Öğüt almak, eleştirilmek, iyiden, doğrudan, daha güzel olandan yana bir tavsiye duymak, münafığın en hoşlanmadığı ve nefsine en ağır gelen durumlardan biridir. Bunu bir de kendisine içten içe büyük bir kin, öfke ve nefret duyduğu insanlar olan Müslümanlar yapacak olursa, bu durumda münafık deliye döner. Delice ve kontrolsüz bir savunma içgüdüsüyle, kendisini haklı çıkarıp kusursuz gösterebilmek için aklına gelen her yola başvurur. Var olduğunu zannettiği sahte itibarını, ‘herkesten üstün ve mükemmel olduğu imajını korumak’ ve ‘büyüklük iddiasına herhangi bir zarar gelmesini önlemek’ için delice kendini savunmaya başlar. ‘Yalan söylemek, iftira atmak, karşı tarafı haksız çıkarmaya çalışmak, Kuran ayetleri hakkında sapkın yorumlarda bulunmak, züppe ve küstah üsluplarla üste çıkmaya çalışmak, ağlayarak haksızlığa uğradığı, mağdur olduğu imajını vermeye çalışmak, bağırarak karşı tarafın konuşmasını engellemeye ve tehditkar bir hava estirmeye çalışmak’ münafığın yaptığı karşı atakların sadece çok az bir kısmıdır. Allah Kuran’da, Müslümanların ve Allah’ın dinini anlatmakla görevli elçilerinin çağrıları karşısında, münafıkların bu mübarek şahısları ‘öldürmeyi dahi göze alacak kadar gözlerinin dönüp saldırganlaştıklarını’ da haber vermiştir:
… Demek, size ne zaman bir elçi nefsinizin hoşlanmayacağı bir şeyle gelse, büyüklük taslayarak bir kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu öldürecek misiniz?” (Bakara Suresi, 87)
Allah ayette nefisleriyle çatışan; hatalarını ortaya koyan, yanlışlarını deşifre eden konuşmalar yapıldığında, münafıkların gözü dönmüş bir azgınlıkla saldırganlaştıklarını ve ‘öldürmeye varacak kadar delice bir kinin tüm vücutlarını kapladığını’ bildirmektedir.
Ayetin açıklaması, münafıkların ‘ruhundaki büyüklük hissinin ne kadar şiddetli bir delilik haline geldiğini’ anlamak açısından çok önemlidir: “Demek size ne zaman bir elçi”, yani ‘size güzel ahlakı anlatan bir tebliğci’, “nefsinizin hoşlanmayacağı birşeyle gelse”, yani ‘sizin yanlış, kötü yönlerinizi eleştiren bir üslubu olsa, sizdeki bir hatayı gidermek istese’, “büyüklük taslayarak”, yani ‘enaniyet krizine girerek’ “bir kısmınız onu yalanlayacaksınız”. İşte münafık da ayette belirtildiği gibi, tebliği yapan kişinin anlattıklarının zıddı açıklamalar yaparak “Senin sözün doğru değil, yalan söylüyorsun” diyerek Müslümanların sözlerini yalanlamaya çalışır.
Ayette haber verildiği gibi, münafık kendisine verilen öğüt ve tavsiyeleri kendince etkisiz hale getirebilmek için, ‘kendisine öğüt veren kişiye karşı şeytani bir atağa geçer’. Kendisine anlatılan mantıkların aynısıyla, o da o kişiyi suçlamaya ve eleştirmeye başlar. Eğer kendisine ‘yalan söylememesi için öğüt veriliyorsa’, o da ‘karşı tarafı yalan söylemekle itham eder’. “Ben değil sen yalan söylüyorsun, ben böyle birşey söylemedim, lafımı değiştiriyorsun, doğru konuşmuyorsun, ben onu kastetmedim.” der. Eğer alçakgönüllü olması, büyüklük taslamaktan sakınmasıyla ilgili bir öğüt veriliyorsa, “Ben böyle kibirli, gururlu bir insan değilim, aksine çok tevazuluyum.” diyerek karşı tarafın sözünü yalanlar. Ardından da “Ben değil, asıl sen öylesin” diyerek ‘karşı suçlamalar’ yapar. Ve zayıf, düzenbaz aklıyla, kendince bu iddiasını ispatlayacak deliller bulmaya çalışır. Gerçekleri çarpıtarak, olayları değiştirerek, yalan söyleyerek çeşitli misaller verir. Herkesin açıkça gördüğü, çok aleni bir konuyu yalanlayarak, kendisine öğüt veren Müslümanı kendince geri püskürtmeye çalışır.
