Allah’a Karşı Aczini Bilen Bir Üslupla Konuşmak

Kuran ahlakı

Allah Kuran’da, “Yaratan Rabbin adıyla oku. O, insanı bir alaktan yarattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir; Ki O, kalemle (yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediğini öğretti. Hayır; gerçekten insan, azar. Kendini müstağni gördüğünden. Şüphesiz, dönüş yalnızca Rabbinedir.” (Alak Suresi, 1-8) sözleriyle insanın, aciz bir varlık olmasına rağmen bu durumunu unutarak Kendisi’ne karşı büyüklenebildiğini bildirmektedir. Gerçekten de insanların bir kısmı nasıl yaratıldıklarını ve sahip oldukları özellikleri nasıl kazandıklarını düşünmeden Allah’a karşı nankörce bir tavır içerisine girebilmektedirler.

Oysa istisnasız her insan yaşadığı her an Allah’ın kendisini korumasına ve esirgemesine muhtaçtır. Görmek, duymak, konuşmak, yürümek, hareket edebilmek gibi yüzlerce yeteneğin yanında insanın vücudunda çoğu zaman kendisinin dahi habersiz olduğu çok sayıda sistem her an işlemekte ve insan ancak bu şekilde hayatta kalabilmektedir. Bu şekilde birkaç dakika düşünmek bile Allah’ın karşısında ne kadar aciz olduğumuzu anlamak için yeterlidir.

Bütün bu gerçeklere rağmen kimi insanlar ancak bir sıkıntı ya da zorlukla karşılaştıklarında Allah’ı hatırlamaktadırlar. Sözgelimi karşı sahile geçeceğinden emin olarak gemide oturan bir insan, bir anda çıkan şiddetli bir rüzgarla gemi sallanmaya başlayınca hemen paniğe kapılır. Aynı şekilde bir uçağın hava boşluğuna girmesi sonucunda hissedilen sarsıntı veya en küçük bir teknik arıza, uçaktaki insanların büyük bir korku duymalarına neden olabilir. Bu gibi durumlarla karşılaşan insanlar Allah’ın kudreti karşısındaki acizliklerini ve ancak Allah dilerse içinde bulundukları zor durumdan kurtulabileceklerini anlayıp için için Allah’a yalvarmaya, dua etmeye başlarlar. Kısa bir süre önce hava alanındayken çevresindeki insanları kibirle küçümseyen bir insan bile, böyle bir tehlike ile karşı karşıya kaldığında aslında ne kadar aciz olduğunu; sahip olduğu her şeyi, Allah’ın dilemesiyle bir anda kaybedebileceğini hemen anlar.

Kuran’da insanların bu tür zorluk anlarında hiçbir şeyi ortak koşmadan, tam bir acz içinde Allah’a yöneldikleri; fakat zorluk ve sıkıntı üzerlerinden kalktığında tekrar önceki gibi büyüklenerek, nankörce eski tavırlarına geri döndükleri bildirilmektedir:

Size denizde bir sıkıntı (tehlike) dokunduğu zaman, O’nun dışında taptıklarınız kaybolur-gider; fakat karaya (çıkarıp) sizi kurtarınca (yine) sırt çevirirsiniz. İnsan pek nankördür. Kara tarafında sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden veya üzerinize taş yığınları yüklü bir kasırga göndermeyeceğinden emin misiniz? Sonra kendinize bir vekil bulamazsınız. Veya sizi bir kere daha ona (denize) gönderip üzerinize kırıp geçiren bir fırtına salarak nankörlük etmeniz nedeniyle sizi batırmasına karşı emin misiniz? Sonra onun öcünü Bize karşı alacak (kimseyi de) bulamazsınız. (İsra Suresi, 67-69)

Allah’ın ayetlerde belirttiği gibi, insan kendi başına hiçbir şekilde bir güç sahibi değildir. Allah bu gerçeği başka ayetlerinde insanlara şöyle hatırlatmaktadır:

Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca ulaşabilirsin. Bütün bunlar, kötülüğü olan, Rabbinin Katında da hoş olmayanlardır.” (İsra Suresi, 37-38)

Müslüman, her an her yerde bu aczinin farkında olan insandır. Buna kesin olarak iman ettiği, konuşmalarından anlaşılır. Dünyanın en güzel insanı bile olsa, Allah’ın büyüklüğünü kavramış bir kimse hiçbir zaman için bu güzelliği kendinden bilmez. Bunun Allah’ın üstün sanatının bir yansıması olduğunu ve Allah’ın dilediği anda bu güzelliği kendisinden alabileceğini bilerek konuşur. “Bu benim bedenime ait bir güzellik, ben kendime iyi baktığım sürece bana hiçbir şey olmaz” diyerek bu nimeti sahiplenemeyeceğini bilir.

Gözle görülmeyen tek bir virüs ya da mikrobun veya başına gelecek basit bir kazanın güzelliğini yok edebileceğini ve tüm bunların da Allah’ın kontrolünde olduğunu bilir. Bu yüzden daima Allah’a şükreden, O’nu yücelten bir üslup kullanır. Kendisine güzelliğini veya bir konudaki bilgisini hatırlatanlara Allah’ın benzersiz güzelliğini, sonsuz kudretini, ilmini ve ihtişamlı sanatını anarak cevap verir. Allah dilediği için güzel olabildiğini ve kendisinde olanın Allah’ın sonsuz güzelliğinin veya ilminin sadece küçük bir yansıması olduğunu vurgulayarak Allah’ı tesbih edip yüceltir.

Müminlerin Allah’ın karşındaki acizliklerini bilmeleri bütün tavırlarına yansır. Güç sahibi bir mümin, güçsüz olduğunu gördüğü bir insana karşı asla ezici ya da minnet altında bırakıcı bir üslup kullanmaz. Veya güzelliğine dayanarak çirkin bir insanı ezip rencide edici bir tarzda konuşmaz. Aynı şekilde zengin olduğu için fakirleri hor gören, söz sahibi olduğu için muhtaç insanlara (düşkün konumdaki insanlara) değer vermeyen, zeki ve akıllı olduğu için zekaca geri olan insanları küçümseyen insanların üslubunu kullanmaz. Allah’ın dünyadaki imtihanın bir gereği olarak her insan için ayrı bir kader belirlediğini, Allah Katında asıl üstünlüğün ise iman ve takvayla ölçüldüğünü bilerek hareket eder. Bu nedenle de çevresindeki büyük küçük, güçlü zayıf herkese karşı -Kuran ahlakının gereği olarak- son derece saygılı ve hürmetkar bir üslup kullanır. Aksi bir tavrın insanlara değil Allah’a karşı büyüklenmek anlamına geleceğini bilerek Allah’tan korkup sakınır. Kuran’da müminlerin bu vasıfları şöyle bildirilir:

… Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Nisa Suresi, 36)