Kuran’da savaşın tarifini bu şekilde gördükten sonra, bir kısım radikaller tarafından istismar edilen ve bir kısım İslam karşıtları tarafından da İslam’a yönelik eleştiri için kullanılan savaş ayetlerini inceleyelim:
Bakara Suresi 191. Ayetin İncelenmesi
Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kafirlerin cezası işte böyledir. (Bakara Suresi, 191)
Bu ayet, Müslümanların ağır baskı ve şiddete maruz bırakılması ve Mekke’den çıkarılıp Medine’ye hicrete zorlanmasının ardından indirilen bir ayettir. Yukarıda detaylı tarif ettiğimiz şartlar oluşmuş ve müşriklerin ağır zulmü ve doğrudan saldırılarına karşı Müslümanlar kendilerini savunma emri almışlardır. Zulüm yapma konusunda sakinleşmeyen, güzel sözden anlamayan ve barış/uzlaşma çağrılarına kulak asmayan bu topluluğa, onların yöntemi ile karşı koyma, yani Müslümanların kendilerini savunma durumu söz konusu olmuştur.
Fakat ayette, Kuran’daki savaş hukukuna dair hatırlatma da tekrar yer almaktadır: “Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın.” Görüldüğü gibi savaşmanın tek şartı, karşı tarafın bir saldırıda bulunmasıdır. Onlar savaşmadıkça veya herhangi bir saldırıda bulunmadıkça, Müslümanlarla savaşmak kesin olarak helal değildir.
Söz konusu ayeti kendilerince saptıran radikallerin de, İslam karşıtlarının da ayetteki bu önemli hükmü görmezden gelmesi elbette son derece kuşkuludur. Ayet açıkça, Müslümanlara sadece kendilerini savunma özgürlüğü vermektedir. Dolayısıyla savaş ve saldırı bu ayetin hükmü değildir.
BU NEFRET DOLU GÖRÜNTÜLER İSLAM’I TEMSİL ETMEMEKTEDİR |
Bakara Suresi 191. ayette, Müslümanlara sadece kendilerini savunma özgürlüğü verilmektedir. Dolayısıyla Kuran’a göre savaş, ancak saldırıya karşı bir savunma şeklindedir. |
Ayetteki bir başka önemli husus ise şöyle bildirilmiştir: “Fitne, öldürmekten beterdir.” Toplumları galeyana getirmek, nefreti körüklemek, dedikodu yayarak nefret, anarşi ve terörü yaygınlaştırmak ve düşman kitleleri oluşturmak fitne çıkarmaktır ve ayetin ifadesine göre böyle bir fitneyi çıkarmak adam öldürmekten dahi beterdir. İşte Müslümanlara saldıranlar, hem fiili hem psikolojik hem de sinsi anlamda bu fitneyi oluşturmakta olan topluluklardır. Verdikleri zarar büyüktür. Saldırganlıkları başgösterdiğinde de Müslümanlar doğal olarak kendilerini savunmaktadırlar.
Şu anda bir kısım bağnazların kulaktan dolma bilgiler veya hurafelere kanarak kişileri, toplumları, dinleri veya ülkeleri fitneci ilan etmeleri ve bu sapkınlıklarına söz konusu Kuran ayetini delil göstermeye çalışmaları ise büyük bir hezimettir. Fitne, Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları türlü sıkıntılara sokarak zarara ve günaha sürüklemek, ardından da toplu isyanların alt yapısını oluşturmak, Müslümanlara karşı fiili ve sözlü saldırılarda bulunmak gibi bozgunculuğa yol açacak fiiller içermektedir. Dolayısıyla bir kişinin fitne ile suçlanabilmesi için tarifini yaptığımız bu uygulamaların bir veya birçoğunu yerine getirmesi gerekmektedir. Şu anda “fitneci” damgasını vurarak özellikle Musevileri veya İsrail’i suçlamaya çalışanlar bu ayete kesin olarak muhalefet etmektedirler.
