Sonra (yine) bir yol tuttu. Sonunda güneşin doğduğu yere kadar ulaştı ve onu (güneşi), kendileri için bir siper kılmadığımız bir kavim üzerine doğmakta iken buldu. İşte böyle, onun yanında “özü kapsayan bilgi olduğunu” (veya yanında olup-biten herşeyi) Biz (ilmimizle) büsbütün kuşatmıştık.
(Kehf Suresi, 89-91)
Hz. Zülkarneyn ikinci kez yol tuttuğunda bu kez doğu tarafına doğru gider. Ayette geçen bu ifade ile, muhtemelen yine haritaya göre en doğudaki Kore, Çin ya da Kuzey Çin (Mançurya) gibi bölgelere işaret ediliyor olabilir.
Ayetin devamında Hz. Zülkarneyn’in “Güneş’i kendileri için bir siper kılmadığımız bir kavim” ile karşılaştığından bahsedilmektedir. Ayette geçen siper kelimesinin Arapçası “sitren”dir ve bu kelime “örtmek, gizlemek” anlamına gelen Arapça “setere” fiilinden gelmektedir. Buradan anlaşıldığı gibi siper kelimesi bu ayette, “elbise ya da binadan müteşekkil örtü” anlamında kullanılmaktadır.
Dolayısıyla söz konusu topluluk, içinde barınabilecekleri bir evleri olmayan, düz bir arazide yaşayan, Güneş’ten korunabilecekleri barınakları, şemsiyeleri veya herhangi başka bir gereçleri bulunmayan, dışarıda yaşayan göçebe bir topluluk olabilir. Geceleri çalışıp, gündüzleri de yer altında bir sığınakta yaşıyor olabilirler. Aynı zamanda giyecekleri olmayan, ilkel şartlarda, medeni olmayan bir ortamda yaşayan bir topluluk olmaları da muhtemeldir. Nitekim Ömer Nasuhi Bilmen de ayette geçen bu ifadeyi aynı şekilde tefsir etmektedir:
Sonunda güneşin doğduğu yere kadar ulaştı… (Kehf Suresi, 90) |
“Zülkarneyn’in bu seyahatinde (Güneş’in doğduğu bir cihete kavuştu) Güneş’in ilk ziya neşrettiği bir mamureye geldi. O Güneş’i (bir kavim üzerine tulu eder buldu ki, onlar için Güneş’e karşı bir siper yapmış değildik) bu kavim için Güneş’in şulelerini bertaraf edecek bir giysi, bir bina ve bir tepe gibi birşey bulunmuyordu. Bunlar güneş doğunca, ya yer altındaki mahzenlere veya denize sokulurlardı. Güneş bertaraf olunca çıkar maişetleriyle uğraşırlardı.”7
91. ayette ise Hz. Zülkarneyn’in özü kapsayan bir bilgiye sahip olduğundan bahsedilmektedir. Özü kapsayan bilgi ifadesinin Arapçadaki karşılığı “hubr”dur. Ve bu kelime “bütün incelikleri ve hakikati bilme” anlamında kullanılmaktadır.
Bu ilim daha önceki bölümlerde de vurguladığımız gibi Allah’ın dilediği kullarına Kendi Katından verdiği özel bir ilimdir. Kehf Suresi’nin 68. ayetinde de dikkat çekildiği gibi, Hz. Hızır da bu özel ilme sahip kutlu bir kişidir.