“Musevi ve Hristiyanları Dost Edinmeme” İddiası
Atiyet el -Kuraziy dedi ki: “Kurayza savaşı günü Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem tenasül bölgesi kıllanmış her Yahudinin öldürülmesini emretti. Ben o zaman henüz kıllanmamıştım. Benim durumumu Rasulullah’a arz ettiler. Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem beni bıraktı.” (Ebu Davud, Tirmizi, Nesei, İbn Mace, İbn Hibban)
Bu mevzu hadisle, ergenlik yaşına gelmiş olan her Musevinin katledilmesi emri verilmiş olmaktadır. İslam dini, haksız yere can almayı en büyük suç sayan, samimi Musevileri büyük bir ecirle müjdeleyen, sevgi ve şefkati öğütleyen bir dindir. Bir insanın “hiçbir suçu yokken” –suçlu olsa bile kişiyi affetmek esastır– sırf Musevi olduğu için ergenlik yaşına geldiğinde öldürülmesi asla İslam gibi bir barış dininin hükmü olamaz. Kuran’da elbette ki böyle bir hüküm yoktur; böyle bir izah Kuran’a ve Yüce Rabbimiz’in bu güzel dinine bir iftira niteliğindedir. Bu Kuran’a göre bir cinayet, bir katliamdır. Samimi olup cehalet nedeniyle inanmadığı sürece, böyle bir sahte hadisi hüküm olarak alıp uygulayan bir kişi Müslüman değil katildir. Allah samimi Musevileri överken, onların kayıtsız şartsız katledilmesini emreden bir hükme inanıyor olmaları, bağnazların cehaletlerinin boyutunu göstermektedir.
Allah samimi Musevileri Kuran’da överken, bağnazlar, Musevilerin kayıtsız şartsız katledilmesini emreden bir hükme inanırlar. |
“Müslümanların Günahlarının Musevilere Yüklenmesi”
“Kıyamet günü Müslümanlar üzerlerinde dağlar gibi günahlarla gelecekler, Allah (c.c) onlardan bunların tümünü bağışlayacak, Yahudilerin üzerine yükleyecektir.” (Ramuz el-Hadis )
Bu sahte hadise Kuran ile cevap verelim:
Üzerlerinde dağlar gibi günahlarla gelen tüm Müslümanlar kendi günahlarıyla, tüm Museviler de kendi günahlarıyla sorguya çekileceklerdir. Hiç kimse, kendi üzerindeki günahı bir başkasına yükleyemeyecek, sadece kendi günahlarıyla sorguya çekilecektir. Allah Kuran’da bunu açıkça bildirmiştir:
Kim hidayete ererse, kendi nefsi için hidayete erer; kim de saparsa kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkar, bir başkasının günah yükünü yüklenmez... (İsra Suresi, 15)
Bir başka Kuran ayetinde Allah, kendi günahını bir suçsuza yüklemeye çalışanın hükmünü de açıkça belirtmiştir:
Kim bir hata veya günah kazanır da sonra bunu bir suçsuza yüklerse, gerçekten o, böyle bir yalan (bühtan)ı ve apaçık bir günahı yüklenmiştir. (Nisa Suresi, 112)
Her insan ahirette kendi amelinden sorumlu olacaktır. Allah’ın bildirdiği gibi, “Allah’a döneceğiniz günden sakının. Sonra herkese kazandığı eksiksizce ödenecek ve onlara haksızlık yapılmayacaktır.” (Bakara Suresi, 281) ayeti gereği kimse ahirette haksızlığa uğratılmayacaktır. Kimse ahirette, Rabbimiz’in Katında, “benim günahlarımı o yüklendi, o yüzden günahsızım” diyemeyecek, dünyada pervasızca yaşadığı bu aldatıcı zihniyeti orada zikredemeyecektir. Çünkü aslında vicdanen bu iddianın bir sahtekarlık olduğunu herkes bilir.
“Yemeklerin Museviler Yüzünden Bozulduğu” İddiası
“Eğer İsrailoğulları olmasaydı, yemekler ekşimez, etler kokmazdı.” (Cami-üs Sağir)
Mevzu hadislerin nasıl bir zihniyetten çıktığını anlamak ve uydurma olduklarını kanıtlamak için bu sahte hadis oldukça önemli bir delildir. Kitabın başından beri bahsettiğimiz mevzu hadisler işte bu zihniyetin ürünüdür. Eğer Museviler yeryüzünde olmasa yemeklerin bozulmayacağını, etlerin kokmayacağını iddia eden bir zihniyetten kadınlara, hayvanlara, sanata ve tüm sosyal hayata yönelik ürkütücü yorumların çıkması elbette ki sürpriz olmaz. Söz konusu mevzu hadis, aynı zamanda Musevilerle ilgili aşağılayıcı ve düşmanca hadislerin de uydurma ve sahte olduğunun önemli bir delili niteliğindedir. Kuran’da adı geçen, övülen ve Hz. Musa (as)’ın soyu olan bir topluluğun varlığının, yemeklerin ekşimesine ve etlerin kokmasına neden olduğunu anlatan bir inanç sistemi, kuşkusuz ki kesin olarak bir hak dine ait olamaz. Ayrıca Rabbimiz’in, Kuran’da Maide Suresi 5. ayette Müslümanlara; Musevi ve Hristiyanların yemeklerini helal kıldığını da hatırlatmak gerekir. Burada karşımıza çıkan Kuran’ın zihniyetinden farklı ve kuşkusuz ki bağnaz bakış açısıdır. Karşımıza çıkan derin mantık çöküntüsü, bağnazların bozuk mantıklarını bir bütün olarak izah etmek için yeterlidir.
Kuran’da adı geçen, övülen ve Hz. Musa (as)’nın soyu olan bir topluluğun varlığının, yemeklerin ekşimesine ve etlerin kokmasına neden olduğunu iddia eden bir inanç sistemi, kuşkusuz ki kesin olarak bir hak dine ait olamaz. |
“Arap Topraklarında İki Din Kalmasın” İddiası
“Resullah’ın son sözlerinden biri, (Allah, Yahudi ve Hristiyanları helak etsin. Arap topraklarında iki din kalmasın) idi.” (Beyheki)
Söz konusu uydurma hadis, yine, Peygamberimiz (sav)’e büyük bir iftiradır. Yüce Allah Kuran’da Hristiyanlık ve Musevilik dinlerinin varlığını belirtmiş ve Kuran’ın bu iki hak dini doğrulayıcı olarak gönderilmiş olduğunu haber vermiştir. Kuran, bu iki dinin hükümlerini yürürlükten kaldırmamakta, o dinleri doğrulamaktadır. Kuran’da çok fazla ayette bu önemli bilgi verilmiştir, bu ayetlerden biri şu şekildedir:
O, sana Kitab’ı hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, Tevrat’ı ve İncil’i de indirmişti. (Al-i İmran Suresi, 3)
Yine Kuran, yeryüzünde Musevi ve Hristiyanların bulunacağını ve yukarıdaki satırlarda belirttiğimiz gibi bunlardan bir kısmının, samimi ve Allah’ın seçkin kıldığı bir topluluk olduğunu belirtmektedir. Allah, Kuran’da Müslümanlara, Hristiyan ve Musevilerle evlenmeyi, onların sofrasında yemek yemeyi helal kılmıştır (Bu konu birazdan detaylı açıklanacaktır). Ayrıca Yüce Rabbimiz, Müslümanlara sevgi bakımından en yakın olanların “Hristiyanlar” olduğunu belirtmektedir. Allah’ın övdüğü, mükafatlandırdığı, varlığından haber verdiği bu topluluklar varken, “Allah Yahudi ve Hristiyanları helak etsin” ifadesinin Peygamberimiz (sav)’in sözü olmadığı açıktır. Bunu Peygamberimiz (sav)’in sözüymüş gibi yaygınlaştıranlar, bu büyük iftiranın vebalini üstlenirler. Söz konusu sahte hadis, Kuran’da Kitap Ehli ile ilgili övücü hükümlerle ve Peygamberimiz (sav)’in Kitap Ehli’ne yönelik uygulamalarıyla tamamen yalanlanmaktadır. Konuyla ilgili Kuran ayetlerine ve Peygamberimiz (sav)’in uygulamalarına birazdan değineceğiz.
Arap toprakları üç dinin birlikte yaşandığı, üç dinin Peygamberimiz (sav) tarafından korunduğu mübarek topraklardır. Allah’ın varlığından haber verdiği ve övdüğü Hristiyanlar ve Museviler varken, Peygamberimiz (sav)’in “Allah onları helak etsin” gibi bir söz söylemeyeceği açıktır. Mevzu hadisler, Peygamberimiz (sav)’e birer iftiradır. |
Hakaret Olarak “Ey Yahudi”, Sevap Olarak “Yahudi’ye Lanet”
“Bir adam başka bir adama (Ey Yahudi) dediği zaman ona 20 sopa vurunuz.” (Tirmizi)
“Kim ki, fakire verecek paraya sahip değildir, Yahudi’ye lanet etsin, aynı sevabı kazanır.” (Deylemi, İbn-i Adiyy)
Yine bu mevzu hadislerde de “Yahudi” ifadesi bir hakaret gibi gösterilmeye çalışılmış, Museviye lanet etmek sevap olarak kabul edilmiş ve Musevi nefreti bu yolla yaygınlaştırılmak istenmiştir. Bağnazların neden bu kadar farklı bir din yaşadıkları açıktır. Samimi Musevilerin ahirette mükafatlandırılacaklarını belirten, samimiyetlerini öven Kuran, bu insanların dünyasından tamamen uzaktır.