Kuran’a göre Musevileri veya İsrail’i bir bütün olarak “fitneci” ilan etmek haramdır. Her dinden veya ülkeden fitne çıkaran insanlar olabilir. Fakat Araplardan, Türklerden veya Müslümanlardan fitne çıkaranlar olduğu için Arapların, Türklerin veya Müslümanların tümünün fitneci ilan edilemeyeceği gibi Musevi ve İsraillilerin de tümünü fitneci ilan etmek söz konusu değildir. Kuran’a göre bir Müslüman, bir Musevinin evinde yemek yiyebilmekte, ona konuk ve dost olmakta, hatta Musevi (ve Hristiyan) kadınlaonunla evlenebilmektedir (Bu konu kitabın ayrı bir bölümünde detaylı izah edilmektedir). Evlilik bir insanla kurulabilecek en yakın ilişkidir. İki tarafın ailelerinin de birbirine akraba olması demektir. Musevileri, Hristiyanları kendine akraba edinen birinin o kişileri fitneci ilan etmeyeceği, onlara karşı baskıcı veya saldırgan bir tutum izlemesinin mümkün olmadığı açıktır. Durum böyleyken bir Müslümanın bir Museviyi koşulsuz şartsız “fitneci” olarak ilan edebilmesi mümkün değildir. Bu iddiayla ortaya çıkanlar, başta da belirttiğimiz gibi Kuran’ı hiç bilmeyen, fitne konusunda Museviler ile ilgili sayısız uydurma hadisin etkisi ile yetişmiş olan cehalet içindeki insanlardır. Söz konusu hadislere ve Kuran’a göre Kitap Ehlinin konumuna sonraki bölümlerde detaylı değinilecektir.
Kuran’da Museviler ve Hristiyanlar Kitap Ehli olarak tanımlanmıştır. Müslümanlar Kitap Ehli’ne sevgi, şefkat ve merhametle yaklaşmakla yükümlüdür. |
Nisa Suresi 89, 90, 91. Ayetlerin İncelenmesi
Onlar, kendilerinin inkâra sapmaları gibi sizin de inkâra sapmanızı istediler. Böylelikle bir olacaktınız. Öyleyse Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan veliler (dostlar) edinmeyin. Şayet yine yüz çevirirlerse, artık onları tutun ve her nerede ele geçirirseniz öldürün. Onlardan ne bir veli (dost) edinin, ne de bir yardımcı. (Nisa Suresi, 89)
Ancak sizinle aralarında andlaşma bulunan bir kavime sığınanlar ya da hem sizinle, hem kendi kavimleriyle savaşmak (istemeyip bun)dan göğüslerini sıkıntı basıp size gelenler (dokunulmazdır.) Allah dileseydi, onları üstünüze saldırtır, böylece sizinle çarpışırlardı. Eğer sizden uzak durur (geri çekilir), sizinle savaşmaz ve barış (şartların)ı size bırakırlarsa, artık Allah, sizin için onların aleyhinde bir yol kılmamıştır. (Nisa Suresi, 90)
Diğerlerini de sizden ve kendi kavimlerinden güvende olmayı istiyor bulacaksınız. (Ama) Fitneye her geri çağrılışlarında içine başaşağı dalarlar. Şayet sizden uzak durmaz, barış (şartların)ı size bırakmaz ve ellerini çekmezlerse, artık onları her nerede bulursanız tutun ve onları öldürün. İşte size, onların aleyhinde apaçık olan ‘destekleyici bir delil’ kıldık. (Nisa Suresi, 91)
Söz konusu ayetlerde münafıklardan bahsedilmektedir. Münafık, kendisinin Müslüman olduğunu söyleyen, Müslümanlar arasında yaşayan ve onlardanmış gibi görünen fakat gerçekte Allah’a ve İslam’a karşı düşmanlık besleyerek Müslümanları arkadan vurmaya çalışan bir varlıktır. Allah münafık olarak ölümle buluşanların cehennemin en alt tabakasında olacaklarını bildirmekte ve onları aşağılamaktadır. Anlaşılabileceği gibi münafık, ikiyüzlü ve kahpece tavrı nedeniyle ne inkarcılara ne de müşriklere benzemeyen, oldukça tehlikeli ve aşağılık bir insan modelidir.
