Münafığın sinsi oyunlarından biri de, hemen her fırsatta samimi Müslümanlara ‘iftira atma alışkanlığı’ dır. Münafık ‘kuşkuyu üzerinden dağıtmak, suçlu görünümünden kurtulmak ve kendince temize çıkabilmek’ için sürekli ‘kendisini mağdur gösterme çabası’ içine girer. Amacı kendisini, ‘gereksiz yere kuşkulanılan, gereksiz yere tedirgin olunan’ ‘masum bir insan’ gibi göstermektir. Ancak elbette bu da münafığın hastalıklı planlarından biridir. Ne kadar mağdurmuş izlenimi verirse, kendisine o kadar geniş, rahatça hareket edebileceği, kolaylıkla hainlik yapabileceği bir alan
açabileceğini düşünür. Bu hedefine ulaşabilmenin en kısa ve etkili yollarından birinin de, kendince ‘Müslümanlara iftira atmak’ olduğuna inanır.
Münafığın hemen her sözünde ‘açık ya da gizli bir mağduriyet iması’ vardır. Bu sözde mağduriyeti delillendirmek için de, bol bol yalan söyler ve Müslümanlara iftira atar. İzlediği bu yol da elbette ki sinsi planın bir parçasıdır. İftira atarak hem öfke duyduğu Müslümanları karalamak, hem de kendini ‘mağdur ve masum’ göstererek yüceltmeyi hedefler. Kendince Müslümanlara duyulan güveni ve onların sözlerine karşı duyulan inancı sarsacak, kendisine karşı duyulan güven ve itibarı ise güçlendirecektir.
Ancak münafık iftirayı, elinde hiçbir delil olmaksızın gelişigüzel bir şekilde gündeme getirmez. Şeytandan aldığı ilhamlarla önce konuyu sinsice planlar ve zeminini güçlendirir. Atacağı iftiranın bir altyapısı olabilmesi için, olayları, olmasını istediği şekle, yani atacağı iftiraya benzer hale getirebilmek için özel olarak yönlendirir. Sonrasında yeri geldiğinde, atacağı iftira için geçmişe yönelik sunabileceği sahte deliller oluşturur. İşte zaman içerisinde tüm bualtyapıyı güçlendirdikten sonra, planını uygulamaya başlar.
Münafık, iftira atarken kullandığı konuları da çok özenle seçer. Genellikle ‘iftiraları, onun samimiyetine, iyi niyetine, gösterdiği çabaya rağmen, Müslümanların anlayışsızlığı, kötü ahlakı, yalan söylemeleri, kötü davranmaları, adaletsizlik yapmaları, iftira atmaları, kasti olarak onu dışlamaları gibi’, ‘kendisini yüceltmeyi Müslümanları ise kötülemeyi’ amaçlayan mantıklar üzerine kuruludur. Bu iftiralarda Müslümanlar hep neredeyse dünyanın en kötü insanlarıdır. Ve özellikle de ona karşı çok çirkin tavırlar sergiliyorlardır. Münafık ise tüm bu iftiralarda hep iyi niyetle çabalayan, ancak hep hakkında yanlış teşhisler konulan, yanlış anlaşılan, iyilikten başka bir isteği olmayan masum ve mağdur kişi konumundadır. Ancak tüm bunlar tam şeytanın ahlakına uygun olarak ‘kurgulanmış yalanlar’dan ibarettir. Zira münafık her eyleminde olduğu gibi, bu planını uygularken de doğrudan şeytan ile ittifak halindedir. Allah Kuran’da şeytanların işbirliği yapacakları kimselerin ‘gerçeği ters yüz eden’, ‘günaha düşkün’ ve ‘yalancı’ insanlar olduklarını bildirmiştir. İşte bu özelliklerle de, tam da ‘münafığın ahlaksızlığı’ tarif edilmiştir:
Şeytanların kimlere inmekte olduklarını size haber vereyim mi? Onlar, ‘gerçeği ters yüz eden,’ günaha düşkün olan her yalancıya inerler. (Şuara Suresi, 221-222)
Münafıkların Müslümanlara iftira atma yöntemlerine sayısız örnek vermek mümkündür. Örneğin ‘münafığın en istemeyeceği şeylerden biri İslam’a ve Müslümanlara fayda sağlayacak çalışmalar yapmaktır’. Ancak Müslümanlar gece gündüz tebliğ çalışmaları yaparken, kendisinin bu çalışmalara hiçdbir katkıda bulunmaması dikkat çekmesin diye, bu konuda kendini temize çıkarmak zorundadır. İşte bunun için hemen etrafını suçlar ve Müslümanlara iftira atar. “Ben İslam’a çok hizmet etmek istiyorum ama onlar benimle ortak çalışma yapmak istemiyorlar, bana bir faaliyet vermiyorlar, benim yardımımı istemiyorlar ya da çalışmalarıma engel oluyorlar” gibi bahanelerle ortaya çıkar.
