Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. (Mümtehine Suresi, 8)
Daha önce açıkladığımız gibi, Musevi, Hristiyan veya Müslüman, her ne topluluktan gelirse gelsin, din konusunda iman edenlerle savaşan, zorluk çıkaran, öldürmeye yeltenen, iman edenleri yaşadıkları yerlerden sürmeye yönelen azgın insanlar daima Kuran’da yerilmekte ve aşağılanmaktadırlar. Fakat bunun dışında kalan, yani zulmetmeyen topluluğa karşı Müslümanlar mutlaka adaletli davranmakla yükümlüdürler. Kimi zaman adalet, insanın kendi aleyhine de davranmasını gerektirebilir. Kendi aleyhine dahi olsa adaleti ayakta tutabilmek erdemdir. Müslümanlar, işte bu erdemi Allah’ın bir emri olarak yerine getirirler. Bu yükümlülük, bir başka ayette şu şekilde belirtilmiştir:
Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun… (Nisa Suresi, 135)
Bu hüküm gereği Müslümanlar, kimi zaman kendi haklarını bir kenara bırakarak Musevi ve Hristiyanların haklarını hatta dinsizlerin haklarını savunmakla yükümlüdürler. Dolayısıyla Kuran’daki adalet sistemi, “Museviye lanet edenin sevap alacağını” iddia eden sapkın bağnaz anlayışıyla tam anlamıyla zıttır.
Kuran’da Kitap Ehli’nin durumu açıktır. Bu bölümde örnek verdiğimiz sözde hadisler, Kuran’a doğrudan muhalefet etmektedir. Bunu Peygamberimiz (sav)’in uygulamalarında ve Peygamberimiz (sav)’in uygulamalarını örnek alan tüm diğer Müslümanlarda açık olarak görmek mümkündür: