HZ. MEHDİ’NİN ÜÇ BÜYÜK GÖREVİ

Bediüzzaman Mehdi'yi Anlatıyor

Bediüzzaman Said Nursi, Hz. Mehdi’nin üç görevi olduğunu belirtmekte, bu üç görevin birarada yerine getirilmesinin Hz. Mehdi’nin en önemli alametlerinden biri olduğuna dikkat çekmektedir.

Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, HZ. MEHDİ AL-İ RESUL’ÜN (Peygamberimiz (sav)’in soyundan gelen Hz. Mehdi’nin) TEMSİL ETTİĞİ KUDSİ (mukaddes, kutsal) CEMAATİNİN ŞAHS-I MANEVİSİNİN ÜÇ VAZİFESİ var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer (insanlar) bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati (Peygamberimiz (sav)’in soyundan gelenlerin) yapacağını rahmet-i İlahiyeden (Allah’ın rahmetinden) bekliyoruz. Ve ONUN ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ OLACAK.(Emirdağ Lahikası, s. 259)

Bediüzzaman, bu sözünde Hz. Mehdi’nin ahir zamanda muhakkak geleceğini ve Hz. Mehdi ile mukaddes cemaatinin birlikte yerine getirecekleri üç büyük vazife olacağını açıklamaktadır:

HZ. MEHDİ AL-İ RESUL’ÜN (PEYGAMBERİMİZ (SAV)’İN SOYUNDAN GELEN HZ. MEHDİ’NİN) TEMSİL ETTİĞİ KUDSİ (MUKADDES, KUTSAL) CEMAATİNİN ŞAHS-I MANEVİSİNİN:

Bediüzzaman bu sözünde Hz. Mehdi ile ilgili önemli birkaç konuyu birden açıklamıştır. Bediüzzaman öncelikle “HZ. MEHDİ AL-İ RESUL’ÜN TEMSİL ETTİĞİ”sözleriyle, Hz. Mehdi’nin Peygamberimiz (sav)’in soyundan gelecek bir şahıs olduğunu hatırlatmıştır. Bir şahs-ı manevinin herhangi bir soydan gelmesi kuşkusuz ki mümkün değildir. Ancak bir insanın bir başkasının soyundan gelebilmesi söz konusu olabilir. Bediüzzaman da burada bu gerçeği vurgulamış, Hz. Mehdi’nin manevi bir kişilik olmadığını, “BİR ŞAHIS” olduğunu açıkça ifade etmiştir.

Bediüzzaman bu sözünde ayrıca Hz. Mehdi’nin ve cemaatinin iki ayrı kavram olduğunu hatırlatarak, Hz. Mehdi’nin bir “şahs-ı manevi” olduğu iddiasının geçersizliğini bir kez daha ortaya koymuştur. Bediüzzaman “HZ. MEHDİ AL-İ RESUL’ÜN TEMSİL ETTİĞİ kudsi cemaatin şahs-ı manevisi” sözleriyle “Hz. Mehdi’nin bir cemaati” olacağını ve “bu cemaatin başında da onu temsil eden Hz. Mehdi’nin bizzat bulunacağını” ifade etmiştir. Hz. Mehdi’nin bir cemaatinin olabilmesi için, öncelikle Hz. Mehdi’nin bir şahıs olarak var olması gerekmektedir. Çünkü bir şahs-ı manevinin kendine ait bir cemaatinin olabilmesi elbette ki söz konusu değildir. Bediüzzaman da bu sözünde bu gerçeği dile getirmiştir. Bediüzzaman’ın belirttiği bu durumu birkaç soru sorarak da anlayabiliriz:

1- Bediüzzaman Hz. Mehdi Al-i Resul’ün neyi temsil ettiğini bildirmiştir?
Kudsi cemaatinin şahs-ı manevisini.

2- Bediüzzaman kudsi cemaatin şahs-ı manevisini kimin temsil ettiğini bildirmiştir?
Hz. Mehdi’nin.

Bu soruların cevapları Hz. Mehdi ve onun mukaddes cemaatinin birbirinden ayrı kavramlar olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır.

Bediüzzaman ahir zamanda Hz. Mehdi’nin yanında bulunan mümin topluluğunun mukaddes bir cemaat olduğunu, bu cemaatin önderliğini yapan Hz. Mehdi’nin de Hz. Peygamber (sav) soyundan gelen mukaddes biri olacağını belirtmiştir. Nitekim Bediüzzaman bu sözünün son cümlesinde “ONUN ÜÇ GÖREVİ OLACAK”cümlesiyle bu konuya açıklık getirmekte, bu üç görevi, yanındaki kutsal toplulukla birlikte, Hz. Mehdi’nin de bizzat başlarında bulunarak yerine getireceğini ifade etmektedir.

Nitekim Hz. İsa ve Hz. Mehdi’nin manevi birer şahıs, ruh ya da mana gibi görünmez birer güç olarak tanımlanması, Kuran ayetlerinde bildirilen Allah’ın adetullahı (Allah’ın kanunu) ile tamamen çelişmektedir. Tarih boyunca hiçbir elçi veya peygamber, bir şahs-ı manevi olarak gelmemiştir. Kuran’da çeşitli toplumlara gönderilen elçiler, nebiler ve resullerin hayatları, mücadeleleri ve tebliğleri hakkında pek çok bilgi verilmiştir. Yaşamlarının sonuna kadar gönderildikleri kavimleri hak dine davet etmiş, onları Allah’ın azabına karşı uyarıp korkutmuş ve iman edenleri cennetle müjdelemişlerdir. Yaşadıkları toplumlardaki inkarcıların baskılarına, kurdukları tuzaklara ve hak dine yönelik mücadelelerine sabır ve tevekkülle karşı koymuş, onları Allah’ın razı olacağı ahlakı yaşamaya çağırmışlardır. Tüm bu bilgiler bize, tarih boyunca hiçbir elçi, nebi veya resulün manevi bir şahıs olarak gönderilmediğini, tüm elçilerin birer fert olarak geldiklerini göstermektedir.

Yüzyıllardır süregelen bu adetullah (Allah’ın kanunu), tüm İslam tarihinde olduğu gibi ahir zamanda gelecek olan Hz. İsa ve Hz. Mehdi için de söz konusudur. Ancak elbette ki tüm peygamber ve elçilerin olduğu gibi Hz. İsa ve Hz. Mehdi’nin de kendilerinden ayrı olarak şahs-ı manevileri de olacaktır. Kuran’da, gönderilmiş olan tüm peygamber ve elçilerin çevresinde, onlara inanan ve onların gösterdikleri hak yolu izleyen birer topluluk olduğu haber verilmiştir. Elçilere iman eden bu kimseler ve onların elçileriyle birlikte yapmış oldukları faaliyetlerin tümü, bu elçilerin şahs-ı manevilerini oluşturur. Kuran’da peygamberlerin hayatlarını anlatan kıssalarda bu durum açıkça görülmektedir. Örneğin Peygamberimiz (sav)’in ashabı, onun şahs-ı manevisini oluşturmuştur. Fakat bu, Peygamber Efendimiz (sav)’in varlığı şartı ile oluşmuştur. Bu durum ahir zamanda da değişmeyecek, Bediüzzaman’ın da dile getirdiği gibi, Hz. İsa ve Hz. Mehdi beraberlerindeki mümin topluluklarının başında bizzat birer hidayet önderi olarak bulunacaklardır.

ONUN:

Bediüzzaman, Hz. Mehdi’den bahsederken, “ONUN” zamirini kullanarak, bir kez daha Hz. Mehdi’nin “BİR ŞAHIS” olduğunu belirtmektedir.

Bediüzzaman’ın da ifade ettiği gibi, Hz. Mehdi’nin üç büyük görevi olacaktır. Hz. Mehdi bu görevlerini yerine getirirken, etrafında bir de kendisine destek olan mübarek bir topluluk bulunacaktır. Bu büyük görevler “Hz. Mehdi ve onun kutsal cemaatinin” birarada gerçekleştireceği görevlerdir. Ancak Bediüzzaman’ın “ONUN üç görevi olacak” sözleriyle açıkça vurguladığı gibi, Hz. Mehdi bu topluluğun başında bizzat bulunarak bu görevleri yerine getirecektir.

ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ OLACAK:

Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin “bir veya iki görevi değil, tam olarak ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ OLACAĞINI” bildirmektedir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin temsil ettiği cemaatiyle birlikte bu üç görevin üçünü birden yerine getireceğinden bahsetmiştir. Bediüzzaman bunun, Hz. Mehdi’yi kendisinden önce gelen müceddidlerden ayıran ve tanıtan en önemli alametlerinden olduğunu bildirmiştir.

Bu üç büyük sorumluluk diğer İslam alimlerinin dönemlerinde tam olarak yerine getirilmiş değildir. Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi’den önce gelen müceddidlerin, onun üç vazifesinden yalnızca birisini yerine getirdiklerini söylemiştir. Ancak ahir zamanda gelecek Hz. Mehdi’nin her üç görevi de birarada yapacağını ve bu özelliği nedeniyle de ahir zamanın “Büyük Mehdisi” ünvanını alacağını belirtmiştir.

Birincisi: FEN VE FELSEFENİN tasallutiyle (etkisiyle) ve MADDİYYUN VE TABİİYYUN TAUNU, (materyalizm, Darwinizm ve ateizm hastalığı) beşer içine intişar etmesiyle (insanlar arasında yayılmasıyla), herşeyden evvel FELSEFEYİ VE MADDİYYUN FİKRİNİ (materyalizm, Darwinizm ve ateizm gibi Allah’ı inkar eden dinsiz akımları) TAM SUSTURACAK TARZDA imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek (iman edenleri sapkınlıktan korumak)… (Emirdağ Lahikası, s. 259)

Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mehdi’nin üç büyük görevinden birincisini açıklamaktadır. Buna göre Hz. Mehdi’nin birinci görevi, “materyalist ve ateist felsefeleri tamamen susturacak bir şekilde insanların imanlarını kazanmasına vesile olmak”tır:

FELSEFEYİ VE MADDİYYUN FİKRİNİ (MATERYALİZM, DARWINİZM VE ATEİZM GİBİ ALLAH’I İNKAR EDEN AKIMLARI) TAM SUSTURACAK TARZDA:

1-Fen ve Felsefe:

Bediüzzaman bu sözlerinde, fen ve felsefenin etkisiyle materyalizm, Darwinizm ve ateizm gibi Allah’ı inkar eden dinsiz akımların insanlar arasında yayıldığına dikkat çekmiştir. Bediüzzaman bu akımların etkisiz hale getirilerek tam olarak susturulmasının ve insanların imanının kurtarılmasının Hz. Mehdi’nin birinci görevi olduğunu belirtmiştir.

