“Çocuğa gelince, onun anne ve babası mü’min kimselerdi. Bundan dolayı, onun kendilerine azgınlık ve inkar zorunu kullanmasından endişe edip-korktuk.”
(Kehf Suresi, 80)
Ayette çocuğun ailesinin mümin kimseler olduğu haber verilmektedir. Bu bilgi ile, o devirde de hak dinin olduğuna işaret edilmektedir.
Stalin döneminde açlığa terk edilmiş çocuklar. |
Hz. Hızır’ın çocuğun canını almasıyla ilgili ayetler incelenirken vurgulanması gereken bir diğer konu ise çocuğun ölümünün Allah’ın bir takdiri olduğudur. O çocuğun ölümünü Allah kaderinde yer ve zaman olarak yazmıştır. Allah “Sizi çamurdan yaratan, sonra bir ecel belirleyen O’dur. Adı konulmuş ecel, O’nun Katındadır.” (Enam Suresi, 2) ayetiyle insanlara bu gerçeği hatırlatmaktadır. Kuran’da bildirildiği gibi her insanın canını melekler alır. Allah, Enfal Suresi’nde bu gerçeği şu şekilde bildirir:
Melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vurarak: “Yakıcı azabı tadın” diye o inkar edenlerin canlarını alırken görmelisin. (Enfal Suresi, 50)
Ancak meleklerin canı alması da bir sebeptir, gerçekte ise canı alan ancak Allah’tır. Kuran’da bu konuyla ilgili Hz. İbrahim’in samimi duası şöyle örnek verilmiştir:
“Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O’dur;”
“Bana yediren ve içiren O’dur;”
“Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur;”
“Beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O’dur,”
“Din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O’dur;”
“Rabbim, bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat.” (Şuara Suresi, 78-83)
Allah bu çocuğun canının alınmasını Hz. Hızır’ın eliyle takdir etmiştir. Ancak Hz. Hızır olmayıp, başka biri de bu ölüme bir vesile olabilirdi. Bir kaza sonucu, kalbinin durması nedeniyle ya da düşüp başını yaralayarak bir anda hayatını yitirebilirdi. Allah’ın “… Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler” (Nahl Suresi, 61) ayetiyle bildirdiği gibi bir kişinin eceli geldiği zaman, bu tarihi kimsenin engellemesi ya da öne alması mümkün değildir. Ayrıca bu olayda Allah, ölüm meleklerini görünmeyen sebep kılmış, görünen yüzünde ise, Hz. Hızır çocuğun canını alıyor gibi göstermiştir. Gerçekte ise Hz. Hızır vahiyle hareket eden bir insandır ve Allah’ın emrinin dışına kesinlikle çıkamaz. Allah dilemedikçe, kendi iradesiyle birşey yapması mümkün değildir. Allah bu çocuğun canını almak için onu vesile etmiştir.
Aynı durum Hz. Musa’nın canını aldığı kişi için de geçerlidir. Ayetlerde bu olay şu şekilde bildirilir:
(Musa) Halkının haberi olmadığı bir zamanda şehre girdi, orda kavga etmekte olan iki adam buldu; bu kendi taraftarlarından, şu da düşmanlarından. Derken taraftarlarından olan, düşmanlarından olana karşı ondan yardım istedi. Bunun üzerine ona bir yumruk attı ve işini bitirdi. (Sonra da:) “Bu şeytanın işindendir; o, gerçekten açıkca saptırıcı bir düşmandır” dedi. Dedi ki: “Rabbim, gerçekten, ben kendi nefsime zulmettim, artık beni bağışla.” Böylece (Allah) onu bağışladı. Şüphesiz. O, bağışlayandır, esirgeyendir. (Kasas Suresi, 15-16)
Bu tren kazasında ölen insanlar da kazadan birkaç dakika öncesine kadar ölüm kelimesini akıllarına dahi getirmemiş olabilirler. |
Hz. Musa yardım etmek için kavga eden iki kişinin arasına girmiş, ancak istemediği bir olay gerçekleşmiş ve bir kişinin canını almıştır. Ancak burada da Hz. Musa’nın sadece bir vesile olduğunu unutmamak gerekir. Görünüşte o adam Hz. Musa’nın attığı yumruk ile hayatını yitirmiştir. Ama Hz. Musa yalnızca görünürdeki sebeptir. Allah bu kişinin canını almak için Hz. Musa’yı vesile etmiştir. Görünmezdeki vesileler ise yine ölüm melekleridir. Allah ayetlerinde onların canı almakla sorumlu olduklarını bildirmektedir. Asıl canı alan ise Allah’tır.