Müslümanları yarı yolda bırakan ve Müslümanların da kendileri gibi inkara sapmalarını arzu ederek bu yönde çalışan münafıkları dost edinmek Nisa Suresinin 89. ayetinde yasaklanmıştır. Onlarla savaşmanın meşrulaştığı durum, yani “şayet yeniden yüz çevirirlerse” ifadesinden anladığımız, söz konusu münafıkların artık Müslümanlara karşı fiili saldırı halinde olmalarıdır. Bunu hemen sonraki ayetten de anlamak mümkündür. 90. Ayette, “Eğer sizden uzak durur (geri çekilir), sizinle savaşmaz ve barış (şartların)ı size bırakırlarsa” ifadesinden de anlaşılabileceği gibi saldırıda bulunmayan bir topluluğun aleyhinde bir yol yoktur. Açıktır ki, öldürme izni verilmiş olan topluluk Müslümanlara savaş açmış olan bir topluluktur. Yine burada Müslümanlara, saldırı karşısında kendilerini savunma hakkı verildiği açıkça anlaşılmaktadır.
Bunun yanı sıra, Nisa Suresi 90. ayet, Kuran’ın adil, affedici ve şefkatli ve daima barışı koruyan üslubunun bir başka göstergesidir. O vakte kadar Müslümanları sinsice arkadan vurmuş, hainlik yapmış olmalarına rağmen münafıkların bir kısmı; “Ancak sizinle aralarında andlaşma bulunan bir kavime sığınanlar ya da hem sizinle, hem kendi kavimleriyle savaşmak (istemeyip bun)dan göğüslerini sıkıntı basıp size gelenler (dokunulmazdır.)” hükmü gereği Müslümanlara karşı barışçıl tavır takındığı için ayetin hükmüne göre dokunulmazdırlar. Aynı ayette Allah, “Eğer sizden uzak durur (geri çekilir), sizinle savaşmaz ve barış (şartların)ı size bırakırlarsa, artık Allah, sizin için onların aleyhinde bir yol kılmamıştır.” diye belirterek onların dokunulmazlıklarını tekrar hatırlatmaktadır. Bu ise adaletin ta kendisidir.
Nitekim 91. ayette de yine aynı şartlara göre tarif edilmiş bir durum vardır. Söz konusu ortamda, savaş istemediğini söyleyerek pişman olan münafıkların bir kısmı tekrar fitnenin içine dalmışlar ve yeniden Müslümanlara karşı saldırı eylemlerinde bulunmaya başlamışlardır. İşte bu durumda yeniden Kuran’daki savaşın hükmü hatırlatılmakta ve saldırıda bulunmadıkları sürece onlara dokunulmaması, ancak saldırıda bulunurlarsa karşı savunmada bulunulabileceği anlatılmaktadır.
Yine burada, ayette belirtilen durumun, Uhud savaşı sırasında gerçekleşen özel bir olay olduğu ve savaş alanında döneklik yapan onlarca Müslümanın şehadetine sebep olan münafıklarla ilgili olduğunu da hatırlatmak gerekmektedir.