Bunun gibi münafığa, Müslümanlara karşı olan sevgisizliği, uzaklığı ve çıkara dayalı bir bağlılık içinde olduğu söylenip bu durum delilleriyle ispatlandığında, münafık hemen ‘karşı tarafa iftira atma’ yöntemini kullanır. “Asıl siz beni sevmiyorsunuz, siz bana sevgi göstermiyorsunuz. Siz bana uzak davranıyorsunuz” diyerek bu şeytani taktiğini devreye sokar. Sonrasında da Müslümanlara karşı eleştiriler yöneltmeye başlar “Bunca yıldır hep ben size sevgi gösteriyorum, hadi artık sıra sizde, şimdi de siz gösterin.” “Neden bu durumu benim düzeltip telafi etmem gerekiyor. Biraz da siz kendinizi düzeltin” gibi konuşmalarla yalan söyleyerek kendince karşı atağa geçer.
Hayatını sürekli şeytanla dostluk ederek geçiren ‘münafığın diline yalan adeta yuva yapmıştır’. Bu nedenle karşı atak yaparken çok seri iftira atabilir ve seri yalanlar söyleyebilir. Birbirinden uydurma mantıklar geliştirip sürekli konuyu başka yöne kaydırmaya kalkabilir. Karşı taraf tevazusuyla, güzel ahlakıyla, saygı ve sevgi dolu bir üslupla ona fayda verecek açıklamalar yapmaya çalıştıkça, münafık karşısındaki kişinin bu tevazulu halinden daha da cesaret bulur. Ve giderek daha da saldırganlaşır. Çünkü Müslümanların her ne olursa olsun öfkeyle değil şefkatle, kızarak değil sabırla ve tevazuyla tebliğ yapacaklarını bilir. Her ne olursa olsun sakinliklerini, güzel ahlaklarını bozmayacaklarının bilincindedir. Bu nedenle kendince bunu en iyi şekilde kullanır ve hiç çekinmeden küstahlığının ve züppeliğinin dozunu istediği kadar artırır.
Bu şeytani cesaretle, münafığın nefreti, kini ağzından taşmaya başlar. Dikkat çekici olan ise, münafığın kendisine iyi davranıldığında, istediği her şey yapıldığında ve nefsine hoş gelecek konuşmalar, övgüler duyduğunda dengeli tavırlar gösterirken, öğüt ya da eleştiriyle karşılaştığında, ‘ikinci bir kişiliğe geçmesi ve saldırganlaşması’ dır. Özellikle de bir çıkar elde etmek istediği zaman, sanki dünyanın en dengeli, en makul, en güzel sözlü, güzel huylu insanı gibi davranırken; nefsine dokunan bir durum ile karşılaştığında ruhundaki şeytani deliliğin tüm şiddetiyle ortaya çıkmasıdır. Öyle bir durumda, elde etmek istediği menfaatleri için samimiyetsizce sevgi sözcükleriyle, nezaketle konuşan münafık, kendisine iyiliği için bir hatırlatma yapıldığında,‘gözleriyle ve ağzıyla kin kusan şeytani bir mahluğa’ dönüşür. İşte münafığın asıl yüzü ve gerçek kişiliği, bu kinlendiği anda ortaya çıkan halidir.
