Allah Kimseye Kaldırabileceğinden Fazla Yük Yüklemez

Kuran ahlakı

Dünya üzerindeki her insanın aklı, zekası, yetişme şartları, kavrayış kapasitesi ve fiziksel gücü birbirinden farklıdır. Tüm kainatı yoktan var eden Rabbimiz her insana birbirinden farklı yetenekler vermiştir. Bu nedenle de her insanın farklı bir dayanma gücü, iradesi ve kapasitesi vardır. Allah’ın dünya hayatındaki imtihanı da her insana göre farklı şekillerde yaratılmıştır. Allah her insanı değişik olay ve kişileri vesile ederek farklı farklı denemelere tabi tutmaktadır. Ancak bu konuda mutlaka düşünülmesi gereken çok önemli bir husus bulunmaktadır:

“Bir insanın hayatında karşılaştığı olaylar o anda ne kadar zor gibi görünse de, aslında her biri o kişinin sabredebileceği şiddettedir”. Çünkü tüm insanları yoktan var eden Rabbimiz her insanın neye ne kadar dayanabileceğini en iyi bilendir. Sonsuz adalet sahibi olan Allah insana gücünü aşan bir sorumluluk vermez. Bu, Allah’ın bir vaadidir, Rahman ve Rahim sıfatının bir tecellisidir. Ayetlerde şu şekilde buyrulmaktadır:

Hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz; elimizde hakkı söylemekte olan bir kitap vardır ve onlar hiçbir haksızlığa uğratılmazlar. (Müminun Suresi, 62)

İman edenler ve salih amellerde bulunanlar –ki Biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz– onlar da cennetin ashabıdırlar. Onda sonsuz olarak kalacaklardır. (Araf Suresi, 42)

Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. (Kişinin nefsinin) Kazandığı lehine, kazandırdıkları aleyhinedir… (Bakara Suresi, 286)

Kimi insan dünyada yoksul bir hayat sürer ve yokluk içinde ne kadar sabır gösterdiği denenir. Kimi ise zenginlik ve bolluk içinde yaşar ve bu yaşam içinde ne kadar şükredici, ne kadar güzel ahlaklı olduğuyla denenir, dünya hayatına hırsla bağlanıp bağlanmadığı konusunda sınanır. Ama sonuçta zengin olan da şiddetli yokluk içinde olan da kendisi ve ahireti için en hayırlı hayatı yaşar.

Fakir olan ne kadar yokluk çekse de bu, onun için dayanılamayacak bir zorluk değildir. Aynı şekilde zengin olan ne kadar bolluk içinde olsa da bu, onun şımarık, nankör bir insan olmasını gerektirmemektedir. Sonuçta her iki kişi de içinde bulundukları şartlar altında nasıl bir ahlak gösterecekleri ile denenmektedirler. Ya Allah’a olan bağlılıkları, hesap gününe yönelik korkuları onların Kuran ahlakını yaşayan insanlar olmalarını sağlayacak, ya da nankörlükte bulunup Allah’ın rızasının dışında bir yaşam süreceklerdir.

Allah’tan korkan bir insan karşılaştığı her olayda daima Allah’a yönelir, O’ndan yardım diler, sadece Rabbimiz’in rızasını arar. Hiçbir zaman zorluklar karşısında yılgınlık göstermez, sınandığı olay ne kadar şiddetli olsa da din ahlakından uzaklaşmaz. Allah’a olan güveni, teslimiyeti sayesinde tüm zorlukları Rabbimiz’den bir rahmet olarak görür. Allah sonsuz şefkatinin ve merhametinin bir göstergesi olarak Kendisi’ne ihlasla yönelen bu samimi müminlere en zor görünen olayları dahi kolaylaştırır. “Kim iman eder ve salih amellerde bulunursa, onun için güzel bir karşılık vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanını söyleyeceğiz.” (Kehf Suresi, 88) ayetinde de bu gerçek bizlere bildirilmiştir. Allah başka ayetlerde şöyle buyurmuştur:

Fakat kim verir ve korkup-sakınırsa, ve en güzel olanı doğrularsa, Biz de onu kolay olan için başarılı kılacağız. (Leyl Suresi, 5-7)

Allah’a dayanıp güvenmeyenlere ise, kolay olan olaylar dahi zor gelir. Allah bu insanların nankörlüklerine, iman etmemelerine, Kuran ahlakından uzaklaşmalarına karşılık olarak onlara dünya hayatında daima zorluk verir:

Rabbimiz, Katından bize bir rahmet ver ve işimizden bize doğruyu kolaylaştır (bizi başarılı kıl). (Kehf Suresi, 10)