Tevbe Suresi 6. ayet ile Müslümanlara, kendilerine sığınmış olan ve kendilerinden yardım isteyen bir müşrike “kendi canlarını tehlikeye atarak” bile olsa yardım etmeleri öğütlenmektedir. |
Tevbe Suresi 5. Ayetin İncelenmesi
Haram aylar (süre tanınmış dört ay) sıyrılıp-bitince (çıkınca) müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları tutuklayın, kuşatın ve onların bütün geçit yerlerini kesip-tutun. Eğer tevbe edip namaz kılarlarsa ve zekatı verirlerse yollarını açıverin. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Tevbe Suresi, 5)
Söz konusu ayette gerçekleşen şartları anlayabilmek için Tevbe Suresi’ni 1. ayetten başlayarak okumak gerekir. Bu şekilde okunduğunda, karşı saldırıyı hak eden müşriklerin “bütün müşrikler” değil, Müslümanlara o vahşi saldırıları yapan ve ardından haram aylarda savaşmamak için kendileriyle anlaşma yapılan müşrikler olduğunu anlarız. Buradaki müşrikler, “Müslümanlarla adil bir anlaşma yapmış olmalarına ve Müslümanların haram aylar boyunca bir savaş durumuna girmeyeceklerini çok iyi bilmelerine rağmen” Müslümanları gafil avlamaya ve sinsice yaklaşmaya çalışmış, haram aylarda vahşi saldırılarına devam etmiş ve Müslümanların canına kastetmiş olan müşriklerdir.
İşte bu şartlar söz konusuyken Müslümanlara bu ayet ile vahşice saldıranlara karşı kendilerini savunma hakkı verilmiştir. Ayette görüldüğü gibi, müşriklerin saldırıları haram aylarda gerçekleşmesine rağmen Müslümanlar Allah’ın hükmü gereği haram aylar sırasında karşı koymamakta, bu dönem boyunca sabretmekte ve haram aylar bittikten sonra savunmaya başlamaktadırlar. Ayette yine, savunmada izlenmesi gereken yöntemin tarif edildiğini görürüz: Tutuklama, kuşatma ve bütün geçit yerlerinin tutulması. Uluslararası hukuka dayalı savaşlarda mutlaka öncelikli şart kuşatma ve tutuklamadır. Kuşatma için geçit yerleri tutulur ve böylelikle karşı tarafın ilerlemesi engellenmiş olur. Dolayısıyla bu ayette, şu anda uluslararası hukukta izlenen ve haklı görülen yöntem tarif edilmiştir. Aradaki tek fark, burada saldırıyı Müslümanların yapmaması, onların sadece ve sadece kendilerine saldıranları durdurmaya çalışmalarıdır.
Yine aynı ayete göre, saldırısından vazgeçen ve tevbe edenlere karşı herhangi bir savaş durumu söz konusu olmamaktadır. Onlar özgür bırakılmaktadırlar.
Söz konusu ayetten hemen sonraki ayete baktığımızda ise Kuran’ın gerçek sevgi ve koruyuculuk ruhunu anlatan önemli bir açıklama ile karşılaşırız. İşte bu ayet, İslam karşıtlarının bu konuda Müslümanlara yönelik tüm iddialarını ortadan kaldıran bir ayettir. Ayet şöyledir:
Eğer müşriklerden biri, senden ‘eman isterse’, ona eman ver; öyle ki Allah’ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu ‘güvenlik içinde olacağı yere ulaştır.’ Bu, onların elbette bilmeyen bir topluluk olmaları nedeniyledir. (Tevbe Suresi, 6)
Bu ayet ile Müslümanlara, kendilerine sığınmış olan ve kendilerinden yardım isteyen bir müşrike “kendi canlarını tehlikeye atarak” yardım etmeleri öğütlenmektedir. Öyle ki ayete göre söz konusu Müslüman, müşrikleri koruyabilmek için KENDİSİNİ SİPER ETMEKTEDİR. Bir başka deyişle bir Müslüman, Allah’ı inkar eden bir kişinin canını koruyabilmek için kendi canını riske atarak, onu güvenlik içinde olacağı yere ulaştırmakla yükümlüdür.
Bu, Kuran’ın hükmüdür. Kuran’ın hükmüne göre bir insan Allah’a inanmıyor diye “öldürülmemekte”, tam tersine Müslümanların canı pahasına korunmaktadır. Dolayısıyla savaş gerekçesi, karşı tarafın Allah’a inanıp inanmamasıyla veya başka dinden olup olmamasıyla ilgili değildir. Savaşın gerekçesi, karşı tarafın saldırı ve işkencede bulunması, cana kastetmesidir.