Münafığın Müslümanın eleştirilerinden kurtulmak için bu şekilde çirkefçe yöntemlerle karşı atağa geçmesinin nedenlerinden biri, toplumda pek çok insanın, karşı atak yapıldığında genelde hemen ‘pasifize olduğunu’ bilmesidir. Karşı atak genelde insanların moralini bozar ve kendilerini suçlu gibi görüp savunma ruhuna geçmelerine neden olur. İşte münafık da, bu insani zaafı bilerek Müslümanlara yönelik, ‘karşı atak yöntemini’ kullanmaya çalışır. Amacı kendisine verilen öğüt ve tavsiyelerden kurtulmak ve bu sözleri etkisiz kılabilmektir. Dikkati kendi üzerinden uzaklaştırmak, konuşulan konuyu unutturup başka bir konu üzerinde yoğunlaşılmasını sağlamak ister. Kendisine bir hatırlatma yapılırken, başkalarını hedef gösterip kendince ‘asıl onların çeşitli hataları kusurları olduğu’ yönünde suçlamalar yaptığında, doğal olarak bu kişiler, söylenenlerin doğru olmadığını açıklayacaklar ve böylece konu değişmiş olacaktır. Dolayısıyla,kendi kusurlarından bahsedilirken, münafık bir anda konuyu karşısındaki insanların hatalarına çekerek, kendini kurtarmış ve tam tersine onları odak noktası haline getirmiş olacaktır.
İşte bu çok ince ve şeytani bir münafık taktiğidir. Bir anda Müslümanları kendi konusunun dışına çıkaracak ve onları başka bir mecraya doğru çekecektir. Örneğin konu münafığın züppe üslubuyken, o bir anda kalkıp karşısındaki Müslümanın on gün önce söylediği bir sözü değiştirip, yalanlarla süsleyip “Sen o gün neden bana öyle demiştin?” diye bir konu atar ortaya. İşte karşısındaki Müslüman onun bu sorusuna cevap vermeye kalktığı anda da, münafığın oyunu başlamış olur. Bu soru cevaplanırken, bunun gibi yeni bir suçlama atağına daha geçer. Giderek ana konudan uzaklaşılmasını ve asıl anlatılmak istenenlerin unutulmasını sağlamaya çalışır.
İşte bu gibi şeytani yöntemler, münafığın binlerce yıldır süregelen, geleneksel tarihinin bir parçası ve klasik bir taktiğidir. Allah Kuran’da münafıkların‘dilbazlıklarına, demagoji yapmalarına, sivri dilli olmalarına, iftira yeteneklerine, şeytanın ilhamıyla öğrendikleri yalan söyleme kabiliyetlerine, konuyu saptırmak, hedefi şaşırtmak için yalanı, iftirayı, kavgacı üslubu kullanabileceğine’ dikkat çekmiştir. Kuran’da bildirilen bu şeytani oyunların tüm detaylarıyla ve örnekleriyle Müslümanlara anlatılması son derece önemlidir. Zira münafığın her sinsi yönteminin deşifre edilmesi, bu oyunlarını baştan bozar ve etkisiz hale getirir. Bu vesileyle Müslümanlar bu tip ataklara karşı çok dikkatli ve hazırlıklı olmuş olurlar.
Allah’ın bir ayette “… Hakkı batıl ile geçersiz kılmak için mücadele ediyorlar…” (Kehf Suresi, 56) sözleriyle bildirdiği gibi, münafıkların tüm bu mücadelesi, Allah’ın hak sözünü geçersiz kılabilmek, Kuran ahlakının yaşanmasını engellemek ve inkarcı bir ahlakı insanlar arasında hakim edebilmek içindir. Ancak Allah hakkın mutlaka galip geleceğini; batılın ve batıl ile ortaya çıkanların eninde sonunda mutlaka başarısız olacaklarını bildirmiştir. Bir Kuran ayetinde Allah bu gerçeği şöyle haber vermiştir:
Hayır, Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir. (Allah’a karşı) Nitelendiregeldiklerinizden dolayı eyvahlar size. (Enbiya Suresi, 18)