İçinde yaşadığımız uçsuz bucaksız evrende kusursuz bir denge, ahenk ve düzen bulunmaktadır. Bu düzen tüm evrene hakim olan Rabbimiz’in sonsuz güç ve kudretinin bir delilidir. Allah bir ayette insanın bu gerçek üzerinde düşünmesi gerektiğini şöyle bildirmektedir:
Yaratmak bakımından siz mi daha güçsünüz yoksa gök mü? (Allah) Onu bina etti. Boyunu yükseltti, ona belli bir düzen verdi. Gecesini kararttı, kuşluğunu açığa-çıkardı. Bundan sonra yeryüzünü serip döşedi. (Naziat Suresi, 27-30)
Yine Kuran’da bildirildiğine göre, insan, evrendeki tüm sistemi ve dengeleri Rabbimiz’in insan yaşamına en uygun şekilde yarattığını fark etmeli, bu gerçek üzerinde düşünmeli ve ders almalıdır:
Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O’nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır. (Nahl Suresi, 12)
Bir diğer ayette ise şöyle buyrulmaktadır:
(Allah) Geceyi gündüze bağlayıp-katar, gündüzü de geceye bağlayıp-katar; Güneş’i ve Ay’ı emre amade kılmıştır, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedir. İşte bunları (yaratıp düzene koyan) Allah sizin Rabbiniz’dir; mülk O’nundur. O’ndan başka taptıklarınız ise, ‘bir çekirdeğin incecik zarına’ bile malik olamazlar. (Fatır Suresi, 13)
Ayetlerde gecenin, gündüzün, Güneş’in ve Ay’ın “insanın” emrine verildiği bildirilmektedir. Bu, Allah’ın Rahman ve Rahim sıfatının çok güzel bir tecellisidir. Rabbimiz kusursuz bir düzen içinde var ettiği evreni insanın emrine vermiş, bunun karşılığında ise sadece Kendisi’ne iman edip kullukta bulunmasını istemiştir. İnsana düşen de içinde bulunduğu bu olağanüstü durumu fark etmek, sonsuz güç ve kudret sahibi olan Rabbimiz’e teslim olmak, kendisini çepeçevre saran rahmet delilleri üzerinde düşünüp Allah’a samimi bir kalple yönelmektir.
Evrenin yaratılışında, düzeninde, kusursuz işleyişinde Allah’ın merhametinin tecellileri saymakla bitirilemeyecek kadar fazladır. Üstelik bu düzen canlılığın var olmasına imkan sağlayacak kadar mükemmeldir, çok hassas dengeler üzerine kurulmuştur. Bu detaylar üzerinde düşünmek insanın Allah’ın kendi üzerindeki lütfunu, Allah’a ne kadar muhtaç olduğunu, dünya üzerinde tek dost ve velisinin Allah olduğunu anlaması için bir yoldur. Çünkü bu incelikleri düşünmeyen bir insan kolaylıkla gaflete kapılabilir, Allah’ın Rahman sıfatının tecellilerinin farkında olmayabilir. Evrenin oluşumundaki her detay Allah’ın kulları ve tüm canlılar üzerindeki sonsuz merhametini gösteren açık delillerle doludur. Bu delillerden bazıları şunlardır:
Evren Big Bang (Büyük Patlama) adı verilen bir patlama sonucunda oluşmuştur. Başlangıçta evrenin tüm maddesini içinde barındıran “tek nokta”, “sıfır hacme” ve “sonsuz yoğunluğa” sahipti. Evren, sıfır hacme sahip bu noktanın patlamasıyla ortaya çıkmıştı. Aslında sıfır hacim bu konunun teorik bir ifade biçimidir. Bilim, insan aklının kavrama sınırlarını aşan ‘yokluk’ kavramını ancak ‘sıfır hacimdeki nokta’ ifadesi ile tarif edebilmektedir. Gerçekte ise ‘sıfır hacimdeki bir nokta’ ‘yokluk’ anlamına gelir. Evren de yokluktan var olmuştur, daha doğru bir ifadeyle “Yaratılmıştır”. Big Bang bir patlama olduğuna göre, beklenmesi gereken, bu patlamanın ardından maddenin uzay boşluğunda “rastgele” dağılması olmalıdır. Oysa Big Bang ile oluşan madde “olağanüstü” bir biçimde şekil ve düzen almıştır. Bu düzenin birinci aşaması patlamanın hızıdır.
Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, Kendisi’nden sonra artık kimse onları tutamaz. (Fatır Suresi, 41)
Big Bang’le birlikte var olan madde etrafa müthiş bir hızla yayılmaya başlamıştır. Ancak patlamanın bu ilk anında bir de şiddetli çekim gücü vardır. Bu, evrenin tümünü bir noktada toplayabilecek kadar büyük bir çekimdir. Dolayısıyla Big Bang’in ilk anında birbirine zıt olan iki güç mevcuttur: Patlamanın gücü ve bu patlamaya direnen, maddeyi yeniden bir araya toplamaya çalışan çekim gücü. Bu iki güç arasında mükemmel bir denge oluştuğu için evren ortaya çıkmıştır. Eğer ilk anda oluşan çekim gücü patlama gücüne baskın çıksaydı, o zaman evren genişleyemeden tekrar içine çökecekti. Eğer bunun tersi gerçekleşse ve patlama gücü çok fazla olsaydı, bu kez de madde birbiriyle bir daha asla birleşmeyecek şekilde savrulacaktı.