Musevi ve Hristiyan nefretinin kaynağı, bu saçmalıkların yaydığı zihin çöküntüsüdür. Bağnazlık konusundaki şikayetlerini İslam karşıtlığı şeklinde yaygınlaştırmaya çalışanların dikkat vermesi gereken en büyük konu işte budur. Gerçek İslam’a ve samimi Müslümanlara cephe aldıklarında, bağnazlığın zihniyetini ortadan kaldıracak tek büyük silahı yok etmeye çalışmakta böylelikle de kendilerine dönecek bir felaketi hazırlamaktadırlar.
“Yolun Dar Tarafına Sıkıştırın”
Kendisini Müslüman olarak gören bir kişi, bir hadisten yola çıkarak “ağaç bana emir verdi” deyip ağacın arkasındaki Museviyi vuruyorsa, öldürülen Musevi cennete gidebilir ama kendisi tevbe etmediği sürece ahirette cinayet işlemiş olmanın günahıyla cezalandırılır. |
“Ebû Hüreyre ra’dan Peygamber sav’den işitmiş olarak rivayet edildiğine göre Resûlullah sav: ‘Yahudilerle Hristiyanlara (rastladığınızda) evvelâ siz selâm vermeyin. Onlardan birine bir yolda rast gelirseniz kendisini yolun dar tarafına sıkıştırın’;buyurmuşlardır.” (Muslim, Buluğu’l Meram cilt 4, CİHÂD BAHSİ, Cizye Ve Hüdne Babı»1335/1125- ([246]))
Sevgiyi, nezaketi ve en başta Kitap Ehli’ne yönelik korumacılığı öğreten hak bir dinin hükümlerine karşı uydurulmuş bu hadis ciddi bir vahşilik ve yine Peygamberimiz (sav)’e yönelik bir iftiradır. Kuran’ın hükümlerine uygun olarak, Musevi ve Hristiyanlara karşı müthiş bir şefkat ve sevgi göstermiş olan Peygamberimiz (sav)’in uygulamalarına tamamen ters bir mantık bu mevzu hadiste Peygamberimiz (sav)’in dilindenmiş gibi anlatılmaktadır.
“Yahudi Ağacı Gargat”
“Öyle ki Yahudiler taşların ve ağaçların arkasına saklanacak ama ağaç ve taş dile gelerek ‘Ya Müslim! Ey Allah (c.c.) kulu! Gel, bak benim arkamda Yahudi var, buraya gizlendi, benim arkamda, gel onu cezalandır.’ diyecek. Sadece ‘gargat’ ağacı bunu söylemeyecek çünkü o Yahudi ağacıdır” buyuruluyor. (Kitab-ul Fiten H. 2239)
Musevi karşıtlığı konusunda belki de en yoğun olarak kullanılan hadis, gargat ağacı ile ilgili olan bu sahte hadistir. Bu hadise göre taşın veya ağacın arkasına bir Musevi saklandığı takdirde öldürülmelidir. Bu zafiyet içindeki mantığa göre söz konusu Musevi günahsız bir masum olabilir, Musevi bir çocuk olabilir, dindar, sevgi dolu bir insan olabilir. Yine söz konusu sahte hadise göre, ağacın arkasında vasfı ne olursa olsun bir Musevi saklandığında taş ve ağaç bir şekilde bunu Müslüman bir kişiye haber vermekte ve o Musevi de ne olursa olsun mutlaka öldürülmektedir. Küçük bir çocuk olsa bile…
Oysa bu, Kuran’a göre cinayettir. Kendisini Müslüman olarak gören bir kişi mevzu hadislere inanıp da, “Ağaç bana emir verdi” deyip ağacın arkasındaki Museviyi vuruyorsa, öldürülen Musevi cennete gidebilir ama kendisi tevbe etmediği sürece ahirette cinayet işlemiş olmanın günahıyla cezalandırılır. Üstelik bu, öylesine dehşet verici sistemdir ki, böyle bir uydurmaya inananlar kolaylıkla “taş bana emir verdi” veya “ağaç bana haber verdi” gibi sahtekarlıklarla ortaya çıkabilir ve rahatlıkla katliam yapabilirler. Nedeni sorulduğunda, taştan gelen emri öne sürebilirler. Böylesine sahtekarca bir sistemde onları sorgulayabilen de olmayacaktır. Zaten sistemleri Kuran’a göre işlememektedir. Kendi sistemleri, öldürmeyi, aşağılamayı, bir kenara sıkıştırmayı mübah gören bir sistemdir. Oysa Allah Kuran’da onların bu sahtekarca sistemlerini aşağılamaktadır:
Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz? Hiç mi öğüt alıp-düşünmüyorsunuz? Yoksa sizin apaçık olan bir deliliniz mi var? Eğer doğru söylüyorsanız, öyleyse getirin kitabınızı. (Saffat Suresi, 154-157)