Bediüzzaman burada Hz. Mehdi’nin birinci göreviyle ilgili olarak “fen ve felsefe”nin etkisine özellikle dikkat çekmektedir. Bilim ve felsefe, iman şuuruyla yaklaşan insanların bakış açısıyla ilerlediğinde, büyük atılımlara, Allah’ın varlığının ve sıfatlarının daha iyi anlaşılmasına vesile olur. Bilimin, materyalizm savunucuları tarafından insanlar üzerinde oluşturulan yanlış yönlendirmelerini, Bediüzzaman’ın da belirttiği gibi Hz. Mehdi ortadan kaldıracaktır. Ahir zamanda teknolojinin hızla ilerlemesiyle birçok bilim dalında gelişmeler olacaktır. Allah’ın varlığının delilleri, yeryüzündeki iman hakikatleri bilimsel delilleriyle açıkça ortaya çıkacaktır. Hz. Mehdi bu gerçekleri insanlara en etkili yöntemlerle ulaştıracak ve bu konuda dünya çapında bir sonuç elde edecektir. Mesih Deccal’in ahir zaman fitnesi, ancak böyle güçlü yöntemlerle kırılacaktır.

2-Maddiyyun Ve Tabiiyyun Taunu (Materyalizm, Darwinizm ve Ateizm Hastalığı):

Materyalizm ve ateizm, insanlığa büyük felaketler getiren sapkın akımlardır. Darwinizm, materyalizm ve ateizme fikri dayanak oluşturur. Darwinizm’in iddiası, kainatın ve canlılığın kör tesadüfler sonucunda kendi kendine yaşamı var ettiğidir. Son 150 yılın en büyük aldatmacası olan bu akımın fikren tam anlamıyla susturulması günümüze kadar mümkün olmamıştır. Darwinizm, modern bilimin son bulguları ve ilerleyen teknoloji vesilesiyle Hz. Mehdi döneminde tamamen ortadan kalkacaktır. İnsanlık tarihinin gördüğü bu en şiddetli fitnenin fikren susturulması Hz. Mehdi zamanında gerçekleştirilecektir.

Bediüzzaman bu sözlerinde Hz. Mehdi’nin, “FELSEFEYİ VE MADDİYYUN FİKRİNİ TAM SUSTURACAK TARZDA” bir çalışma yürüterek insanların imanlarının kurtulmasına vesile olacağını belirtmiştir. Bediüzzaman, ahir zamanda ateist felsefelerin bir tehlike oluşturacağını bildirmiş, özellikle Darwinist, materyalist felsefelerin ateizmle güç bulacaklarını ve Allah’ın varlığını inkar edecek tehlikeli bir çizgiye geleceklerini ifade etmiştir. Bu nedenle Hz. Mehdi’nin birinci vazifesinin, maddecilik fikri, yani Allah’ı inkar üzerine kurulmuş materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerle mücadele etmek ve bu felsefelerin insanlar üzerindeki etkisini tam anlamıyla kaldırmak olacağını belirtmiştir. Bediüzzaman’ın burada kullandığı “TAM SUSTURACAK TARZDA” ifadesi son derece önemlidir. Bilindiği gibi materyalizmin hem Türkiye’de hem de dünyada kuvvet bulması Bediüzzaman zamanında devam ettiği gibi, vefatından yani 1960 yıllarından sonra da günümüze kadar devam etmiştir. Televizyon ve radyo kanallarının gelişmesiyle, yazılı basının da desteğiyle etkileri giderek artmıştır. Yani Bediüzzaman’ın vefatından sonra da materyalizm propagandası artarak 21. yy’a kadar gelmiştir.

Dolayısıyla kendisinin de ifade ettiği gibi, Bediüzzaman’ın döneminde bu konuda tam bir sonuç elde edilememiştir. Bediüzzaman bu sözünde kullandığı “TAM SUSTURACAK TARZDA” ifadesiyle bu gerçeğe dikkat çekmiştir. Materyalizm, ateizm ve Darwinizm’in çöküşüyle birlikte insanların imanını kurtarma görevi dünya çapında Hz. Mehdi’ye verilmiştir. Bediüzzaman’ın bizzat başladığı, ancak bütünüyle sona ermeyen bu akımla fikri mücadele, Hz. Mehdi ile devam edecek ve sonuca ulaştırılacaktır.

Bediüzzaman da “TAM SUSTURACAK” ifadesiyle, ancak Hz. Mehdi’nin bu mücadelede “tam bir üstünlük sağlayacağına” işaret etmektedir.

İkinci vazifesi: HİLAFET-İ MUHAMMEDİYE (A.S.M.) ÜNVANI İLE (Peygamberimiz (sav)’in halifesi ünvanı ile) ŞEAİR-İ İSLAMİYEYİ (İslam ahlakının esaslarını) İHYA ETMEKTİR (yeniden canlandırmaktır) ALEM-İ İSLAM’IN VAHDETİNİ (İslam aleminin birliğini) NOKTA-İ İSTİNAD EDİP (dayanak noktası yapıp) beşeriyeti (insanlığı) maddi ve mânevi tehlikelerden ve gadab-ı İlâhi’den (Allah’ın azabından) kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı (dayanak noktası) ve hadimleri (hizmetkarları), MİLYONLARLA EFRADI (fertleri) BULUNAN ORDULARlazımdır. (Emirdağ Lahikası, s. 259)

Bediüzzaman’ın bu açıklamalarına göre Hz. Mehdi, halihazırda çeşitli gruplar halinde dağınık olarak bulunan Müslümanları birleştirecek, İslam ahlak ve faziletini, Peygamberimiz (sav)’in gerçek sünnetlerini canlandıracaktır. İslam aleminin birliğini oluşturacak, bu vesileyle insanlığı maddi ve manevi tehlikelerden kurtaracak ve insanların Allah’ın gazabından sakınmalarına vesile olacaktır:

HİLAFET-İ MUHAMMEDİYE (A.S.M.) ÜNVANI İLE (PEYGAMBERİMİZ (SAV)’İN HALİFESİ ÜNVANI İLE):

Bediüzzaman, “HİLAFET-İ MUHAMMEDİYE ÜNVANI İLE” sözleriyle Hz. Mehdi’nin İslam dünyasının önderi olacağını belirtmektedir. Hz. Mehdi’nin, “İSLAM TOPLUMUNUN LİDERİ VASFIYLA İslamiyet’i yeniden canlandırması, milyonları bulan bir topluluğun maddi ve manevi gücüyle hareket ederek tüm yeryüzünde İslam birliğini sağlaması” özellikleri, ne Bediüzzaman ne de ondan önceki müceddidlerin döneminde gerçekleşmemiş olaylardır. Bediüzzaman Said Nursi, yaşadığı dönem boyunca İslam dünyası ve Müslümanlar adına eşsiz hizmetlerde bulunmuş, pek çok insanın doğru yolu bulmasına, Allah’a yakınlaşmasına ve imanda derinleşmesine vesile olmuştur. Ardında halen Müslümanlar için önemli bir hidayet rehberi olan hikmet dolu eserler bırakmış, üstün ilim ve ferasetiyle tüm Müslümanlara ışık tutmuştur. Büyük mütefekkir Bediüzzaman, şüphesiz 13. asrın müceddididir. Ancak kendisinin de Peygamberimiz (sav)’in hadisleri doğrultusunda açıkladığı gibi, “TÜM MÜSLÜMANLARIN LİDERİ” vasfını taşıması söz konusu olmamıştır. Allah’ın izniyle tüm İslam alemi için büyük müjdeler içeren bu olaylar, ahir zamanda Hz. Mehdi vesilesiyle yaşanacak ve bu ünvanı da Hz. Mehdi taşıyacaktır. Bediüzzaman, bu konuyu tüm bu delilleriyle birlikte anlatarak, kendisinin ahir zaman Mehdisi olmadığını açık bir şekilde ifade etmiştir.

Bugün dünyada 1 milyarın üzerinde Müslüman yaşamaktadır. Dünya tarihinde ilk defa Müslümanlar sayıca bu kadar çokturlar. Bu büyüklükte bir kitleye önderlik tarihte kimseye nasip olmamıştır. Bediüzzaman’ın da müjdelediği gibi, bu şerefli vasfı Allah’ın izniyle ahir zamanın “Büyük Mehdisi” taşıyacaktır.

ŞEAİR-İ İSLAMİYEYİ (İSLAM AHLAKININ ESASLARINI) İHYA ETMEKTİR (YENİDEN CANLANDIRMAKTIR):

Bediüzzaman “ŞEAİR-İ İSLAMİYEYİ İHYA ETMEKTİR” sözleriyle, Hz. Mehdi’nin ikinci vazifesinin İslam ahlakının esaslarını yeniden canlandırmak olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman’ın burada kullandığı “İHYA ETMEK” kelimesi son derece önemlidir. Bu kelime “yeniden hayata kavuşturmak” anlamındadır. Hz. Mehdi İslam ahlakının dünya çapında yaşanmasına vesile olacaktır. Bediüzzaman bu konunun tohumlarını atmıştır, ancak kendisinin de belirttiği gibi “yeniden hayata kavuşturma şeklinde bir canlanma”, tam anlamıyla Hz. Mehdi vesilesiyle yerine getirilecektir.

ALEM-İ İSLAM’IN VAHDETİNİ (İSLAM ALEMİNİN BİRLİĞİNİ) NOKTA-İ İSTİNAD EDİP (DAYANAK NOKTASI YAPIP):

Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi’nin, daha önce hiçbir müceddid tarafından yerine getirilmemiş olan görevlerinden birinin “İSLAM BİRLİĞİNİN SAĞLANMASI” olduğunu bildirmektedir. Bilindiği gibi bu birliktelik, dünya Müslümanlarının bir çatı altında yaşadıkları son devlet olan Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından ortadan kalkmıştı. Hz. Mehdi bu birliğin tekrar kurulmasına vesile olacak, milyonlarca Müslümanı biraraya getirecektir. Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin, bu birliği dayanak noktası edinerek insanlığı maddi ve manevi tehlikelerden koruyacağını ve Allah’ın gazabından sakınmalarına vesile olacağını bildirmiştir. Bediüzzaman’ın da vurguladığı gibi, İslam birliğinin sağlanması ve bu birliğin liderliği ünvanının taşınması Bediüzzaman’ın döneminde, ondan önceki müceddidlerin tarihinde ve günümüzde de henüz gerçekleşmiş olaylar değildir. Bediüzzaman da bu gerçeği vurgulamış, bu olayların Hz. Mehdi’nin tanınmasında en önemli alametlerden biri olacağını hatırlatmıştır. Hz. Mehdi geldiğinde Bediüzzaman’ın da belirttiği gibi, vesile olacağı bu olaylarla Allah onu tüm insanlara tanıtacaktır.

MİLYONLARLA EFRADI (FERTLERİ) BULUNAN ORDULAR:

Bediüzzaman “MİLYONLARLA EFRADI (FERTLERİ) BULUNAN ORDULAR” sözleriyle, Hz. Mehdi’nin bu birlikteliği sağlamasında, ona yardım edecek çok geniş bir kitlenin var olacağından söz etmektedir. Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin hizmetinde, Allah’ın varlığı ve birliği konusunu, iman hakikatlerini tüm insanlığa anlatacak, geniş kapsamlı bir iman hizmeti yürütecek olan ilim ve iman toplulukları olacağını bildirmiştir.

