin sapkınlıklarını terk edip, kendi sözüne itaat etmeye çağırmıştır. İsrailoğulları ise, ‘Hz. Musa (as) gelene kadar Samiri’ye ve onun çağırdığı putperest dine uymaya devam edeceklerini’ söyleyerek bu sapkınlıklarında direnmişlerdir:
Andolsun, Harun bundan önce onlara: “Ey kavmim, gerçekten siz bununla fitneye düşürüldünüz (denendiniz). Sizin asıl Rabbiniz Rahman (olan Allah)dır; şu halde bana uyun ve emrime itaat edin” demişti.
Demişlerdi ki: “Musa bize geri gelinceye kadar ona (buzağıya) karşı bel büküp önünde eğilmekten kesinlikle ayrılmayacağız.” (Taha Suresi, 88-91)
(Tura gitmesinin) Ardından Musa’nın kavmi süs eşyalarından böğürmesi olan bir buzağı heykelini (tapılacak ilah) edindiler. Onun kendileriyle konuşmadığını ve onları bir yola da yöneltip-iletmediğini (hidayete erdirmediğini) görmediler mi? Onu (tanrı) edindiler de, zulmedenler oldular. (Araf Suresi, 148)
Samiri, kavmine ‘bu buzağı putunun, İsrailoğulları’nın ve Hz. Musa (as)’ın -haşa- gerçek ilahı olduğu; Musa Peygamberin de zaten bunu aramak için kavminden ayrıldığı’ şeklinde bir yalan söyleyerek, beraberindeki Musevilerin bir çoğunun buzağıya tapınmalarını sağladı (Allah’ı tenzih ederiz).
Tüm bunlar yaşanırken Allah Hz. Musa (as)’a, kavminde olup biten bu olayları vahiy ile haber verdi: Dedi ki: “Biz senden sonra kavmini deneme (fitne)den geçirdik, Samiri onları şaşırtıp-saptırdı.” (Taha Suresi, 85)
Samiri halkına “Musa unuttu” diye seslenerek, Hz. Musa (as)’ın da aslında Mısır’daki bu Firavun kültürüyle ve putperest din ile yetiştiğini; ancak sonrasında, öğrendiği bu kültürü sözde ‘unuttuğunu’ öne sürdü. Böylece ‘Hz. Musa (as)’ın da bir zamanlar Mısır’da Firavun’un sarayında iken, güç, iktidar, ihtişam ve servet sembolü olarak kullandığı bu boğa figürünü benimsemiş olduğunu’ iddia etti. ‘Şimdi ise Hz. Musa (as)’ın sözde unuttuğu için yüz çevirdiği Mısır’ın bu büyük tanrısına, hep birlikte geri dönmeleri gerektiği’ yalanını anlattı (Peygamberi tenzih ederiz).
Musa Peygamber (as) gerçekten de Firavun’un sarayında büyümüş ve Mısır kültürü, gelenekleri, örf ve adetleri hakkında geniş bilgi sahibi olmuştu.Ancak Allah’ın kendisine hidayet vermesi ve onu Peygamber olarak görevlendirmesiyle, Firavun’un sapkın dininden yüz çevirmiş ve Allah’ın hak dinini yaşamıştı. Fakat Samiri yaptığı bu konuşmalarla kendince kavmine, ‘sözde Hz. Musa (as)’ın da bu sapkın ve putperest dini makul ve meşru gördüğü’imajını vermeye çalışmıştır.
Elbette ki Samiri tüm bu gelişmeleri, daha en başından düşünüp tasarlamış ve yaptığı sahtekarlığın her aşamasını meşru gösterebilmek ve sonucunda da başarılı olabilmek için ayrı ayrı planlar yapmıştır. Daha o yüzlerce kilo altını çalmadan, onları oraya taşıyıp, eritip devasa buzağı heykelini yapmadan önce,‘Hz. Musa (as)’a karşı böyle bir iftira atarak kendini temize çıkarabileceğini’ düşünmüştür.
Samiri’nin yaptığı tüm bu aşamalı sahtekarlıklarla asıl planladığı ise, ‘halkına sözde kendisinin Hz. Musa (as)’dan daha büyük olduğunu gösterebilmek’ ve sunduğu delillerle de onları buna ikna edebilmektir. Amacı, (Peygamberi tenzih ederiz) ‘Hz. Musa (as)’ı halkının gözünden düşürerek, aklıyla, yeteneğiyle, konuşmalarıyla ondan daha üstün olduğunu vurgulayabilmek’ ve ‘İsrailoğulları’nı yönetmek üzere Hz. Musa (as)’ın yerine geçebilmek’ tir.
Samiri’nin şeytani planının bundan sonraki aşaması ise, ‘ Mısır’ı yönetmek üzere yerine geçebilmek için, Hz. Musa (as)’ın şehit edilmesini organize etmekti’. Kendince ‘Firavun ve onun derin devletindeki adamlarını kışkırtarak Hz. Musa (as)’ın üzerine yönlendirecek ve Hz. Musa (as)’a bir suikast yapılmasını sağlayacaktı’. İçindeki amansız büyüklük tutkusu ve liderlik hırsından gözü dönmüştü. Ve kendisinin, her yönüyle Peygamberden güya çok daha üstün, akıllı ve yetenekli olduğuna inanıyordu.
