Bazen de münafık, yine küfrün dikkatini çekebilmek ve onların gözünde iyi bir yere gelebilmek için, onların önem verdiğini bildiği yabancı ülkelere gidip gezer. Böylece ileride kendince, hemen her fırsatta “Ben şu yabancı ülkelere gittim, şuralarda gezdim, şu insanlarla tanıştım, şu önemli görevlere geldim” gibi sözlerle sükse yapabilecektir. Allah Kuran’ın “… Öyleyse onların şehirlerde dönüp dolaşması seni aldatmasın.” (Mümin Suresi, 4)ayetiyle, münafıkların bu özenti ruhu nedeniyle, gösteriş ve hava atmak için şehir şehir gezmelerine işaret etmiş ve “seni aldatmasın” sözleriyle de, bunun‘özenilecek bir durum olmadığını’ hatırlatmıştır.
Bir başka ayette ise Allah, “İnkar edenlerin ülke ülke dönüp-dolaşmaları seni aldatmasın.” (Al-i İmran Suresi, 196) sözleriyle yine münafıkların‘dünyayı gezip dolaşma’ çabalarının, onlara bir kazanç sağlamadığına dikkat çekmiştir. Ancak münafık bunu kendi adına çok büyük bir kar zanneder. Kendisi küfrün bu tür imkanlarına büyük bir hayranlık ve imrenme hissiyle yaklaştığı için, Müslümanların da, ‘dünyanın pek çok yerini gezip dolaşmış olmasından dolayı onu çok büyük göreceklerini ve ona gıpta edeceklerini’ sanır.
Bu nedenle münafık küfre yaranmak için yaşadığı bu özenti ruhunu, Müslümanlar arasında da ‘üstünlük taslamak’ için kullanır. “Ben New York’a gittim, şu ünlü sokaktaki şu meşhur kafeye şu özel yiyecekten yedim. Sen de gidip gördün mü bunları?” gibi konuşmalar yapar. Bu şekilde kendince Müslümanları beğenmediğini vurgular ve kendisini de yücelttiğini sanır. Oysaki bir yerleri gezip görmüş olmak bir üstünlük konusu değildir. Müslüman da dünyanın dört bir yanına gidip gezebilir, küfürden biri de. Zaten her insanı gezdiren yalnızca Allah’tır. Üstünlük ancak kişinin Allah’a olan sevgisiyle, imanıyla ve Kuran ahlakını titizlikle uygulamasıyla olabilir. Ama ölçüleri Kuran’a göre değil, küfri değerlere dayalı olan münafık bu gerçekten gafil haldedir.
Ayrıca elbette ki dünyanın güzel yerlerini gezmek hoş bir nimettir. Bir Müslüman da güzel olan her şeyi sever ve beğenir, imkan olduğunda dünyadaki nimetlerden istifade etmek ister. Ancak Müslümanlar, ‘vakitlerini kendi eğlencelerine mi; yoksa dünyadaki zulmün ve sıkıntıların sona ermesine mi ayırmaları’ konusunda bir seçim yapmaları gerekse, elbette ki asla sadece kendi keyifleri için, boş gezmeye vakit ayırmayı tercih etmezler. Mutlaka vicdanlarını kullanıp muhtaç insanlara yardım etmekten yana tavır alırlar. İşte münafık da bunu bildiğinden, kendince, ‘Müslümanların vakit ayıramadığı birşeyi kendisinin yapabildiğini’ vurgulayarak, Müslümanlar arasındaki zayıf imanlı kişileri olumsuz etkileyip yanlarına çekebilmeyi amaçlar. Diğer yandan da, o zayıf aklıyla Müslümanlara “Siz gezemiyorsunuz, ama bakın ben dünyanın dört bir yanını geziyorum” diyerek onlara sükse yapabileceğini sanır. Sırf bunun için gidip dünyanın bir ucundaki bir yerde bir ‘hatıra fotoğrafı’ çektirip gelir ki, bununla kendince hem Müslümanlara hem de küfürdeki yandaşlarına hava atıp itibar kazanabilsin. Ama hiçbir zaman için gezmeye ayırdığı vakti, Allah’ı anlatmaya, Kuran okumaya, güzel ahlakı tebliğ etmeye ayırmaz.
Eski devirlerde de bu münafık ahlakı tüm detaylarıyla benzer şekilde ortaya çıkıyordu. Münafıklar yine, ‘ülke ülke, şehir şehir dolaşmalarıyla’ hem küfre, hem yandaşlarına hem de Müslümanlara sükse yapmaya çalışıyorlardı. “Ben Fizan’a kadar gittim, oraları çok iyi bilirim, hep gezip gördüğüm yerler” gibi sözler sarf ederek kendilerince itibar kazanmaya çalışıyorlardı. Hatta kimileri bu durumlarıyla övünebilmek için hatıralarını anlatan kitaplar bile yazıyorlardı.
İslam’a hizmete, acı ve sıkıntı çeken insanları zulümden kurtaracak çalışmalar yapmaya, Kuran ahlakını insanlara öğretmeye vakit ayırmamayı kendilerince‘uyanıklık’ olarak gören münafıklar, gezip tozmalarıyla övünür ve buna sevinirler. Müslümanları, kendi ifadeleriyle ‘enayi’ gibi, kendilerini ise ‘çok akıllı’görürler (Müslümanları tenzih ederiz). Oysaki Müslümanların ne kadar karda, münafığın ise ne kadar büyük bir zararda olduğunu Allah ona kısa bir süre sonra gösterecektir. Münafık ne kadar gayret ederse etsin, elde etmeye çalıştığı küfri itibarı ve süksesi eninde sonunda mutlaka yerle bir olacaktır. Allah Kuran’da bunun onlar için sadece ‘az bir yararlanma’ olduğunu ve sonunda karşılaşacakları yerin mutlaka ‘cehennem’ olduğunu bildirmiştir:
(Bu) Az bir yarar(lanma)dır. Sonra bunların barınma yerleri cehennemdir. Ne kötü bir yataktır o! (Al-i İmran Suresi, 197)
“Cenab-ı Allah “Onların şehirlerde dönüp dolaşması seni aldatmasın” diyor.
Münafıklar onunla sükse yaparlar.
İşte “Şuraya gittim,
New York’ta kabak yedim”,
“Portekiz’de salatalık yedim”.
Ne fark eder, yani annenin evinde de onu yiyorsun, orada da aynısını yiyorsun. Kendileri öyle şeylere önem verdikleri için, insanların da çok önem vereceğini zannederler. Halbuki mümin Allah’a olan yakınlığı ile övünür, imanıyla, İslam’la Kuran’la övünür. Onlar da öyle boş işlerle sükse yapmaya kalkıyorlar.” (A9 TV, 10 Şubat 2016)