BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ HAZRETLERİ’NİN SÖZLERİNİN BİR BÖLÜMÜNÜ OKUYUP BİR BÖLÜMÜNÜ OKUMADAN YORUM YAPMAK SAMİMİ BİR YAKLAŞIM DEĞİLDİR

Ahir Zamana Ait Yeni Bilgiler

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin sözlerindeki manayı tam anlayabilmek için, Üstad’ın sözlerini bütün olarak okumak ve ele almak gerekmektedir. Birbirini tamamlayan açıklamaların bulunduğu bir sözün bir paragrafını okuyup, diğer paragrafını okumadan, Bediüzzaman’ın ne ifade etmiş olabileceği konusunda yorum yapmak ise samimiyetle bağdaşmamaktadır.

Said Nursi Hazretleri Risale-i Nur Külliyatı’nda Hz. Mehdi (a.s.)’nin bir şahıs olarak Hicri 1400 yılında geleceğini, üç vazifesinin olacağını, kendi zamanında bu üç vazifenin birden gerçekleştirilememiş olduğunu, ancak Hz. Mehdi (a.s.)’nin bu üç vazifeyi tamamlayacak olduğunu, kendisinin Hz. Mehdi (a.s.) olmadığını ancak Hz. Mehdi (a.s.)’nin öncü bir neferi olduğunu açıkça ifade etmiştir. Üstad’ın bu sözleri herhangi ikinci bir yoruma mahal bırakmayacak kadar açık ve nettir.

Said Nursi Hazretleri Kastamonu Lahikası’nda yazdığı “Evet, bu zaman hem iman ve din için, hem hayat-ı içtimaî ve şeriat için, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i İslâmiye için gayet ehemmiyetli birer müceddid ister.”sözünden Mehdilik görevinin 3 ayrı şahıs tarafından tamamlanacağı gibi bir anlam hiçbir şekilde çıkmamaktadır. Üstad bu zaman derken kendi zamanını kastetmektedir. Nitekim o devirde yaşayan veli şahıslar müceddidlik görevini ifa etmişlerdir. Nitekim sözün devamını okuduğumuzda, Üstad’ın bu üç vazifenin hepsini birden, ahir zamanda zuhur edecek olan Peygamber Efendimiz’in soyundan olan Hz. Mehdi Aleyhisselam’ın yerine getireceğini söylediği açıkça görülmektedir. Bu nedenle Üstad’ın bu sözünü açıklarken, mutlaka aynı sözün devamını da dikkate almak ve okumak gerekmektedir. Aksi ise, samimi ve dürüst bir yaklaşım olmayacaktır.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin Kastamonu Lahikası’nda kaleme aldığı sözün tamamı şu şekildedir:

Aziz, sadık, muhterem kardeşimiz Hoca Haşmet!

Senin, müceddid hakkındaki mektubunu hayretle okuduk ve Üstadımıza da söyledik. Üstadımız diyor ki:

Evet bu zaman hem iman ve din için, hem hayat-ı içtimaiye ve şeriat için, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i İslâmiye için, gayet ehemmiyetli birer müceddid ister. Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-i imaniyeyi muhafaza noktasında tecdid vazifesi, en mukaddes ve en büyüğüdür. Şeriat ve hayat-ı içtimaiye ve siyasiye daireleri ona nisbeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor.

Rivayat-ı hadîsiyede, tecdid-i din hakkında ziyade ehemmiyet ise, imanî hakaikteki tecdid itibariyledir. Fakat efkâr-ı âmmede, hayatperest insanların nazarında zahiren geniş ve hâkimiyet noktasında cazibedar olan hayat-ı içtimaiye-i İslâmiye ve siyaset-i diniye cihetleri daha ziyade ehemmiyetli göründüğü için, o adese ile o nokta-i nazardan bakıyorlar, mana veriyorlar.

Hem bu üç vezaifi birden bir şahısta, yahut cemaatte, bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerhetmemesi pek uzak, âdeta kabil görülmüyor. Âhirzamanda, Âl-i Beyt-i Nebevî’nin (A.S.M.) cemaat-ı nuraniyesini temsil eden HAZRET-İ MEHDİ’DE VE CEMAATİNDEKİ ŞAHS-I MANEVÎDE ANCAK İÇTİMA EDEBİLİR. Bu asırda, Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, Risale-i Nur’un hakikatına ve şakirdlerinin şahs-ı manevîsine, hakaik-i imaniye muhafazasında tecdid vazifesini yaptırmış. Yirmi seneden beri o vazife-i kudsiyede tesirli ve fatihane neşriyle gayet dehşetli ve kuvvetli zındıka ve dalalet hücumuna karşı tam mukabele edip, yüzbinler ehl-i imanın imanlarını kurtardığını kırkbinler adam şehadet eder.