Ayetin işaret ettiği başka bir gerçek ise, saldırıda bulunmadıkları, azgınlık ve taşkınlık yapmadıkları sürece; din, dil, millet, inanç ayrımı yapılmaksızın tüm insanların Müslümanlar tarafından korumaya alınmaları gerektiğidir. Bir Müslüman, Müslümanı koruduğu gibi, Kitap Ehli’ni de, hatta ateisti, komünisti de korumakla yükümlüdür. Bu, Müslüman olmanın gereğidir. Bu, Kuran’daki Müslüman tarifidir. Bir insan “Müslümanım” diyorsa, koruyucu olmak zorundadır.
Tevbe Suresi 13. Ayetin İncelenmesi
Andlarını bozan, elçiyi sürmeye yeltenen ve sizinle (savaşı) ilk defa başlatan topluluğa karşı savaşmayacak mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? İnanıyorsanız asıl çekinmeniz gereken ALLAH’tır. (Tevbe Suresi, 13)
Bu ayet, Kuran’da savaşın hükmünü gösteren ayetlerden bir diğeridir. Müslümanlarla anlaşma yapmış olan, yani anlaşmaları gereği barış içinde yaşayan bir müşrik topluluk anlaşmasını bozup bozgunculuk ve saldırganlığa başladığında; Peygamberimiz (sav)’i kendi yaşadığı beldeden başka bir yere sürgün etmeye kalkıştıklarında; ve ayetin açık ifadesiyle savaşı İLK OLARAK BAŞLATAN OLDUKLARINDA, Müslümanların onlara karşı savaşma hakkı oluşmaktadır.
Maide Suresi 33. Ayetin İncelenmesi
Allah’a ve Resûlü’ne karşı savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuğa çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri, asılmaları ya da elleriyle ayaklarının çaprazca kesilmesi veya (bulundukları) yerden sürülmeleridir. Bu, dünyadaki aşağılanmalarıdır, ahirette onlar için büyük bir azap vardır. (Maide Suresi, 33)
Bütün savaş ile ilgili ayetlerde özellikle belirttiğimiz konu bu ayette de dikkat çekmektedir. Burada, karşı savaş verilmesi gereken topluluğun nitelikleri çok detaylı olarak açıklanmıştır: Allah’a ve elçisine doğrudan savaş açmaları ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaları. Görülebileceği gibi bu kişiler, sadece Müslümanlara fiili saldırıda bulunmaya kalkmıyor, aynı zamanda tüm yeryüzünde de fitne çıkarıyorlar. Yani ayette, tüm dünya için sorun olan, herkesin bozguncu olarak gördüğü sapkın ve savaşçı bir topluluktan bahsedilmektedir.
Fiili olarak Müslümanlara savaş açmış bir topluluğa karşı koyarken -tüm savaşlarda olduğu gibi- mecbur kalındığı takdirde öldürme olabileceği gibi, onların bulundukları yerden sürgün edilmeleri de yapılabilecek uygulamalar arasındadır. Bir başka deyişle Kuran ayetlerine göre Müslümanlara normalde haram olan fiillere -cana kıyma ve sürgün etme- sadece böyle bir savaş durumu karşısında izin verilmiştir.