Stephen Hawking, evrenin genişleme hızındaki bu olağanüstü dengeyi “Evrenin genişleme hızı o kadar kritik bir noktadadır ki, Big Bang’ten sonraki birinci saniyede bu oran eğer yüz bin milyon kere milyonda bir daha küçük olsaydı, evren şimdiki durumuna gelmeden içine çökerdi.” sözleriyle kabul eder. Bu hassas ayar Rabbimiz’in üstün yaratışını tasdik eden delillerden sadece bir tanesidir. Elbette ki tesadüfi bir patlamanın ardından, atomların kendiliğinden dizilimiyle böyle kusursuz bir evren, evren içindeki sistemler, Güneşler, Dünya, üzerindeki dağlar, denizler, insanlar, ağaçlar, hayvanlar, çiçekler, böcekler ve diğerleri oluşamaz. Gözümüzü çevirdiğimiz her yerde gördüğümüz tüm detaylar Allah’ın varlığının ve üstün kudretinin delilleridir. Bu delilleri ise ancak düşünen insanlar kavrayabilir. Evrenin yaratılışındaki bu kusursuz denge, olağanüstü hassas düzen, mükemmel uyum Allah’ın Rahman ve Rahim sıfatının çok güzel bir tecellisidir.
Andolsun, onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim emre amade kıldı?” diye soracak olursan, şüphesiz: “Allah” diyecekler. Şu halde nasıl oluyor da çevriliyorlar? (Ankebut Suresi, 61)
Güneş Sistemi’nin yapısını incelediğimizde, yine büyük bir denge ile karşılaşırız. Gezegenleri dondurucu soğukluktaki dış uzaya savrulmaktan koruyan etki, Güneş’in “çekim gücü” ile gezegenin “merkez-kaç kuvveti” arasındaki dengedir. Güneş sahip olduğu büyük çekim gücü nedeniyle tüm gezegenleri çeker, onlar da dönmelerinin verdiği merkez-kaç kuvveti sayesinde bu çekimden belli bir oranda kurtulurlar. Ama eğer gezegenlerin dönüş hızları biraz daha yavaş olsaydı, o zaman bu gezegenler hızla Güneş’e doğru çekilirler ve sonunda Güneş tarafından büyük bir patlamayla yutulurlardı.
Bunun tersi de mümkündür. Eğer gezegenler daha hızlı dönseler, bu sefer de Güneş’in çekim gücü onları tutmaya yetmeyecek ve gezegenler dış uzaya savrulacaklardı. Oysa çok hassas olan bu denge kurulmuştur ve sistem bu denge korunduğu için devam etmektedir. Burada söz konusu dengenin her gezegen için ayrı ayrı kurulmuş olduğuna da dikkat etmek gerekir. Çünkü gezegenlerin Güneş’e olan uzaklıkları çok farklıdır. Dahası, kütleleri de çok farklıdır. Bu nedenle, hepsi için ayrı dönüş hızlarının belirlenmesi lazımdır ki, Güneş’e yapışmaktan ya da Güneş’ten uzaklaşıp uzaya savrulmaktan kurtulsunlar.
Güneş Sistemi’ndeki bu olağanüstü hassas dengeyi keşfeden Kepler, Galilei gibi astronomlar ise, “bu sistemin çok açık bir tasarımı gösterdiğini ve Allah’ın evrene olan hakimiyetinin ispatı olduğunu” belirtmişlerdir. Tüm bunlar yeryüzünü insanın emrine veren Rabbimiz’in Güneş ile gök cisimleri ve Dünya arasındaki uzaklığı da çok üstün bir denge ile var ettiğini göstermektedir. Kuşkusuz bu, Allah’ın biz kulları üzerindeki merhametinin işaretlerindendir.
Güneş Sistemi’ndeki bu muhteşem dengenin yanısıra, üzerinde yaşadığımız Dünya gezegeninin bu sistem ve uzay içindeki yeri de, yine kusursuz bir yaratılışın varlığını ve Allah’ın her yeri kuşatan sonsuz rahmetini göstermektedir. Son astronomik bulgular, sistemdeki diğer gezegenlerin varlığının, Dünya’nın güvenliği ve yörüngesi için büyük önem taşıdığını göstermiştir. Jüpiter’in konumu buna bir örnektir. Güneş Sistemi’nin en büyük gezegeni olan Jüpiter, varlığıyla aslında Dünya’nın dengesini sağlamaktadır. Astrofizik hesaplamalar, Jüpiter’in bulunduğu yörüngedeki varlığının, sistemdeki Dünya gibi diğer gezegenlerin yörüngelerinin istikrarlı olmasını sağladığını ortaya çıkarmıştır. Kısacası Güneş Sistemi’nin yapısı, insan için özel bir yaratılışa sahiptir. Samimi olarak düşünen her akıl sahibi insan, evrende hiçbir şeyin amaçsız ve başıboş olmadığını, “Biz gökyüzünü, yeryüzünü ve ikisi arasında bulunan şeyleri batıl olarak yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır…” ayetiyle bildirildiği gibi, tüm kainatı Rahman ve Rahim olan Allah’ın bir amaçla yarattığını ve düzenlediğini anlar. (Sad Suresi, 27) Bu derin kavrayış, bir başka Kuran ayetinde şöyle bildirilmektedir:
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten deliller vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı anarlar ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru.” (Al-i İmran Suresi, 190-191)