Amma benim gibi âciz ve zaîf bir bîçarenin, böyle binler derece haddimden fazla bir yükü yüklemek tarzında, şahsımı medar-ı nazar etmemeli diyor ve size selâm ediyor. Biz de zâtınıza ve oradaki Risale-i Nur’la alâkadar olanlara selâm ediyoruz.

Risale-i Nur şakirdlerinden
Emin, Feyzi, Kâmil

Görüldüğü üzere Said Nursi Hazretleri bu üç vazifenin kendi döneminde aynı anda tek bir şahısta, ya da tek bir cemaatte bulunmasının çok uzak bir ihtimal olduğunu hatta adeta mümkün olmadığını bildirmiştir. Üstad’ın dediği de aynen gerçekleşmiştir. Nitekim kendi zamanında bu üç görevi kendisi dahil hiçkimse gerçekleştirmemiştir. Üstad zamanında bu görevleri farklı veli şahıslar tek bir cihette yerine getirmişlerdir, dolayısıyla da bu üç görevin tümünü birden üstlenecek ve gerçekleştirecek olan ahir zamanın Büyük Mehdisi ünvanını alamamışlardır. Üstad Hazretleri imani konularda, II. Abdülhamit siyasi konularda, diğer veli şahıslar da farklı konularda görevler üstlenerek müceddid hükmünde vazife üstlenmişlerdir. Ancak üç vazifeyi aynı anda yerine getiren bir şahıs olmamıştır. Üstad bu konu hakkında Emirdağ Lahikası’nda ve Şualar kitabında şöyle belirtmektedir:

Gerçi her asırda hidayet edici, bir nevi Mehdi ve müceddid geliyor ve gelmiş, fakat herbiri üç vazifelerden birisini bir cihette yapması itibarıyle, ahir zamanın Büyük Mehdi ünvanını almamışlar. (Emirdağ Lahikası, s. 260)

“BÜYÜK MEHDİ”NİN DÖRT EHEMMİYETLİ VAZİFESİNİN VE DAHA EVVEL GELİP GEÇEN KÜÇÜK MEHDİLER “BÜYÜK MEHDİ”NİN BİR KISIM VAZİFELERİNİ BİR CİHETTE (bir açıdan) İCRA ETTİKLERİNİ (yerine getirdiklerini) ve ŞERİAT-I MUHAMMEDİYE’Yİ (A.S.M.) (Peygamberimiz (sav)’in yolunu, Kuran ahlakını) VE HAKİKAT-İ FURKANİYEYİ (Kuran ahlakının esaslarını, hakikatlerini) VE SÜNNETİ AHMEDİYEYİ (A.S.M.)(Peygamberimiz (sav)’in sünnetini) İHYA İLE (yeniden canlandırma ile), İLAN VE İCRA İLE (herkese duyurarak ve uygulayarak), BAŞKUMANDANLARI OLAN “BÜYÜK MEHDİ”NİN KEMAL-İ ADALETİNİ (yüce adaletini) VE HAKKANİYETİNİ (haktan ve doğruluktan ayrılmayışını, doğruluğunu) DÜNYAYA GÖSTERMELERİ gayet makul olmakla beraber, gayet lazım ve zaruri ve hayat-i içtimaiye-i insaniyedeki düsturların (cemiyet hayatına ait kuralların) muktezasıdır (gereğidir). (Şualar, s. 456)

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin Hz. Mehdi’nin bir zat olacağı, Hicri 1400’lerde zuhur edeceği, hem diyanet, hem siyaset hem saltanat, hem de cihat aleminde vazife yapacağı ve bu görevlerin tümünün birden Hz. Mehdi ve cemaatinde toplanacağıyla ilgili yazdığı onlarca somut delil içeren sözü varken, bir kişinin Üstad’ın sözlerinin yarısını okuyup diğer yarısını okumadan kendi kafasındaki inanca yönelik hiçbir delile dayanmaksızın bir yorum getirmeye çalışmasının samimi, dürüst ve vicdani bir tutum olmayacağı çok açıktır. 

92