Enfal Suresi 57. Ayetin İncelenmesi
Bundan dolayı, savaşta onları yakalarsan, öyle darmadağın et ki, onlarla arkalarından gelecek olanlar(ı caydır). Umulur ki ibret alırlar. (Enfal Suresi, 57)
Bu ayeti de yine yukarıda detaylı anlattığımız ve delillerini verdiğimiz mantık ışığında değerlendirmek gerekmektedir. Peygamberimiz (sav)’e bir kısım ayetlerin indiği Medine döneminin, çok yoğun bir savaş ortamı olduğu unutulmamalıdır. Bu ortam, sadece ve sadece “Onlar, yalnızca; “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar…” (Hac Suresi, 40) ayetinde belirtildiği şekilde Müslümanlara yapılan haksız zulüm neticesinde meydana gelen savaşlardır. Dahası yine hatırlanacağı gibi Müslümanlar, “Eğer sizden uzak durur (geri çekilir), sizinle savaşmaz ve barış (şartların)ı size bırakırlarsa, artık Allah, sizin için onların aleyhinde bir yol kılmamıştır.” ayeti gereği, karşı taraf savaşa son verdiğinde, savaşı durdurmak ve onlara karşı aleyhte bir harekette bulunmamakla yükümlüdürler.
Enfal Suresi 57. ayetten birkaç ayet öncesine bakacak olursak yeniden, o dönemde, Müslümanlarla anlaşma yapmış olan topluluktan bahsedildiğini anlarız. Savunmaya izin veren hemen her Kuran ayetinde özellikle belirtildiği gibi bu topluluğun da “anlaşmalarını bozan” ve dolayısıyla hemen arkasından saldırıya geçen bir topluluk olduğu belirtilmektedir.
Üst üste saldırılarda bulunan, hiçbir sözü dinlemeyen ve sürekli olarak yapılan barış anlaşmalarına muhalefet ederek fitne çıkaran bu topluluğa karşı ise caydırıcı bir güç gösterilmesi önemlidir. Çünkü bu durumda, fitneyi alışkanlık haline getirmiş olan söz konusu topluluklar artık buna güç bulamayacak ve onların peşinden fitne çıkarmaya ve saldırıya hazırlanan başka müşrik grupları da cesaret gösteremeyeceklerdir. Bu, her yapılan anlaşmaya muhalefet ederek savaş başlatan söz konusu topluluğa karşı gerekli, önemli ve sonraki savaşları önleyici bir tedbirdir. Dünyanın hemen her ülkesinin anayasasında ve uluslararası hukukta tüm cezaların “caydırıcı” olmasına önem verilir. Amaç, suçun aynı kişi veya başka kişiler tarafından işlenmesinin önüne geçmektir. Uluslararası hukukta bu önlemleri son derece yerinde ve hukuk devletleri için gerekli bulanların, konu İslam olduğunda bunu aleyhte değerlendirmeye yeltenmeleri sağduyuya ve hakkaniyete uymamakta, adaletli olmamaktadır.
Muhammed Suresi 4. Ayetin İncelenmesi
Öyleyse, inkar edenlerle savaş sırasında karşı karşıya geldiğiniz zaman, hemen boyunlarını vurun; sonunda onları ‘iyice bozguna uğratıp zafer kazanınca da’ artık (esirler için) bağı sımsıkı tutun. Bundan sonra ya bir lütuf olarak (onları bırakın) veya bir fidye (karşılığı salıverin). Öyle ki savaş ağırlıklarını bıraksın (sona ersin). İşte böyle; eğer Allah dilemiş olsaydı, elbette onlardan intikam alırdı. Ancak (savaş,) sizleri birbirinizle denemesi içindir. Allah yolunda öldürülenlerin ise; kesin olarak (Allah,) amellerini giderip-boşa çıkarmaz. (Muhammed Suresi, 4)
Öncelikle belirtmek gerekir ki diğer ayetlerde olduğu gibi bu ayette de dikkat çeken, bir savaş ortamının varlığıdır. Anlaşma bozulmuş, müşrikler saldırıya geçmiş ve bu saldırıya cevap vermek dışında bir çözüm kalmamıştır. Ancak bu ayetin Arapçası’nda bazı Türkçe meallerde yer alan “Boyunlarını vurun” ifadesi yer almamaktadır. Doğru tercümesi yapıldığında ayet şu şekildedir:
Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınızda onların gözetleme-komuta merkezlerini vurun. Sonunda üstün geldiğinizde onları esir alın; onları ya karşılıksız veya fidye karşılığında salın. Savaş durumu kalkıncaya kadar bunu uygulayın… (Muhammed Suresi, 4)