Bediüzzaman, eserlerinde yer verdiği diğer sözlerinde kendisinin de bu ilim ordusunun, onlara önceden hazırlık yapan bir neferi yani askeri olduğunu anlatmaktadır. Yaşadığı dönemde, Bediüzzaman’ın hizmetinde böyle geniş bir kitlenin desteği ve yardımı söz konusu olmamıştır. Bediüzzaman’ın da sözlerinde pek çok kez ifade ettiği gibi, sınırlı bir topluluk olan Nur talebeleri çok kısıtlı imkanlar içerisinde ve çok büyük fedakarlıklarla büyük bir iman hizmeti vermişlerdir. Bediüzzaman böyle büyük bir kitlenin desteğinin, ancak ahir zamanda söz konusu olacağını ve bunun da Hz. Mehdi’nin yerine getireceği bu büyük göreve nasip olacağını bildirmektedir.

Üçüncü vazifesi: … O ZAT  BÜTÜN EHL-İ İMANIN (iman edenlerin) MANEVİ YARDIMLARIYLA ve İTTİHAD-I İSLAM’IN MUAVENETİYLE (İslam birliğinin yardımlaşmasıyla) ve BÜTÜN ULEMA VE EVLİYANIN (alimlerin ve velilerin) ve bilhassa AL-İ BEYT’İN NESLİNDEN(Peygamberimiz (sav)’in soyundan) HER ASIRDA KUVVETLİ VE KESRETLİ (çok sayıda) BULUNAN MİLYONLAR FEDAKAR SEYYİDLERİN İLTİHAKLARIYLA (Peygamber soyundan gelen fedakar kimselerin katılımlarıyla) O VAZİFE-İ UZMAYI (büyük görevi) YAPMAYA ÇALIŞIR. (Emirdağ Lahikası, s. 260)

Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mehdi’nin üçüncü görevini açıklamıştır. Buna göre, Hz. Mehdi Kuran ahlakının göz ardı edildiği bir dönemde, insanların yeniden din ahlakına yönelmesine vesile olacak, İslam birliğini kuracak ve bu büyük görevleri yerine getirirken kendisine destekçi olan pek çok salih insan bulunacaktır.

O ZAT:

Bediüzzaman, Hz. Mehdi için Risale-i Nur‘un birçok yerinde olduğu gibi, bu sözlerinde de Hz. Mehdi için “O ZAT” ifadesini kullanmıştır. Bediüzzaman, hem “O” kelimesiyle hem de “ZAT” ifadesiyle Hz. Mehdi’nin bir topluluk veya manevi bir kişi değil, bir “ŞAHIS” olduğunu açıkça belirtmiştir.

Yüksek ilim ve hikmet sahibi Bediüzzaman hiç kuşkusuz ki bu vurguları da belirli bir hikmetle yapmakta ve tüm Müslümanları Hz. Mehdi’nin “BİR ŞAHIS”olduğu konusunda en doğru şekilde bilgilendirmektedir.

BÜTÜN EHL-İ İMANIN (İMAN EDENLERİN) MANEVİ YARDIMLARIYLA:

Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin üçüncü görevini çok önemli ve geniş kitlelerin desteğiyle gerçekleştireceğini bildirmiştir. Bediüzzaman “BÜTÜN EHL-İ İMANIN MANEVİ YARDIMLARIYLA” sözleriyle, “TÜM MÜSLÜMANLARIN” ittifak halinde oluşturacakları birliğin Hz. Mehdi’nin bu görevdeki yardımcıları olacağını bildirmiştir.

Hz. Mehdi ve yardımcıları güçlerini Allah sevgisinden, iman coşkusundan alan cesur insanlar olacaktır. İmanlarının nuru tüm dünyanın aydınlanmasına vesile olacaktır. Tüm Müslümanların dahil olacağı böyle geniş çapta bir ittifakın desteği, Bediüzzaman’ın döneminde gerçekleşmiş değildir. Bediüzzaman’ın da müjdelediği gibi, bu geniş kitlenin manevi yardımları, ancak ahir zamanda Hz. Mehdi ile birlikte oluşacak ve onun üçüncü görevinin gerçekleştirilmesinde büyük bir rol oynayacaktır.

İTTİHAD-I İSLAM’IN MUAVENETİYLE (İSLAM BİRLİĞİNİN YARDIMLAŞMASIYLA):

Bediüzzaman “İTTİHAD-I İSLAM’IN MUAVENETİYLE” sözleriyle, Hz. Mehdi’nin üçüncü görevini aynı zamanda “İSLAM BİRLİĞİNİN YARDIMLAŞMASIYLA” yerine getireceğini de bildirmiştir. Böyle bir birlik Bediüzzaman’ın yaşadığı dönemde henüz oluşmamış, dolayısıyla da büyük bir ittifakın yardımı da söz konusu olmamıştır. Bediüzzaman İslam birliğinin bu yardımlaşmasının Hz. Mehdi döneminde gerçekleşeceğini ve onun üçüncü görevinde büyük bir destek sağlayacağını belirtmiştir.

BÜTÜN ULEMA VE EVLİYANIN (ALİMLERİN VE VELİLERİN)… İLTİHAKLARIYLA (KATILIMLARIYLA):

Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin bu üçüncü görevindeki diğer bir desteğin de “BÜTÜN ULEMA VE EVLİYANIN KATILIMLARIYLA” gerçekleşeceğini bildirmiştir. Hz. Mehdi’nin gelişi 1400 senedir tüm İslam alimleri ve iman sahipleri tarafından büyük bir heyecanla beklenmektedir. Kuşkusuz ki bütün alimlerin ve velilerin katılımının sağlanacağı böyle büyük bir destek, Hz. Mehdi’nin mücadelesinde ve bu görevini yerine getirmesinde son derece önemli bir rol oynayacak ve büyük bir kolaylık sağlayacaktır. Dikkat edilirse Bediüzzaman burada “BÜTÜN” kelimesini özellikle belirtmiş ve Hz. Mehdi’yi “alimlerin tümünün birden”destekleyeceğini bildirmiştir. İslam alimlerinin böyle büyük bir ittifakla destek vermeleri Bediüzzaman’ın yaşadığı dönemde gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman bu katılımın ancak Hz. Mehdi’nin yerine getireceği bu görev ile birlikte gerçekleşeceğini hatırlatmıştır.

AL-İ BEYTİN NESLİNDEN (PEYGAMBERİMİZ (SAV)’İN SOYUNDAN) HER ASIRDA KUVVETLİ VE KESRETLİ (ÇOK SAYIDA) BULUNAN MİLYONLAR FEDAKAR SEYYİDLERİN İLTİHAKLARIYLA (PEYGAMBER SOYUNDAN GELEN FEDAKAR KİMSELERİN KATILIMLARIYLA):

Bediüzzaman bu sözüyle, Hz. Mehdi’nin Peygamber Efendimiz (sav)’in mübarek soyundan olacağına, ona destek verenler arasında da Ehl-i Beytten yani Peygamber soyundan gelen kimselerin bulunacağına dikkat çekmiştir. Bediüzzaman, tüm Müslümanlar, İslam alimleri ve evliyalar ile birlikte “milyonlarca seyyidin de Hz. Mehdi’nin yanında yer alacağını ve bu kutlu zata destek vereceğini” bildirmiştir. Hz. Mehdi’nin üçüncü görevindeki diğer yardımcılarında olduğu gibi, böyle bir destek de daha önce ne Bediüzzaman döneminde ne de ondan önceki müceddidlerin devrinde gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman’ın açıkladığı gibi, “PEYGAMBERİMİZ (SAV)’İN SOYUNDAN GELEN MİLYONLARCA SEYYİDİN KATILIMI” ancak Hz. Mehdi döneminde gerçekleşecektir.

O VAZİFE-İ UZMAYI (BÜYÜK GÖREVİ) YAPMAYA ÇALIŞIR:

Bediüzzaman “O VAZİFE-İ UZMAYI YAPMAYA ÇALIŞIR” sözleriyle “Hz. Mehdi’nin bir şahs-ı manevi değil, “BİR İNSAN OLARAK İŞ BAŞINDA OLACAĞINI” ifade etmiştir. Zira bir şahs-ı manevinin bir görevi “yapmaya çalışması” söz konusu değildir. Böyle bir çaba ancak bir insanın gerçekleştirebileceği bir fiildir. Bediüzzaman da bu gerçeği vurgulayarak Hz. Mehdi’nin bir şahıs olduğunu ifade etmiştir.

Bediüzzaman sözlerinde ayrıca Hz. Mehdi’nin yerine getireceği hizmeti “BÜYÜK GÖREV” olarak nitelendirmiştir. Bediüzzaman’ın bu ifadesine göre Hz. Mehdi’nin yapacağı hizmetler, kendisinden önceki dönemlerde gelen müceddidlerin görevlerinden farklı, “ÇOK BÜYÜK ÇAPLI” faaliyetlerdir. Hz. Mehdi İslam ahlakını dünya çapında hakim kılacak, İslam dünyasını biraraya getirecek ve tüm Müslümanların liderliğini üstlenecektir. Bediüzzaman’ın “VAZİFE-İ UZMA”sözleriyle ifade ettiği bu olaylar Hz. Mehdi’nin tanınmasını sağlayacak en önemli alametlerinden olacaktır.

Gerçi HER ASIRDA HİDAYET EDİCİ, BİR NEVİ MEHDÎ VE MÜCEDDİD GELİYOR VE GELMİŞ. Fakat HER BİRİ ÜÇ VAZİFELERDEN BİRİSİNİ BİR CİHETTE (açıdan) YAPMASI İTİBARIYLA (nedeniyle) AHİR ZAMANIN BÜYÜK MEHDÎ UNVANINI ALMAMIŞLAR. (Emirdağ Lahikası, s. 260)

Bediüzzaman bu sözünde, Kuran ahlakını dünya üzerinde hakim kılmak amacıyla önceki asırlarda da bazı Müslüman şahısların geldiğini, ancak bunların hiçbirinin, ahir zamanda Hz. Mehdi’nin yapacağı üç önemli görevi birarada yerine getiremediklerini ifade etmiştir:

HER ASIRDA HİDAYET EDİCİ BİR NEVİ MEHDİ VE MÜCEDDİD GELİYOR VE GELMİŞ:

Bediüzzaman bu sözüyle birkaç önemli konuya açıklık kazandırmıştır. Bediüzzaman öncelikle Hz. Peygamberimiz (sav)’in hadislerine dayanarak her yüz yıl başında bir müceddid (yenileyici) gönderileceğini bildirmiştir. Bediüzzaman Risalelerde Hz. Mehdi’nin de Hicri 14. yy’ın başında geleceğini ve 14. ve 15. yy’lar arasındaki müceddid olacağını belirtmiştir.