Kim de cimrilik eder, kendini müstağni görürse ve en güzel olanı yalan sayarsa, Biz de ona en zorlu olanı (azaba uğramasını) kolaylaştıracağız. Tereddi edeceği (baş aşağı düşüşe uğrayacağı) zaman, malı ona hiç yarar sağlamaz. Şüphesiz, Bize ait olan, yol göstermektir. (Leyl Suresi, 8-12)

Her insan dünya hayatında hastalıklar, kazalar, maddi ve manevi sıkıntılar gibi imtihanlarla denenebilir. Bazı insanlar zaman zaman meydana gelen bu gibi olaylarda bir çıkış yolunun kalmadığı, her şeyin bittiği, aşılamayacak bir zorlukla karşı karşıya oldukları gibi yanlış düşüncelere kapılabilirler. Her olayda bir hayır olduğunu unutarak isyankar bir tutum sergileyebilirler. Ama bunlar aslında sadece şeytanın verdiği boş kuruntulardır. Samimi bir mümin şu gerçeği bilmelidir ki, karşılaştığı olay her ne olursa olsun, mutlaka güzel ahlak gösterebileceği ve sabredebileceği bir durum ile karşı karşıyadır. Umutsuzluğa kapılmak ise şeytandan gelen bir vesvesedir. Nitekim Allah kullarına Kendi rahmetinden umut kesmemeyi şöyle emretmiştir:

Onlar bilmiyorlar mı ki, gerçekten Allah, dilediğine rızkı genişletip-yayar ve (dilediğine) kısar da. Şüphesiz bunda, iman eden bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Benden onlara) De ki: “Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir.” Azab size gelip çatmadan evvel, Rabbiniz’e yönelip-dönün ve O’na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. (Zümer Suresi, 52-54)

Allah’ın yukarıdaki ayetlerle bildirdiği emrine uyan ve hayır düşünen insan yine ayetlerde bildirildiği gibi, hayırla karşılaşır; umut kesen ise yapayalnız ve yardımcısız kalır. Allah, Kendi rahmetinden umut kesenlerin inkarcılar olduklarını ayetlerde şöyle bildirmiştir:

Allah’ın ayetlerini ve O’na kavuşmayı ‘yok sayıp inkar edenler’; işte onlar, Benim rahmetimden umut kesmişlerdir; ve işte onlar, acı azap onlarındır. (Ankebut Suresi, 23)

… Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden umut kesmez.” (Yusuf Suresi, 87)

Kuran ahlakından habersiz insanların genel özelliklerinden bir tanesi, iyilik gördükleri ya da rahat yaşadıkları zaman bunu kendilerinden zannetmeleri ve şımarıklığa kapılmalarıdır. Başlarına bir kötülük geldiği zaman da hemen suçlayacak birilerini aramalarıdır. Oysa Allah’ın adaleti sonsuzdur ve her kötülük kişinin kendisinden kaynaklanmaktadır. Rahman ve Rahim olan Allah kulları için hayır dilemekte, ancak insanlar nefislerine uyarak inkar yolunu hidayet yoluna tercih etmektedirler. Ayette şöyle buyrulur:

Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. (Kişinin nefsinin) Kazandığı lehine, kazandırdıkları aleyhinedir. (Bakara Suresi, 286)

Sana iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir… (Nisa Suresi, 79)

Kuran’da inkarcıların sapkın değerlendirmelerine dair örnekler verilmiştir. Örneğin Firavun ve çevresindekilerin başlarına kötülük geldiğinde bunun sebebi olarak Hz. Musa ve beraberindekiler olarak gördükleri, ama aslında asıl uğursuz ve kötülük kaynağı olanların kendileri olduğu Araf Suresi’nde şöyle haber verilmiştir:

Onlara bir iyilik geldiği zaman “Bu bizim için” dediler; onlara bir kötülük isabet ettiğinde (bunu da) Musa ve beraberindekilerin bir uğursuzluğu olarak yorumlarlardı. Haberiniz olsun, Allah Katında asıl uğursuz olanlar kendileridir ama onların çoğu bilmezler. (Araf Suresi, 131)

Ayette gördüğümüz gibi, din ahlakından uzak yaşayan insanlar her durumda suçlayacak birilerini ararlar. Kendi yaptıkları çirkinlikleri ve hainlikleri görmezlikten gelir ve iyi insanları kötülükle suçlamaya çalışırlar. Oysa Allah asıl kötülüğün kaynağının kendileri olduğunu bildirmektedir. Eğer bu insanlar iyiyi kötü, hayrı da şer olarak yorumluyorlarsa, başlarına gelen herhangi bir zorluğu felaket olarak görüp menfi tavırlarda bulunuyorlarsa bunun tek sorumlusu da kendileridir. Çünkü sonsuz rahmet sahibi olan Rabbimiz insana kaldıramayacağı, dayanma gücünün ötesinde ve fıtratına aykırı bir sorumluluk kesinlikle vermez.