Meallerde “boyunlarını vurun” olarak tercüme edilen ifadenin Arapçası “darbe errikabi”dir. Ayette boyun olarak tercüme edilen “rikab” kelimesi Arapça’da “gözetleme, gözetim altında olma demektir”. Allah’ın isimlerinden biri de “Er Rakib”, yani gözetleyen, her şeyi görendir. Bu kelime “RKB” kökünden gelir ve gözetlemek, denetlemek, korumak, bekçilik yapmak anlamları taşır. Allah’ın kullarından bir an bile gafil olmadığını, sürekli gözetleyen, koruyan ve kontrol altında tutan olduğunu anlatır. Dolayısıyla ayette bir insanın boynunun vurulması değil, savaş sırasında Müslümanlara saldıranların komuta merkezinin etkisiz hale getirilmesi anlatılmaktadır. Böylece savaşın asıl yönetildiği merkez etkisiz hale getirildiğinde savaşta yüzlerce kişinin hayatını kaybetmesi de engellenecektir. Müslümanlara saldıran, sivillerin canına kast eden küfürle yaşanan bir savaşta “küfrün önde gelenleriyle” mücadele etmek bir başka ayette ise şöyle bildirilir:
Ve eğer antlaşmalardan sonra, yine yeminlerini bozarlarsa ve dininize hınç besleyip-saldırırlarsa, bu durumda küfrün önderleriyle çarpışın. Çünkü onlar, yeminleri olmayan kimselerdir; belki cayarlar. (Tevbe Suresi, 12)
Dikkat edilirse, bu ayette de Müslümanlar kendilerini savunmak için, saldırganlık yapan, barış anlaşması imzalanmış olduğu halde anlaşmayı ihlal eden ve mazlumları hedef alanlara karşı bir savaş içindedir. Ayette, savaşın söz konusu saldırgan inkarcıları, bu zalim tutumlarından “caydırmak” amaçlı olduğu bildirilmekte ve savaşın olabilecek en kısa sürede neticelenmesi ve fazla can kaybı olmaması için savaşı yöneten, yönlendiren, insanları savaşa kışkırtanları etkisiz hale getirmek yol olarak gösterilmektedir. Yani Müslümanlar zaruret sonucu canlarını korumak amacıyla savaşa dahil olduklarında, savaşın en kısa sürede bitip barışa dönülmesi için yol izlemektedirler.
Bu ayette önemli bir uluslararası savaş hukuku da anlatılmaktadır.Bu ayette tarif edilen uluslararası savaş hukukudur. Üstelik uluslararası savaş hukukunda gerçekte uygulanmayan bir uygulama burada yer almakta ve savaşın bitiminin hemen sonrasında esirler serbest bırakılmaktadır. Oysa şu an dünyada, Afganistan müdahalesi bitmesine rağmen Guantanamo’da savaş esirleri halen tutuklu olarak bulundurulmakta ve BM, NATO gibi paktlar bu durumu makul görmektedirler. İşte bu hukuku, Kuran makul görmez. İslam’a göre, savaşın hükmen sona ermesi için esirlerin mutlaka serbest bırakılması gerekir. Yani Kuran’a uyan bir Müslüman savaşa mecbur kaldığında esirlere en ufak bir zarar dahi veremez. Tam tersine savaş bitene kadar esirlere en güzel şekilde bakmakla yükümlüdür, öyle ki kendisi açlık içinde dahi olsa yemeğini esirlere vermeli, yani kendi canından önce esirlerin canını düşünmelidir:
Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. (İnsan Suresi, 8)
Nisa Suresi 89. Ayetin İncelenmesi:
Onlar, kendilerinin inkara sapmaları gibi sizin de inkara sapmanızı istediler. Böylelikle bir olacaktınız. Öyleyse Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan veliler (dostlar) edinmeyin. Şayet yine yüz çevirirlerse, artık onları tutun ve her nerede ele geçirirseniz öldürün. Onlardan ne bir veli (dost) edinin, ne de bir yardımcı. (Nisa Suresi, 89)
Bu ayette bahsedilen kişiler, münafıklardır. Müslümanların arasına gizlenmiş olarak Müslümanlar aleyhine faaliyet yapan münafıklar, ayette de belirtildiği gibi imanlı kişilerin inkara sapmaları için çaba yürütmüşlerdir. Onları kendi taraflarına çekmeye çalışmış, onların Müslümanlara sadakatsizlik yapmalarını istemişlerdir. Allah, söz konusu münafıklar bu çabalarından vazgeçip Müslümanların yanında yer alana kadar, onların sözüne güvenilmemesini emretmektedir.