Bediüzzaman burada ayrıca Hz. Mehdi’nin bir şahs-ı manevi olmadığını da açıklamıştır. Peygamberimiz (sav)’den bu yana 14. yy’a kadar gelen tüm müceddidler birer “ŞAHIS” olarak gelmişlerdir. 14. yy’da bu durum değişmeyecek, Hz. Mehdi de bir şahıs olarak bizzat görev yapacaktır. Bediüzzaman “GELİYOR VE GELMİŞ” sözleriyle bu sürekliliği ifade etmiş, “GELİYOR” kelimesiyle bu adetullahın halen devam etmekte olduğunu belirtmiştir.

Bediüzzaman bu sözüyle ayrıca geçmiş dönemlerde gönderilmiş olan müceddidler ile Hz. Mehdi arasındaki farkı açıklamış ve Hz. Mehdi’nin hangi özelliğiyle bu müceddidlerden ayırt edilebileceğini bildirmiştir. Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi’den önce gelen müceddidlerin, onun üç vazifesinden birini yerine getirdiklerini ve bu açıdan “bir nevi Mehdi ve müceddid görevi üstlendiklerini” söylemiştir. Ancak Bediüzzaman, yukarıda bahsettiği üç vazifenin üçünü birden yerine getirecek olan kişinin yalnızca “BÜYÜK MEHDİ” olacağını ve bu özelliğiyle diğer müceddidlerden ayırt edileceğini belirtmiştir. Nitekim Bediüzzaman’ın kullandığı “BİR NEVİ MEHDİ” ifadesi de bu durumu açıklamaktadır. Bediüzzaman geçmişte gelen ve Hz. Mehdi’nin üç büyük görevinden yalnızca bir tanesini yapan kimselerin gerçekte ahir zamanın beklenen Mehdisi olmadıklarını, bu kimseleri “bir nevi mehdi” olarak nitelendirerek ifade etmiştir.

HER BİRİ:

Bediüzzaman kullandığı “HER BİRİ” ifadesiyle Hz. Mehdi’den önce gelmiş olan müceddidlerin de Hz. Mehdi gibi gerçek kişilikler olduklarına, şahs-ı manevi olmadıklarına dikkat çekmektedir. Bu açıklamada bahsi geçen önceki yüzyıllarda gönderilen müceddidlerin birer şahıs oldukları kabul görürken, Bediüzzaman’ın aynı açıklamalarında yine bir şahıs olacağını belirttiği “Büyük Mehdi”nin bir şahs-ı manevi olacağı düşüncesi elbette ki çelişkilidir. Bu düşünceye göre, ahir zaman Mehdisi’nden önce gelen tüm müceddidlerin de birer şahs-ı manevi olması gerekirdi. Ancak böyle bir şey söz konusu olmamıştır. Nitekim Bediüzzaman da sözlerinde bu gerçeği açıklamıştır. Bediüzzaman’ın da müjdelediği gibi, Peygamberimiz (sav)’in rivayetlerindeki özelliklere sahip olmasıyla tanınacak olan Büyük Mehdi ahir zamanda “BİR ŞAHIS” olarak ortaya çıkacak ve Allah’ın izniyle Bediüzzaman’ın belirttiği üç görevi birden yerine getirecektir.

ÜÇ VAZİFELERDEN BİRİSİNİ BİR CİHETTE (AÇIDAN) YAPMASI İTİBARIYLA (NEDENİYLE) AHİR ZAMANIN BÜYÜK MEHDİ ÜNVANINI ALMAMIŞLAR:

Bediüzzaman sözlerinde, iki ayrı tür Mehdi olduğunu belirtmiştir. Bunlardan birincisini, “sabık (önceki) Mehdiler”, diğerini ise ahir zamanda gelecek olan “BÜYÜK MEHDİ” olarak adlandırmıştır. Bediüzzaman Said Nursi, Hz. Mehdi’nin yapacağı faaliyetleri saymış ve bunları ondan başka kimsenin yapamayacağını belirtmiştir. Bu yüzden, bu önemli görevlerin yerine getirilmesine vesile olan kişiye “BÜYÜK MEHDİ” demiştir. Bediüzzaman eserlerinde, kendisi de dahil olmak üzere önceki dönemlerde gelen, sabık Mehdiler olarak adlandırdığı müceddidlerin bu üç görevi yerine getiremedikleri için Büyük Mehdi olamayacaklarını anlatmıştır. Bediüzzaman eserlerinde ayrıca söz konusu kimselerin Büyük Mehdi ünvanını alamamalarının bir diğer sebebinin ise, bu kişilerin Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde belirttiği özelliklere uymamaları olduğunu bildirmiştir.

Hem bu ÜÇ VEZAİFİ (görevi) BİRDEN BİR ŞAHISTA YAHUT CEMAATTE BU ZAMANDA BULUNMASI VE MÜKEMMEL OLMASI VE BİRBİRİNİ CERHETMEMESİ (birbirine engel olmaması, zarar vermemesi) PEK UZAK, ADETA KABİL (mümkün) GÖRÜLMÜYOR. Ahir zamanda, AL-İ BEYT-İ NEBEVİ’NİN (A.S.M.) (Peygamberimiz (sav)’in soyunun) CEMAAT-İ NURANİYESİNİ (nurani cemaatini) TEMSİL EDEN HAZRET-İ MEHDİ’DE VE CEMAATİNDEKİ ŞAHS-I MANEVİDE ANCAK İÇTİMA EDEBİLİR (biraraya gelebilir, toplanabilir). (Kastamonu Lahikası, s. 139)

Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mehdi’nin üç görevi olduğunu belirtmekte, bu üç görevin birarada yerine getirilmesinin Hz. Mehdi’nin en önemli alametlerinden biri olduğuna dikkat çekmektedir. Bediüzzaman kendi yaşadığı dönemde bu üç görevin birden yerine getirilemediğini, bunu ancak Hz. Mehdi’nin gerçekleştirebileceğini söylemektedir:

ÜÇ VEZAİFİ (GÖREVİ) BİRDEN:

Bediüzzaman eserlerinin pek çok yerinde Hz. Mehdi’nin yerine getireceği üç görev olduğundan bahsetmiştir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin en önemli alametlerinden birinin bu üç görevi birden yerine getirmesi olduğunu belirtmektedir. Bu görevlerin birincisi materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerle fikri mücadele yapılması ve bu akımların fikren tam olarak susturulmasıdır. İkincisi İslam dünyasının liderliğini üstlenerek İslam birliğinin sağlanması, üçüncüsü ise Kuran ahlakının ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetinin yeniden canlandırılmasıyla tüm yeryüzüne hakim kılınmasıdır. Ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi, bu görevlerin üçünü birden yerine getirecektir. Bu alamet, onun tanınmasını sağlayacak ve onun en önemli özelliklerinden olacaktır.

Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi’nin aynı anda, “SİYASET MEHDİSİ, SALTANAT MEHDİSİ VE DİYANET MEHDİSİ” olarak üç özelliğe birden sahip olacağını ve bu üç alanda birden Mehdilik yapacağını söylemiştir. Bediüzzaman, Kuran ahlakını dünya üzerinde hakim kılmak amacıyla önceki asırlarda da bazı Müslüman şahısların geldiğini, ancak bunların hiçbirinin, ahir zamanda Hz. Mehdi’nin yapacağı üç önemli görevi bu şekilde birarada yerine getirmediklerini ifade etmiştir. Bu nedenle de ahir zamanın “BÜYÜK MEHDİ”si ünvanını alamadıklarını belirtmiştir.

Bediüzzaman bu anlamda, Risale-i Nur‘un da Hz. Mehdi’nin üç görevinden birincisi olan “imanı kurtarmak” görevini yerine getirdiğini söylemiştir. Ancak bu hizmetin dar dairede sınırlı kaldığını, Hz. Mehdi’nin geniş dairedeki görevlerini ise ancak Büyük Mehdi’nin gerçekleştireceğini açıklamıştır. Hz. Mehdi ortaya çıktığı zaman, hadislerde de belirtildiği gibi, Mehdiliğini iddia etmeyecek ya da bunun propagandasını yapmayacaktır. Hz. Mehdi’nin burada sayılan büyük icraatları, bu kutlu şahsın ortaya çıktığının en büyük ispatı ve delili olacaktır.

Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin “ÜÇ VEZAİFİ (GÖREVİ) BİRDEN” yerine getireceğini belirttiği bu sözüyle konunun önemini bir kez daha hatırlatmaktadır. Kendisi de dahil olmak üzere, önceki müceddidlerin hiçbirinin bunların üçünü birarada gerçekleştirmediğine dikkat çekerek, Hz. Mehdi’nin o dönemde henüz gelmemiş olduğunu ifade etmektedir.

BU ÜÇ VEZAİFİN (GÖREVİN) BİR ŞAHISTA YAHUT CEMAATTE BU ZAMANDA BULUNMASI VE MÜKEMMEL OLMASI VE BİRBİRİNİ CERHETMEMESİ (BİRBİRİNE ENGEL OLMAMASI, ZARAR VERMEMESİ) PEK UZAK, ADETA KABİL (MÜMKÜN) GÖRÜLMÜYOR:

Bediüzzaman, “BU ZAMANDA” sözleriyle kendi yaşadığı dönemden bahsetmektedir. Ve kendi zamanında, Hz. Mehdi’nin yerine getireceği üç görevi tek bir şahsın aynı anda yerine getirmesinin ve bu üç vazifenin birbirini engellememesinin mümkün olmadığını söylemektedir. Bediüzzaman bu kanaatinin ne kadar güçlü olduğunu “PEK UZAK” ve “ADETA KABİL (MÜMKÜN) GÖRÜNMÜYOR” sözleriyle açıkça belirtmiştir. Bu da, Hz. Mehdi’nin Bediüzzaman’ın yaşadığı dönemde ortaya çıkmadığını gösteren bir başka önemli delildir. Bediüzzaman’ın yaşadığı dönemde, üç görevin birden yerine getirilmesine imkan olmamıştır. Bediüzzaman ancak kendisinden bir asır sonra gelecek Büyük Mehdi’nin bu görevlerin hepsini yerine getireceğini bildirmektedir.

AL-İ BEYT-İ NEBEVİNİN (PEYGAMBERİMİZ (SAV)’İN SOYUNUN) CEMAAT-İ NURANİYESİNİ (NURANİ CEMAATİNİ) TEMSİL EDEN:

Bediüzzaman, eserlerinde birçok kez Hz. Mehdi’nin hadislerde bildirildiği üzere “seyyid” yani “Peygamberimiz (sav)’in soyundan gelen bir kimse” olacağını, “kendisinin ise seyyid olmadığını” belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözünde de bu konuya bir kez daha açıklık getirmekte, “AL-İ BEYT’İ NEBEVİNİN CEMAAT-İ NURANİYESİNİ TEMSİL EDEN” sözleriyle Hz. Mehdi’nin “Peygamberimiz (sav)’in mübarek soyundan” olacağına dikkat çekmektedir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin bu önemli alametlerinden birini hatırlatarak kendisinin Hz. Mehdi olmadığını ifade etmektedir.

HZ. MEHDİ VE CEMAATİNDEKİ ŞAHS-I MANEVİDE:

Bediüzzaman burada çok önemli bir gerçeği açıklamaktadır. Bu söz, Hz. Mehdi’nin manevi bir kişi değil, bir şahıs olacağını göstermektedir.