Oysaki elinin altında İslam’a faydalı olabileceği, Müslümanlara yardım edebileceği çok fazla imkanı vardır. Ayrıca her “Ben de bir faaliyet yapmak, size yardımcı olmak istiyorum” dediğinde ona “Tamam, o zaman şu konuda şöyle bir çalışma yapar mısın?” gibi bir talepte bulunulur. Ama münafık kasıtlı olarak bunların hiçbirini yerine getirmez. Zaten ‘bu sözleri söylerken ki niyeti de asla hizmet etmek değildir’. Sadece iftira atabilmek ve huzursuzluk çıkarabilmek için bahane bulmaktır. Hiçbir işe yaramadığının ve Müslümanlara hiçbir konuda yardım etmediğinin kendisi de farkındadır ve çirkeflik yaparak yaygaralar kopararak bu imajının üstünü örtebileceğini sanır. İnsanların aklında ‘istiyor ama imkan tanınmadığı için bir şey yapamıyor algısını oluşturabileceğini’ zanneder. Halbuki Müslümanlar samimi hizmet etmek isteyen birinin tavrıyla, ahlaksızlığından dolayı hizmetten sinsice kaçan birinin tavrını kolaylıkla ayırt edebilecek kadar akıllıdırlar.
Münafığın bu ahlakını detaylandırmak için verilebilecek daha yüzlerce örnek vardır. Münafık iftira malzemesi olarak gerektiğinde, ‘sağlık gibi hassas bir konuyu bile kullanmaya çalışır’. Örneğin kendisine yeni pişirilmiş çok güzel bir yemek ikram edilir, ‘yemeğin bayat olduğunu’ iddia eder. Yediği meyvenin kenarında bir çürüme görse, “Bana bunu özellikle seçip verdiler, benim sağlığımı umursamıyorlar” gibi hayal ürünü bir iftirayla ortaya çıkar. Bulunduğu yerdeki tozdan alerjisi tutsa, “Burayı özellikle tozlu bıraktılar, hayatımı tehlikeye attılar” der. Ona güzel bir söz söyler, iltifat ederler; “Benimle alay ettiler, dalga geçtiler” der. Yaptığı bir işe yardım etmek isterler, “Beceriksiz olduğumu ima etmeye çalıştılar” der.
İşte münafık, Müslümanların arasında kaldığı sürece, bunlara benzer iftiraları asla son bulmaz. Dünyada karşılaşabileceği en vicdanlı, en dürüst insanların Müslümanlar olduğunu bildiği halde, ‘Bu nur gibi tertemiz insanları karalamaya çalışarak huzursuzluk çıkarmak ve Müslümanlara zarar vermek’ ister. Ancak bu yaptıkları Müslümanlar için hayır, münafık için ise azapla sonuçlanır. Allah Kuran’da ‘gerçeği sürekli ters yüz ederek’ iftira atan münafığın ahirette acı bir azapla karşılaşacağını şöyle bildirmiştir:
Gerçeği sürekli ters yüz eden, günaha düşkün olan herkesin vay haline. Kendisine Allah’ın ayetleri okunurken işitir, sonra müstekbirce (inatla büyüklük taslayarak) sanki işitmemiş gibi ısrar eder. Artık sen onu acı bir azapla müjdele. (Casiye Suresi, 7-8)