Buna rağmen azgınlık yapmaya ve saldırılarına devam ederlerse, artık o durumda onlara karşı savaşmak Müslümanlara farz kılınmıştır. Bu ayette de görüldüğü gibi, saldırı önce karşı taraftan gelmektedir. Yani, Müslümanlara yine sadece savunma amaçlı olarak savaş için izin verilmektedir. Nitekim bir sonraki ayette Yüce Rabbimiz, söz konusu münafıkların saldırganlıklarını belirtmiş ve savaşmak istemeyen münafıkları ayrı tutmuştur:
Ancak sizinle aralarında andlaşma bulunan bir kavime sığınanlar ya da hem sizinle, hem kendi kavimleriyle savaşmak (istemeyip bun)dan göğüslerini sıkıntı basıp size gelenler (dokunulmazdır.) Allah dileseydi, onları üstünüze saldırtır, böylece sizinle çarpışırlardı. Eğer sizden uzak durur (geri çekilir), sizinle savaşmaz ve barış (şartların)ı size bırakırlarsa, artık Allah, sizin için onların aleyhinde bir yol kılmamıştır. (Nisa Suresi, 90)
Savaş konusu ile ilgili ayetlerin o anki durum ve şartlara göre tarif edilmiş, o dönemdeki olayları kapsayan, savunma savaşları olduğu, yalnızca saldırıyı başlatan saldırgan, masum insanları öldüren, fitneci, bozguncu müşriklere ve münafıklara karşı mecbur kalındığı için yapıldığı, esas olanın ise öncelikle barışı aramak ve korumak olduğu aslında açıktır. Üstelik, Kuran’a göre herhangi bir kişi ya da grup “Ben şu ülkeyi, şu toplumu, şu din mensuplarını düşman ilan ettim” diyerek fevri kararlar alıp savaş başlatamaz. Özellikle de sivil, zulümle hiçbir bağlantısı olmayan masum insanlara asla saldıramaz. İbadethaneleri hedef alamaz. Dolayısıyla Kuran şiddetin tüm yollarını kapamıştır. Bu ayetlerin, anlamları değiştirilerek, radikallerin nefret ve öfke politikaları için kullanılmalarının en büyük sebebi, yüzlerce sahte hadisin İslam’a dahil edilmesi, ve bir kısım tefsircilerin yanlış bakış açıları ve bazı toplumların geçmişten getirdiği şiddet kültürünün içiçe geçmiş olmasıdır.açılarıdır. Oysa Kuran, İslam’a sonradan eklenmiş olan sahte hadislerden, ve hurafelerden, batıl geleneklerden arınarak, tertemiz ve aydınlık bir zihinle okunmalıdır. Dönemin savaş ortamıyla değerlendirildiğinde, ayetlerin anlamları olağanüstü derecede açıktır.
İslam hukukunda, savaş yalnızca savunma amaçlı yapılabilir ve savaş sonunda esirler serbest bırakılır. Bu, uluslararası savaş hukukunda dahi olmayan bir uygulamadır. Nitekim Guantanamo gibi hapishanelerde, geçmiş savaşların esirleri halen zor şartlarda tutulmaktadır. |