Zira Bediüzzaman, “Hz. Mehdi VE cemaatindeki şahs-ı manevide” sözleriyle Hz. Mehdi’nin şahsından ve onun şahs-ı manevisini oluşturan cemaatinden ayrı kavramlar olarak bahsetmektedir. Aradaki “VE” kelimesi, “Hz. Mehdi’nin ve cemaatinin iki farklı varlık olduğunu” ifade etmektedir. Hz. Mehdi’nin kutlu şahsıyla birlikte, bir de onun şahs-ı manevisini oluşturan bir cemaati olacaktır. Hz. Mehdi’nin şahsı olmadan, böyle bir şahs-ı maneviden söz etmek mümkün değildir. Bediüzzaman da bu gerçeği ifade etmekte ve Hz. Mehdi’nin bir şahıs olacağını müjdelemektedir.

ANCAK İÇTİMA EDİLEBİLİR (BİRARAYA GELEBİLİR, TOPLANABİLİR:

Bediüzzaman’ın açıkladığı üç büyük görev ancak ahir zamanda gelecek Hz. Mehdi’nin yerine getirebileceği görevlerdir. Bediüzzaman, burada kullandığı “ANCAK” kelimesiyle bir başkasının bu görevleri başarmasının Allah’ın dilemesiyle “İMKANSIZ” olduğunu belirtmiştir. Çünkü Allah bu vazifeleri yalnızca Hz. Mehdi’nin yerine getirebilmesini takdir etmiştir. Hz. Mehdi de kaderinde böyle takdir edildiği için bu görevleri Allah’ın izniyle başarıyla yerine getirecektir. İslam tarihinde henüz bunu başaran bir kimse ya da topluluk görülmediği gibi, Bediüzzaman kendi yaşadığı devirde de bu durumun gerçekleşmediğini vurgulamaktadır.

BÜYÜK MEHDİ’NİN ÇOK VAZİFELERİ VARVE SİYASET ALEMİNDE, DİYANET ALEMİNDE, SALTANAT ALEMİNDE, MÜCADELE ALEMİNDE ÇOK DAİRELERDE İCRAATLARI (işleri) OLDUĞU GİBİ… (Şualar, s. 590)

Bediüzzaman, ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi’nin;

–  Siyaset,
–  Diyanet,
–  Saltanat

alanlarında büyük görevleri olacağını bildirmekte, ancak bu görevlerin hepsini birden tam olarak yerine getiren kişinin Hz. Mehdi olabileceğini ifade etmektedir:

BÜYÜK MEHDİ’NİN ÇOK VAZİFELERİ VAR:

Bediüzzaman “Büyük Mehdi”nin, sabık Mehdiler olarak adlandırdığı kişilerden en önemli farklarından birinin, onun yerine getireceği “büyük görevler” olduğunu bildirmiştir. Bediüzzaman “ÇOK VAZİFELERİ VAR” diyerek, yerine getireceği bu görevlerin Hz. Mehdi’yi insanlara tanıtacak önemli bir alamet olduğunu vurgulamaktadır. Bediüzzaman, bu görevlerin tamamı birden yerine getirilmediği takdirde ise, bir kimsenin Hz. Mehdi olmasının söz konusu olamayacağını hatırlatmaktadır.

VE SİYASET ALEMİNDE, DİYANET ALEMİNDE, SALTANAT ALEMİNDE, MÜCADELE ALEMİNDE ÇOK DAİRELERDE İCRAATLARI (İŞLERİ) OLDUĞU GİBİ:

Bediüzzaman bu sözlerinde “ÇOK VAZİFELERİ VAR” dediği Hz. Mehdi’nin bu görevlerinin neler olduğunu açıklamaktadır. Hz. Mehdi’nin, “SİYASET MEHDİSİ, SALTANAT MEHDİSİ ve DİYANET MEHDİSİ olarak bu üç özelliğe birden sahip olacağını ve bu üç alanda birden Mehdilik yapacağını” söylemektedir. Dikkat edilirse Bediüzzaman bu görevleri “üç ayrı kişi”nin yerine getireceğinden bahsetmemiştir. Tam tersine Hz. Mehdi’nin bu “ÜÇ KONUDA BİRDEN” müminlerin önderliğini üstleneceğini belirtmiştir. Bu sözleriyle ayrıca, “Mehdiliği üçe bölmenin, tek bir tanesinin Mehdilik için yeterli olacağını söylemenin” yanlışlığını ortaya koymaktadır.

Bediüzzaman verdiği bu bilgilerle, Hz. Mehdi’nin imkanlarının çok geniş olacağını ve bu görevlerin tam yapılmasının bu üç alanda birden güç sahibi olunmasıyla gerçekleştirileceğini açıklamaktadır. “ÇOK DAİRELERDE İCRAATLARI OLDUĞU GİBİ” sözleriyle ise, Hz. Mehdi’nin bu “faaliyetlerinin ve etki alanının çapının genişliğini” belirtmektedir. Bediüzzaman yaşadığı süre içerisinde çok büyük bir iman hizmeti yürütmüş ancak bu üç alanda birden imkan ve yetkilere sahip olmamıştır. Aksine kendisi ömrünü esaret, maddi sıkıntılar ve zorluklar altında geçirmiştir. Çeşitli haksızlıklara uğramış, eziyetlere tabi tutulmuş, yaşamının büyük bölümünü hapis ve sürgün gibi şartlar altında sürdürmüştür. Kuşkusuz ki eğer Bediüzzaman Mehdi olsa ve diyanet, saltanat ve siyaset alanlarındaki üç görevi yerine getirmiş olsaydı, böyle bir durum söz konusu olmazdı. Dolayısıyla Bediüzzaman, Hz. Mehdi hakkında verdiği bu bilgi ile, kendisinin Hz. Mehdi olamayacağını bizzat kendi sözleriyle bir kez daha delillendirmiştir.

Bediüzzaman bu sözleriyle ayrıca Hz. Mehdi’nin “lider vasıflarını taşıyan üstün BİR ŞAHIS” olduğuna bir kez daha dikkat çekmiştir. Bediüzzaman’ın saydığı görevlerin her biri ancak “BİR İNSAN”ın üstlenebileceği sorumluluklardır. “MEHDİ” kelimesi, “HİDAYET BULAN VE HİDAYETE YÖNELTEN” anlamındadır. Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin “DİYANET”“SİYASET” ve “SALTANAT” aleminde bu “MEHDİLİK VASFINI” taşıyarak büyük sorumluluklar üstleneceğini belirtmektedir. Bir şahs-ı manevinin diyanet, siyaset ve saltanat konularında yetki sahibi olması; bu alanlarda insanların sorumluluklarını üstlenerek adalet sağlaması hiçbir şekilde söz konusu değildir. Tüm bu sorumlulukların yerine getirilmesi Bediüzzaman’ın da belirttiği gibi, “HİDAYET BULMUŞ BİR İNSANIN”“iman, akıl ve vicdan kullanarak yerine getirebileceği görevler”dir. Bediüzzaman da sözleriyle bu gerçeği vurgulamış, Hz. Mehdi’nin bir şahs-ı manevi olamayacağını ifade etmiştir.

“BÜYÜK MEHDİ”NİN DÖRT EHEMMİYETLİ VAZİFESİNİN VE DAHA EVVEL GELİP GEÇEN KÜÇÜK MEHDİLER “BÜYÜK MEHDİ”NİN BİR KISIM VAZİFELERİNİ BİR CİHETTE (bir açıdan) İCRA ETTİKLERİNİ (yerine getirdiklerini) ve ŞERİAT-I MUHAMMEDİYE’Yİ (A.S.M.) (Peygamberimiz (sav)’in yolunu, Kuran ahlakını) VE HAKİKAT-İ FURKANİYEYİ (Kuran ahlakının esaslarını, hakikatlerini) VE SÜNNETİ AHMEDİYEYİ (A.S.M.) (Peygamberimiz (sav)’in sünnetini) İHYA İLE (yeniden canlandırma ile), İLAN VE İCRA İLE (herkese duyurarak ve uygulayarak), BAŞKUMANDANLARI OLAN “BÜYÜK MEHDİ”NİN KEMAL-İ ADALETİNİ (yüce adaletini) VE HAKKANİYETİNİ (haktan ve doğruluktan ayrılmayışını, doğruluğunu) DÜNYAYA GÖSTERMELERİ gayet makul olmakla beraber, gayet lazım ve zaruri ve hayat-i içtimaiye-i insaniyedeki düsturların (cemiyet hayatına ait kuralların) muktezasıdır (gereğidir). (Şualar, s. 456)

Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin İslam ahlakını yeniden yaşanır hale getireceğini, Peygamberimiz (sav)’in sünnetiyle hareket edeceğini, üstün bir adalet anlayışı olacağını anlatmaktadır:

“BÜYÜK MEHDİ”NİN DÖRT EHEMMİYETLİ VAZİFESİNİN VE DAHA EVVEL GELİP GEÇEN KÜÇÜK MEHDİLER “BÜYÜK MEHDİ”NİN BİR KISIM VAZİFELERİNİ BİR CİHETTE (BİR AÇIDAN) İCRA ETTİKLERİNİ (YERİNE GETİRDİKLERİNİ):

Bediüzzaman yukarıda yer alan sözlerinde, iki ayrı tür Mehdi olduğunu belirtmiştir. Bunlardan birini “küçük Mehdiler” olarak adlandırmış, diğerinin ise ahir zamanda gelecek olan “BÜYÜK MEHDİ” olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman “BÜYÜK MEHDİ”nin çok açıkça görülen ve taklit edilmesi mümkün olmayan bazı alametleri olduğunu belirtmiştir. Peygamberimiz (sav)’in sünnetinin yeniden canlandırılması ve İslam ahlakının tüm dünyada hakim olması, tüm Müslümanlar arasında İslam birliğinin oluşturulması, Hristiyanlarla Müslümanların ittifakının sağlanması, Hz. Mehdi’nin reddedilmesi mümkün olmayan alametleridir. Bediüzzaman, “küçük Mehdi” olarak bahsettiği, önceki asırlarda gelen Müslüman şahısların Hz. Mehdi’nin yapacağı hizmetlerden bazılarını bir açıdan yerine getirdiklerini, ancak hiçbirinin bu görevlerin hepsini birarada yerine getiremediklerini ifade etmiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle, ahir zamanda gelmesi beklenen “Büyük Mehdi”nin, geçmişte gönderilen Müslüman şahıslarla karıştırılmaması gerektiğini; “Büyük Mehdi”nin ancak sayılan tüm görevlerini birarada gerçekleştirmesiyle tanınacağını” hatırlatmıştır. Peygamberimiz (sav)’in sünnetinin yeniden canlandırılarak İslam ahlakının tüm dünyaya hakim kılınması, İslam birliğinin oluşturulması, Hristiyan ve Müslüman ittifakının sağlanması ne Bediüzzaman’ın yaşadığı dönemde ne de ondan önceki devirlerde gerçekleştirilmemiş olaylardır. Bediüzzaman da bu gerçeğe dikkat çekerek Hz. Mehdi’nin kendisinden ilerideki bir tarihte geleceğini ve bu mübarek insanın, geçmişte İslam’a hizmet eden diğer Müslüman şahıslardan bu alametleriyle ayırt edilebileceğini belirtmiştir.