Ancak Samiri’nin şeytani zekasıyla yaptığı bu planlar hiçbir işe yaramadı. Oynadığı her türlü oyuna, yaptığı her türlü alçaklığa ve sahtekarlığa rağmen,Allah onun sinsi tuzaklarını boşa çıkardı. Hz. Musa (as), vahiy almasının ardından kavminin yanına geri döndü ve Samiri’nin oynadığı bu oyunu etkisiz hale getirdi. Kuran’da Hz. Musa (as) ve Samiri arasında geçen konuşmaların bir kısmı şöyle bildirilmiştir:
(Musa) Dedi ki: “Ya senin amacın nedir ey Samiri?” Dedi ki: “Ben onların görmediklerini gördüm, böylece elçinin izinden bir avuç alıp atıverdim; böylelikle bana bunu nefsim hoşa giden (bir şey) gösterdi.” Dedi ki: “Haydi çekip git, artık senin hayatta (hak ettiğin ceza: “Bana dokunulmasın”) deyip yerinmendir.” ve şüphesiz senin için kendisinden asla kaçınamayacağın (azap dolu) bir buluşma zamanı vardır. Üstüne kapanıp bel bükerek önünde eğildiğin ilahına bir bak; biz onu mutlaka yakacağız, sonra darmadağın edip denizde savuracağız.” (Taha Suresi, 95-97)
Ayetlerde de açıklandığı gibi Hz. Musa (as), “Senin hayatta hak ettiğin ceza hayatının sonuna kadar tek başına yaşamandır” diyerek Samiri’yi kavminden uzaklaştırdı.
Allah Samiri kıssası ile, ‘münafığın dünya hırsına, malı yığıp biriktirme, menfaat elde etme tutkusuna ve bunun için hırsızlık, dolandırıcılık ve cinayet işlemek de dahil, her şeyi göze alabildiğine’ dikkat çekmiştir. Firavun yönetimindeki Mısır Derin Devleti’nin bir elemanı olan Samiri, daha o günlerde hırsızlığa, soyguna, gaspçılığa, ahlaksızlığa, yalana, haysiyetsizliğe alışmış bir münafıktır.
Ancak Samiri oynadığı oyunlarla, yaptığı alçaklıklarla hiçbir sonuç elde edememiş; büyüklük hırsı, onun rezil rüsva olup sahip olduğu her şeyi kaybetmesine neden olmuştur. Samiri Hz. Musa (as)’ın kavminden uzaklaştırılmasının ardından, hayatının sonuna kadar yalnız yaşamıştır. Yaptığı ahlaksızlıklardan dolayı horlanıp aşağılanmış, küçük düşmüş, her şeyini kaybetmiş ve tek başına kalmıştır.
Bu, onun sadece dünya hayatında aldığı karşılıktır. Ahirette ise elbette ki Allah’ın sonsuz adaleti gereği, Samiri ve onun gibi samimiyetsizliği tercih eden her münafık yaptıkları kötülüklerin hesabını mutlaka verecektir.
ADNAN OKTAR:Samiri, “Şimdi gidiyoruz. Yanınıza altınlarınızı da alın. Orada ihtiyaç olabilir. Orada çok güzel şeyler yapacağız. İslam’a, dine, Musa (as)’a yardım edeceğiz. Bol altın bulunsun. Birçok ülkeye gideceğiz.” dedi. İnsanlar da yanlarına alabildikleri kadar çok altın aldılar. Bakın önce vaad ediyor; “Güzel şeyler yapacağız. Dine çok güzel hizmetimiz olacak o altınlarla, çok faydalı olacağız.”diyor. Sonra geldiler çölde, “Şimdi o altınları verin.” dedi. “Ne yapacaksın?” diye sorduklarında, “Bekleyin. Siz bana güvenmiyor musunuz?” dedi. Onların güvenini de kazanmış. Herkesin altınını toplayacak kadar güvenlerini kazanmış. Sonra önce kilden heykelin çatısını oluşturuyor, ardından da erittiği altınları kalıba döküp altından buzağı heykelini dikiyor. O zaman tabii mest oluyor zayıf olanlar. Yani münafıklığın zeminini hazırladığı, münafıklığı telkin ettiği ve felsefesini uzun uzun anlattığı kişiler orada hemen ona tabi oluyorlar. Ve o da onları o Mısır kültürüne ikna ediyor. O zamanın derin devletinin kültürü, “Mısır kültürü” ydü. O zaman onunla sükse yapılıyordu. Onlar gibi giyinmek, onların yediklerini yemek, onların ev dekorasyonları nasılsa onlarla aynı eşyaları alıp, onların kullandığı süsleri kullanmak önemliydi… Samiri’nin yaptığı da bu tarzdaydı. Onun için bir kısmı bu kültüre özenip Mısır’a geri döndüler. Bu alçaklar o devirde Hazreti Musa (as) aleyhinde de yoğun propaganda yapıyorlardı. Bu yüzden Hazreti Musa (as) için, “Musa’yı incitenler gibi olmayın.” (A9 TV, 23 Ocak 2016)