Bunun yanında Bediüzzaman bu açıklamalarıyla “Hz. Mehdi’nin BİR ŞAHIS olduğunu” da bir kez daha vurgulamıştır. Ahir zamanın “Büyük Mehdi”sinden önce gelen tüm İslam büyükleri, müceddidler ve Bediüzzaman’ın “küçük Mehdi” olarak adlandırdığı kimseler hep birer şahıs olmuşlardır. Bediüzzaman, Allah’ın bu adetullahının ahir zamanda da değişmeyeceğine ve “BÜYÜK MEHDİ”nin de yine “BİR ŞAHIS” olacağına dikkat çekmektedir.

ŞERİAT-I MUHAMMEDİYE’Yİ (A.S.M.) (PEYGAMBERİMİZ (SAV)’İN YOLUNU, KURAN AHLAKINI) VE HAKİKAT-İ FURKANİYEYİ (KURAN AHLAKININ ESASLARINI, HAKİKATLERİNİ) VE SÜNNETİ AHMEDİYEYİ (A.S.M.) (PEYGAMBERİMİZ (SAV)’İN SÜNNETİNİ):

Bediüzzaman “ŞERİAT-I MUHAMMEDİYE’Yİ VE HAKİKAT-İ FURKANİYEYİ VE SÜNNETİ AHMEDİYEYİ (A.S.M.)” sözleriyle, pek çok hadiste de bildirildiği gibi, Hz. Mehdi’nin ahir zamanda Peygamber Efendimiz (sav)’in sünneti ile amel edeceğini ve dini, bidatlardan arındıracağını ve İslam dinini özüne döndüreceğini belirtmektedir. Peygamberimiz (sav)’in bu konuyu bildiren hadislerinden bazıları şöyledir:

Hz. Mehdi hiçbir bidatı bırakmayacak. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 43)

Mehdi kaldırmadık bidat bırakmayacaktır. Ahir zamanda aynı Peygamber (sav) gibi dinin icablarını yerine getirecektir. (Kıyamet Alametleri, s. 163)

Hz. Mehdi İslam dinini, Asr-ı Saadet olarak adlandırılan Peygamberimiz (sav)’in döneminde yaşanan ve Kuran’da bildirilen şekline döndürecektir. Bu görev İslam tarihinde diğer İslam alimlerine nasip olmamış, bugüne kadar böyle bir durum gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman da bu açıklamasıyla, İslam dinini aslına döndürme görevinin ancak Hz. Mehdi’ye nasip olacağını ve bunun Hz. Mehdi’nin tanınmasını sağlayacak en önemli alametlerden olduğunu hatırlatmaktadır.

İHYA İLE (YENİDEN CANLANDIRMA İLE), İLAN VE İCRA İLE (HERKESE DUYURARAK VE UYGULAYARAK):

Bediüzzaman bu sözlerinde Hz. Mehdi’nin izleyeceği yolu anlatmakta, insanları hak dine davet ederken kullanacağı yöntemleri açıklamaktadır:

Bediüzzaman’ın burada kullandığı “İHYA” kelimesinin anlamı, “YENİDEN CANLANDIRMA”dır. Bediüzzaman’ın da belirttiği gibi, Hz. Mehdi ahir zamanda Kuran’dan uzaklaşmış olan insanların yeniden Kuran ahlakına göre yaşamalarına vesile olacaktır.

“İLAN” kelimesinin anlamı ise, “HERKESE DUYURMA”dır. Bediüzzaman’ın açıklamalarına göre Hz. Mehdi, Kuran’ın hakikatlerini ve Kuran ahlakını herkesin görebileceği, ulaşabileceği şekilde duyuracaktır. Kitle iletişim araçlarını ve teknolojiyi çok iyi kullanacağı anlaşılan Hz. Mehdi, İslam gerçeklerini çok çeşitli ve hikmetli yöntemler kullanarak tüm dünyaya açıkça gösterecek ve ilan edecektir.

“İCRA” kelimesinin anlamı da, “UYGULAMA”dır. Bediüzzaman bu sözleriyle de Hz. Mehdi’nin, Kuran ahlakını tüm dünyada hakim edeceğini ve tüm toplumlarda yaşanır hale getireceğini belirtmektedir.

Bediüzzaman’ın burada Hz. Mehdi’nin faaliyetleri hakkında üzerinde durduğu büyük çaplı hizmetler, tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşecek olaylardır. Bediüzzaman bunların hiçbirinin kendisi hayatta iken gerçekleşmemiş olduğuna dikkat çekmekte, ancak bu alametlerin gerçekleşmesine vesile olan kişinin Hz. Mehdi olabileceğini belirtmektedir.

Bediüzzaman, dikkat çektiği bu önemli konuyla birlikte Hz. Mehdi’nin bir şahs-ı manevi olmadığını da vurgulamaktadır. Bediüzzaman, İslam dininin esaslarını, Peygamberimiz (sav)’in sünnetini “İHYA, İLAN VE İCRA EDECEK BİR ŞAHSIN” varlığından söz etmektedir. Tüm bu icraatler “iman, akıl ve vicdan sahibi kutlu BİR ZATIN yerine getirebileceği” görevlerdir. Dolayısıyla Bediüzzaman bu açıklamalarıyla “HZ. MEHDİ’NİN BİR ŞAHS-I MANEVİ OLAMAYACAĞI” konusunda da kesin bir delil daha ortaya koymaktadır.

BAŞKUMANDANLARI OLAN “BÜYÜK MEHDİ”NİN KEMAL-İ ADALETİNİ (YÜCE ADALETİNİ) VE HAKKANİYETİNİ (HAKTAN VE DOĞRULUKTAN AYRILMAYIŞINI, DOĞRULUĞUNU) DÜNYAYA GÖSTERMELERİ):

Peygamber Efendimiz (sav)’den rivayet edilen birçok hadiste Hz. Mehdi döneminde yeryüzünün adaletle dolacağı haber verilmektedir:

Kıyametin kopması için zamanda sadece bir günden başka vakit kalmamış da olsa Allah, benim Ehl-i Beytimden (soyumdan) bir zatı gönderecek, yeryüzü zulümle dolduğu gibi, o yeryüzünü adaletle dolduracak. (Sünen-i Ebu Davud, 5/92)

Mehdi bendendir, yeryüzü zulüm ve işkence ile dolduğu gibi onu doğruluk ve adaletle doldurur. (Sünen-i Ebu Davud, 5/93)

Bu (Emir) de (Hz. Mehdi) insanlar yeryüzünü daha önce zulüm ile doldurdukları gibi, yeryüzünü adaletle dolduracaktır. (Sünen-i İbn-i Mace, 10/348)

Hadislerde belirtilen, bu adalet ve huzur ortamı çok geniş çapta ve çok benzersiz olacaktır. Bediüzzaman da “KEMAL-İ ADALETİ” ve “HAKKANİYETİ”sözleriyle, Hz. Mehdi’nin adaletinin en mükemmel şekilde olacağını bildirmektedir. Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin bu vasıflarını dile getirerek öncelikle onun bir şahs-ı manevi olmadığını, “ADALET YAPABİLECEK, HAK VE DOĞRU YOLU İZLEYEBİLECEK BİR ŞAHIS” olduğunu ifade etmektedir. Bir şahs-ı manevinin “adaletli olması ya da hak yoldan ayrılmama vasfını taşıması” söz konusu değildir. Bediüzzaman da Hz. Mehdi’nin ahlakındaki bu “MÜMİN VASIFLARI”na dikkat çekerek, bu konuya açıklık kazandırmış ve onun mübarek “BİR İNSAN” olduğunu hatırlatmıştır.

Bediüzzaman bu sözlerinin başında ise “Büyük Mehdi”nin “BAŞKUMANDANLIK” sıfatına dikkat çekmiştir. Bu, ancak “BİR İNSAN”ın sahip olabileceği bir özellik ve bir insanın üstlenebileceği bir görevdir. Çok açıktır ki Bediüzzaman burada bir şahs-ı manevinin müminlerin başkumandanı olacağından bahsetmemekte; “BU GÖREVİ YERİNE GETİREBİLECEK ÖZELLİKLERE SAHİP BİR ŞAHSI” ifade etmektedir.

Bediüzzaman “Başkumandanları olan “Büyük Mehdi”nin kemal-i adaletini ve hakkaniyetini DÜNYAYA GÖSTERMELERİ” sözleriyle burada ayrıca Hz. Mehdi’nin yüce adaletinin, haktan ve doğruluktan ayrılmayışının mükemmelliğine “BÜTÜN DÜNYANIN ŞAHİT OLACAĞINI” ifade etmektedir. Tüm insanlar, bu mübarek zatı görüp tanıyacaklar, Allah’ın adil sıfatının yeryüzündeki tecellilerini Hz. Mehdi’de göreceklerdir. Hz. Mehdi’nin büyük fikri mücadelesi neticesinde, belki de tüm dünyada ilk kez zulüm ve kargaşa tamamen bitecek, dünya çapında barış, huzur ve adalet olacaktır. Bediüzzaman bu açıklamalarıyla, Hz. Mehdi’nin geçmiş dönemlerde gelmediğini, geldiğinde ise Allah’ın bu gelişmelerle onu insanlara tanıtacağını bildirmektedir.

Ümmetin beklediği, AHİR ZAMANDA GELECEKZATINÜÇ VAZİFESİNDENEN MÜHİMMİ (önemlisi) VE EN BÜYÜĞÜ VE EN KIYMETDARI (değerlisi) OLAN İMAN-I TAHKİKİYİ (gerçek imanı) NEŞR (yazma ve dağıtma yoluyla yaymak) VE EHL-İ İMANI (iman edenleri) DALALETTEN (sapkınlıktan) KURTARMAK..(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)

Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin üç büyük görevinden birincisinin ve en önemlisinin gerçek imanı yayarak insanların sapkınlıktan kurtulmasına vesile olması olduğunu belirtmiştir:

AHİR ZAMANDA GELECEK:

Bediüzzaman “AHİR ZAMANDA GELECEK” diyerek Hz. Mehdi’nin kendisinden sonraki bir dönemde geleceğini ifade etmiştir. Eğer Bediüzzaman, kendi yaşadığı dönemde ya da öncesinde Hz. Mehdi’nin gelip faaliyetlerine başladığı kanaatinde olsaydı, hiç şüphesiz “GELECEK” kelimesi yerine “gelmiş” ya da “geldi” gibi sözler kullanırdı. Ancak böyle bir durum henüz gerçekleşmediğinden, Bediüzzaman da Hz. Mehdi’nin geliş vaktinin “İLERİDE” olacağını belirten bir kelime kullanmıştır.

Bediüzzaman “GELECEK” kelimesini, bu kitapta yer alan Hz. Mehdi ile ilgili sözlerinde pek çok defa kullanmıştır. Bediüzzaman, aynı ifadeyi birçok defa tekrarlayarak bu konuya kesinlik kazandırmış ve Hz. Mehdi’nin kendisinden sonraki bir zamanda ortaya çıkacağı konusunda hiçbir şüpheye yer bırakmamıştır.

Bediüzzaman bu sözlerinde ayrıca Hz. Mehdi’nin “GELECEK BİR ŞAHIS” olduğunu da ifade etmiştir. Zira bir şahs-ı manevinin “GELMESİ”nden değil, ancak “OLUŞMASI”ndan bahsedilebilir. Bediüzzaman da bu sebeple “ahir zamanda oluşacak” dememiş, “ahir zamanda GELECEK” sözlerini kullanarak, Hz. Mehdi’nin “BİR ŞAHIS” olduğunu açıklamıştır.

ZATIN:

Bediüzzaman kullandığı “ZAT” ifadesi ile ise, Hz. Mehdi’nin “manevi bir varlık” değil, “BİR ŞAHIS” olduğunu olabilecek en açık şekilde izah etmiştir. Bilindiği gibi “ZAT” kelimesinin sözlük anlamı, “KİŞİ, KİMSE, ŞAHIS”dır. Aynı zamanda da “tekil” yani “BİR KİŞİ“den bahsedildiğini açıklayan bir ifadedir. Bilinen bir kişiyi belirtmek amacıyla kullanılır. Aynı zamanda da bir saygı ifadesidir. Onlarca risaleyi birbirinden hikmetli ifadelerle kaleme alan büyük İslam alimi Bediüzzaman da hiç şüphesiz ki bu kelimenin anlamını tüm detaylarıyla çok iyi bilmektedir. Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin bir şahs-ı manevi olacağını anlatmak isteseydi, kuşkusuz ki bunu açıkça belirtecek kadar kesin anlamlar ile “BİR İNSAN”ı ifade eden “ZAT” kelimesini kullanmazdı. Bunun yerine “şahs-ı manevi” kavramını ifade edecek birbirinden hikmetli çok çeşitli kelimeler seçebilirdi. Buna rağmen açıkça “ZAT” kelimesini tercih etmiş olması, Bediüzzaman’ın Hz. Mehdi’nin bir şahıs olduğu konusundaki kanaatini çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Bediüzzaman gibi yüksek ilim sahibi bir şahsın, bir kelimeyi aynı konuda birçok kez tekrarlaması, elbette ki belirli bir hikmet üzerinedir. Hiç şüphe yok ki Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin bir şahıs olduğu konusunda çok kesin bir kanaate sahiptir ve bu kanaati doğrultusunda müminleri de en doğru şekilde bilgilendirmektedir.

ÜÇ VAZİFESİNDEN:

Bediüzzaman, Müslümanların beklediği, ahir zamanda gelecek mübarek şahsın tek bir görevi olmayacağını bildirmiştir. Bu şahsın “ÜÇ BÜYÜK VE KAPSAMLI GÖREVİ” olacağını ifade etmiştir. Bediüzzaman bu görevlerin;

1) “İnsanların imanını kurtarmak,

2) İslam Birliğini kurmak ve tüm dünya Müslümanlarının önderi olmak,

3) Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim kılmak ve Hristiyanlarla ittifak kurmak olduğunu” açıklamıştır. Peygamberimiz (sav)’den bu yana gönderilen müceddidler arasında, 1400 yıldır bu görevlerin birini yalnızca belirli açılardan yerine getirmiş İslam büyükleri olmuştur. İslam tarihinde insanların imanına vesile olan bir çok büyük âlim vardır. Osmanlı padişahları İslam Birliğini yönetmiş Müslüman önderlerdir. Fakat hiçbiri, bahsedilen üç önemli görevi birden ve dünya çapında yerine getirememişlerdir. Bediüzzaman da burada Hz. Mehdi’nin bu özelliğini vurgulayarak, bu üstün vasıflı şahsın geçmiş dönemlerde geldiğinden bahsedilemeyeceğini, bu görevlerin yapılmasının, onu insanlara tanıtan alameti olacağını belirtmiştir.

EN MÜHİMMİ (ÖNEMLİSİ) VE EN BÜYÜĞÜ VE EN KIYMETDARI (DEĞERLİSİ) OLAN İMAN-I TAHKİKİYİ (GERÇEK İMANI) NEŞR (YAZMA VE DAĞITMA YOLUYLA YAYMAK) VE EHL-İ İMANI (İMAN EDENLERİ) DALALETTEN (SAPKINLIKTAN) KURTARMAK:

Bediüzzaman “İMANI KURTARMA GÖREVİ”nin, ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi’nin üç vazifesinden birincisi olduğunu belirtmiştir. Ve bu görevi, Hz. Mehdi’nin “en önemli ve en kıymetli vazifesi”olarak adlandırmıştır. Ahir zamanda gelecek olan bu mübarek şahsın kendi döneminde “çok büyük ve önemli bir iman hizmeti” gerçekleştireceğini bildirmiştir. Bu hizmetin çapı daha önce kimseye nasip olmamış büyüklükte olacaktır. Bediüzzaman burada kullandığı “NEŞR” kelimesiyle iman hakikatlerinin her türlü imkan kullanılarak, çeşitli kitle iletişim araçlarıyla yapılacağına dikkat çekmiştir. Doğal olarak bu şekilde imanı yayma çalışması da dünyadaki tüm insanlar tarafından bilinecektir. Ahir zamanda Mesih Deccal’in fitnesi tüm insanları çepeçevre sarmış olacak, bu büyüklükteki bir fitneyi etkisiz hale getirip inananların imanını korumak da Hz. Mehdi’nin en büyük vazifelerinden biri olacaktır. Bediüzzaman bugüne kadar böyle büyük çapta bir “imanı kurtarma görevi”nin hiçbir müceddid tarafından yerine getirilmediğine ve Hz. Mehdi’nin de bu görevini, böyle büyük bir etki bırakacak şekilde gerçekleştirmesiyle tanınacağına işaret etmiştir.

OZATINİKİNCİ VAZİFESİ, ŞERİATI (Kuran ahlakının esaslarını ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetini) İCRA VE TATBİK ETMEKTİR (uygulamak ve yerine getirmektir). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)

Bediüzzaman, bu sözünde de Hz. Mehdi’nin ikinci görevinin Kuran ahlakının esaslarının tam olarak yaşanmasına vesile olmak olduğunu açıklamaktadır:

O:

Bediüzzaman burada da tekrar Hz. Mehdi için, “BİR ŞAHIS ZAMİRİ” olan “O” kelimesini kullanmıştır. Bediüzzaman sözlerinde sık sık tekrarladığı bu kelime ile, ahir zamanda ortaya çıkacak olan Hz. Mehdi’nin “manevi bir önder” değil, bizzat müminlerin başına geçerek, onları hidayete yöneltecek “BİR ŞAHIS” olduğunu belirtmektedir.

Bediüzzaman ayrıca burada “onlar” gibi çoğul bir topluluğu ifade eden bir kelime de kullanmamış, Hz. Mehdi’nin “TEK BİR KİŞİ” olduğunu ifade eden “O” sözcüğüne yer vermiştir. Bediüzzaman bu açıklamalarıyla, Hz. Mehdi’nin bir şahs-ı manevi olmadığı konusundaki kesin kanaatlerini delilleriyle birlikte ortaya koymuştur.

ZATIN:

Bediüzzaman buradaki “ZAT” kelimesiyle, aynı cümle içerisinde Hz. Mehdi’nin “BİR ŞAHIS” olduğu konusuna açıklık getiren ikinci bir vurgulama daha yapmıştır. Bediüzzaman bu kadar çok tekrarladığı bu sözüyle, Hz. Mehdi’nin kesinlikle “manevi bir varlık” olmadığını açıklamış ve Müslümanların bu kutlu “ŞAHIS” hakkında en doğru şekilde bilgilenmelerini sağlamıştır.

İKİNCİ VAZİFESİ, ŞERİATI (KURAN AHLAKININ ESASLARINI VE PEYGAMBERİMİZ (SAV)’İN SÜNNETİNİ) İCRA VE TATBİK ETMEKTİR (UYGULAMAK VE YERİNE GETİRMEKTİR):

“İCRA VE TATBİK ETMEK”“uygulamak, yürürlüğe sokmak, yerine getirmek” demektir. Bediüzzaman da bu sözüyle Hz. Mehdi’nin, Kuran ahlakının gerekliliklerini ve esaslarını ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetini tüm insanlar arasında uygulamaya koyacağını ve hayata geçireceğini belirtmektedir. Bu da, Hz. Mehdi’nin İslam Birliğini oluşturması ve tüm Müslümanların liderliğini üstlenmesiyle gerçekleştirilecektir. Bediüzzaman da bu gerçeği hatırlatarak, bu vazifeyi daha kimsenin yerine getirmemiş olduğuna ve gerçekleştiğinde de bunun, Hz. Mehdi’nin en önemli alametlerinden biri olacağına dikkat çekmiştir.

Birinci vazife, maddi kuvvetle değil, belki kuvvetli itikad (güçlü ve samimi bir iman) ve ihlas (yalnızca Allah’ın hoşnutluğunu gözetme) ve sadakatle (kalpten bağlılıkla) olduğu halde, BU İKİNCİ VAZİFE, GAYET BÜYÜK MADDİ BİR KUVVET VE HAKİMİYET LAZIM Kİ, O İKİNCİ VAZİFE TATBİK EDİLEBİLSİN (yerine getirilebilsin) (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)

Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin ikinci görevinin ancak “büyük bir maddi kuvvet ve hakimiyetle” gerçekleştirilebileceğini belirtmiştir:

BU İKİNCİ VAZİFE, GAYET BÜYÜK MADDİ BİR KUVVET VE HAKİMİYET LAZIM Kİ, O İKİNCİ VAZİFE TATBİK EDİLEBİLSİN (YERİNE GETİRİLEBİLSİN):

Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin ikinci görevini ancak “BÜYÜK BİR MADDİ KUVVET VE HAKİMİYETLE” gerçekleştirilebileceğini vurgulamıştır. Bu güce sahip olacak tek kişi Hz. Mehdi’dir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin bu vazifesini dünya çapında gerçekleştireceğini hatırlatarak, onun sahip olacağı maddi kuvvet ve hâkimiyetin de çok büyük boyutlarda olacağına dikkat çekmiştir. Peygamberimiz (sav)’in döneminden bu yana böyle bir güç ve hakimiyet sağlanamamıştır. Bediüzzaman da yaşadığı süre içerisinde böyle bir güç ve hakimiyet sahibi olmamıştır. Tüm hayatını Kuran ahlakının tebliğine adamış, bu uğurda her türlü fedakarlığı göze almış ve çok büyük bir hizmet vermiştir. Ancak onun tebliği maddi bir kuvvet ve hakimiyet içerisinde değil, gayet zor maddi şartlarda ve benzersiz sıkıntılar içerisinde geçmiştir. Hem Bediüzzaman hem de talebeleri büyük iman hizmetlerini çok kısıtlı imkanlarla gerçekleştirmişlerdir. Tüm bu zorluklar içerisinde, Bediüzzaman şerefli mücadelesini sürdürmüş ve ihlasıyla, samimiyetiyle Müslümanlara önemli bir örnek teşkil etmiştir. Ancak bizzat kendisinin de belirttiği gibi, bu durum, Hz. Mehdi’nin elde edeceği “gayet büyük maddi kuvvet ve hakimiyet”in Bediüzzaman’ın hayatında söz konusu olmadığını açıkça ortaya koymuştur. Nitekim Bediüzzaman da, kendisine Mehdilik isnad eden kimselere Hz. Mehdi olmadığını bu delili de öne sürerek açıklamıştır.

OZATIN üçüncü vazifesi, HİLAFET-İ İSLAMİYE’Yİ (İslam halifeliğini) İTTİHAD-I İSLAM’A BİNA EDEREK (İslam birliği üzerine kurarak), İSEVİ RUHANİLERİYLE (dindar Hristiyanlarla ve Hristiyan alimleriyle) İTTİFAK EDİP (iş birliği ve dayanışma içerisine girerek) DİN-İ İSLAM’A(İslam dinine) HİZMET ETMEKTİRBU VAZİFE, PEK BÜYÜK BİR SALTANAT ve KUVVET ve MİLYONLAR FEDAKARLARLA (MİLYONLARIN FEDAKARANE KATILIMIYLA) TATBİK EDİLEBİLİR(yerine getirilebilir). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)

Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin bir başka görevinin de İslam toplumunu birleştirmek ve Hristiyan alemiyle ittifak etmek olduğunu bildirmiştir:

O:

Bediüzzaman, bu sözünde yine “O” zamirini kullanmış ve Hz. Mehdi’nin “BİR ŞAHIS” olduğunu bir kez daha tekrarlamıştır. Eğer Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin “manevi bir isim” ya da “birçok insandan oluşan bir topluluk” olduğunu düşünseydi, elbette ki tüm bu iddiaları reddedecek açıklıkta bir kelime kullanmaz, Hz. Mehdi’den “O ZAT” sözleriyle bahsetmezdi. Çok açıktır ki Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin “TEK BİR ŞAHIS” olduğunu belirtmiş ve aksi yöndeki tüm düşüncelerin geçersizliğini ortaya koymuştur.

ZATIN:

Bediüzzaman, “KİŞİ, KİMSE YA DA ŞAHIS” anlamına gelen “ZAT” kelimesini bu sözlerinde tekrarlamış ve Hz. Mehdi’nin tüm dünya Müslümanlarının liderliğini üstlenecek, “üstün vasıflı BİR İNSAN” olduğunu yeniden vurgulamıştır.

HİLAFET-İ İSLAMİYE’Yİ (İSLAM HALİFELİĞİNİ) İTTİHAD-I İSLAM’A BİNA EDEREK (İSLAM BİRLİĞİNİN ÜZERİNE KURARAK):

Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin üçüncü vazifesinin İslam toplumunu birleştirmek ve Hristiyan alemiyle ittifak yapmak olduğunu belirtmiştir.

Hz. Mehdi’nin İslam birliğini kurup Hristiyan önderlerle ittifak etmesi ve bu vesileyle İslam’a hizmet etmesi Bediüzzaman’ın yaşadığı dönemde ve öncesinde de gerçekleşmemiş olaylardır. Bediüzzaman da bu vazifenin Allah’ın izniyle Hz. Mehdi tarafından yerine getirileceğini belirterek, kendisinin Hz. Mehdi olmadığını bir kez daha delillendirmiştir.

İSEVİ RUHANİLERİYLE (DİNDAR HRİSTİYANLARLA VE HRİSTİYAN ALİMLERİYLE) İTTİFAK EDİP (İŞ BİRLİĞİ VE DAYANIŞMA İÇERİSİNE GİREREK) DİN-İ İSLAM’A (İSLAM DİNİNE) HİZMET ETMEKTİR:

Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin İslam toplumunu birleştirip Hristiyan önderleriyle, İslam ve Hristiyanlığın ortak cephesi olan “materyalizm ve dinsizliğe” karşı ittifak edeceğini ve bu yolla İslam dinine hizmet edeceğini bildirmektedir. Bir Kuran ayetinde bildirildiği gibi, “… iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da: “Hristiyanlarız” diyenleri bulursun. Bu, onlardan (birtakım) papaz ve rahiplerin olması ve onların gerçekte büyüklük taslamamaları nedeniyledir.” (Maide Suresi, 82) samimi Müslümanlar ve samimi Hristiyanlar birbirlerinin doğal müttefikidirler. Dinsizliğe karşı ortak bir fikri mücadele yürütmeleri ve yardımlaşmaları gerekir. Ahir zamanda bu dayanışmanın en güzel örneği Hz. İsa ve Hz. Mehdi vesilesiyle yaşanacaktır. Bediüzzaman da bu sözleriyle Hz. Mehdi’nin bu önemli alametine dikkat çekmektedir. Bediüzzaman, kendisi hayatta iken henüz gerçekleşmemiş olan bu gelişmeleri hatırlatarak, Hz. Mehdi’nin kendisinden sonraki bir tarihte gelecek bir şahıs olduğunu müjdelemektedir.

BU VAZİFE PEK BÜYÜK BİR SALTANAT ve KUVVET:

Bediüzzaman, İslam birliği ile Müslüman ve Hristiyan dünyasının hak din adına ittifak etmesi gibi büyük bir olayın ancak üç şartın oluşmasıyla gerçekleşebileceğine dikkat çekmiştir. Bediüzzaman “PEK BÜYÜK BİR SALTANAT VE KUVVET” sözleriyle bu şartlardan ikisini açıklamaktadır. “Saltanat”kavramı, güç ve yetki ifade eden bir kelimedir. “KUVVET” kavramı ise “istediği şeyi icra edebilme gücü yani yetki”yi tanımlamaktadır. Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin İslam birliğini oluşturup bu birliğin liderliğini üstleneceğini ve “pek büyük bir kuvvet ve yetkiye sahip olacağını” bildirmiştir. Bediüzzaman’ın “PEK BÜYÜK” sözleri, Hz. Mehdi’nin sahip olacağı bu kuvvetin ve saltanatın çapının büyüklüğünü ifade etmektedir. Böyle büyük bir kuvvetin Bediüzzaman ve ondan önceki müceddidlerin zamanında gerçekleşmediği bilinen bir gerçektir. Bediüzzaman da Hz. Mehdi’nin bu önemli alametini vurgulayarak, bu mübarek zatın kendi yaşadığı dönemde henüz gelmediğini, ortaya çıktığında ise bu özellikleriyle tanınacağını hatırlatmıştır.

MİLYONLAR FEDAKARLARLA (MİLYONLARIN FEDAKARANE KATILIMIYLA) TATBİK EDİLEBİLİR (YERİNE GETİRİLEBİLİR):

Bediüzzaman “MİLYONLAR FEDAKARLARLA TATBİK EDİLEBİLİR” sözleriyle, Hz. Mehdi’nin üçüncü vazifesini yerine getirebilmesi için gerekli olan üçüncü şartın “MİLYONLARCA FEDAKARLAR” olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi’ye tabi olan, onu destekleyen milyonlarca kişi olacağını bildirmiştir. Böyle geniş çaplı bir destek Bediüzzaman’ın iman hizmetinde söz konusu olmamıştır. Dahası, Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin bu görevini yerine getirebilmesi için sadece “milyonları aşan fedakarane bir destek” değil, aynı zamanda “büyük bir kuvvet, kudret ve hakimiyet”in de bununla birarada oluşması gerektiğini belirtmiştir. Bu gerçeği hatırlatarak da, Hz. Mehdi’nin kendi yaşadığı devirde gelmemiş olduğunu ortaya koymuştur.

Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymetdardır (değerlidir), fakat O İKİNCİ, ÜÇÜNCÜ VAZİFELER PEK PARLAK VE ÇOK GENİŞ BİR DAİREDE (alanda) VE ŞA’ŞALI (gösterişli) BİR TARZDA OLDUĞUNDANUMUMUN VE AVAMIN NAZARINDA (genelin ve halkın gözünde) DAHA EHEMMİYETLİ (önemli) GÖRÜNÜYORLAR. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)

Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin ikinci ve üçüncü görevlerinin, birincisine kıyasla çok daha geniş bir alanda etki oluşturacak büyük icraatlar olduğunu açıklamıştır.

O İKİNCİ, ÜÇÜNCÜ VAZİFELER PEK PARLAK VE ÇOK GENİŞ BİR DAİREDE (ALANDA) VE ŞA’ŞALI (GÖSTERİŞLİ) BİR TARZDA OLDUĞUNDAN:

Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi’nin ikinci ve üçüncü görevlerinin çok geniş kitleleri ve coğrafyaları kapsayan gösterişli, görkemli ve geniş yankılar uyandıran icraatlar olduğunu belirtmektedir. Nitekim, İslam Birliğini kurmak, tüm Müslümanların liderliğini üstlenmek, Hristiyanlarla ittifak ve dayanışma içine girmek ve sonucunda İslam ahlakını yeryüzüne hakim kılmak, dünya tarihinin belki de en büyük ve en görkemli olaylarından olacaktır.

Bediüzzaman’ın sözünü ettiği bu vazifeler Bediüzzaman’ın yaşadığı devirde ve İslam tarihinin hiçbir döneminde, Hz. Mehdi döneminde olacağı gibi yaşanmamıştır. Bediüzzaman’ın ihtişamlı faaliyetlerini bu derece detaylı tarif ettiği kişi, kendisinden sonra geleceğini ve bu üç vazifeyi en gösterişli biçimde yerine getireceğini ifade ettiği Hz. Mehdi’dir.

UMUMUN VE AVAMIN NAZARINDA (GENELİN VE HALKIN GÖZÜNDE) DAHA EHEMMİYETLİ (ÖNEMLİ) GÖRÜNÜYORLAR:

Bediüzzaman bu ifadeleriyle Hz. Mehdi’nin faaliyetlerinin, toplumun genelinin gözleri önünde, apaçık bir şekilde gerçekleşeceğini ve insanlarda takdir ve hayranlık uyandıracağını belirtmektedir. Bediüzzaman’ın da bildirdiği gibi, ahir zamanın son dönemindeki bu olaylar; Hz. Mehdi’nin iktidar ve hâkimiyeti çok açık delillerle ve tüm dünyanın şahit olacağı bir şekilde yaşanacaktır. Deccal’in fitnesi ortadan kalkacak, yeryüzünü huzur barış ve adalet dolduracaktır. Böylesine tüm dünyanın gözleri önünde seyreden büyük gelişmeler ve değişimler önceki müceddidlerin zamanında yaşanmamıştır. Bediüzzaman da bu önemli konuyu vurgulayarak, tüm bunların yakın bir gelecekte Hz. Mehdi döneminde gerçekleşeceğini müjdelemiştir.