İnsan ne kadar direnirse dirensin, nereye sığınırsa sığınsın, nereye kaçarsa kaçsın, aslında farkında olmadan her an kendi ölümüne doğru ilerler. Allah, “Evlerinizde olsaydınız da üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar, yine devrilecekleri yerlere gidecekti. (Bunu) Allah, sinelerinizdekini denemek ve kalplerinizde olanı arındırmak için (yaptı). Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir.” (Al-i İmran Suresi, 154) ayetiyle hiçbir insanın ölümden kaçamayacağını hatırlatmaktadır.
İnsanın önünde başka bir tercih veya çıkış yolu yoktur. Eceli geldiğinde ne yöne dönerse dönsün, nereye kaçarsa kaçsın ölüm melekleriyle mutlaka karşılaşacaktır. Kaderde belirlenmiş bir anda ve yerde ölüm onu mutlaka yakalayacaktır. Kuran’da, bu sır şöyle haber verilir:
De ki: “Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)’a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir.” (Cuma Suresi, 8)
Her nerede olursanız ölüm sizi bulur. Yüksekçe tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile… (Nisa Suresi, 78)
Hz. Hızır ise ileride inkarcılardan olacağına dair kesin bilgiye sahip olduğu bir çocuğu, Allah’ın emriyle öldürmektedir. O çocuğun hem ailesine ve çevresine zulmetmesini engellemek, hem de günahlara boğulmasına mani olmak istemektedir. Bunun için önceden tedbir almaktadır.
ADNAN OKTAR: Ahir zamanda yoksulluğun artacağı, zorbalığın da olacağına işaret var. Yani dikta yönetimlerin olacağına işaret ediyor. “Çocuğa gelince, onun anne ve babası mü’min kimselerdi. Bundan dolayı, onun kendilerine azgınlık ve inkar zorunu kullanmasından endişe edip-korktuk.” (Kehf Suresi, 80). “Kendilerine azgınlık ve inkar zorunu.”
…
O şüpheyi kim söylüyor? Allah söylüyor. O zaman şüphe değil, gerçek. Tehlike, gerçekten tehlike. Ve öldürülmesi gerekiyor, Allah, Hz. Hızır (as) kanalıyla öldürüyor. “Böylece, onlara Rablerinin ondan temiz olmak bakımından daha hayırlısı, merhamet bakımından da daha yakın olanını vermesini diledik. (Kehf Suresi, 81).” Cenab-ı Allah çocuğu öldürtüyor ama yerine de efendi, dindar, merhametli, temiz, dine yakın olan birini onlara nasip ediyor Cenab-ı Allah. Yani Hz. Hızır (as) mağduriyet de meydana getiriyor bir şey yapıp, mesela gemiyi tahrip ediyor ama adamları kurtarmış oluyor. Çocuğu öldürüyor ama Allah daha hayırlısını o aileye veriyor. “Duvar ise, şehirde iki öksüz çocuğundu” yani dul kadının çocuklarıydı, iki tane, “altında onlara ait bir define vardı”. İşte bu da masonların define sandığına, yani dul kesesine, ona işaret ediyor. “Babaları salih biriydi. Rabbin diledi ki, onlar erginlik çağına erişsinler ve kendi definelerini çıkarsınlar.” Define, erginlik çağına erişmek, olgunluk, taş ustalığı, taşın yontulması, salih insan, iki yetim. Dul bir kadının çocuğu bunlar, iki tane. Diyor ki; “… (bu,) Rabbinden bir rahmettir.” “Rahmet olarak yaptı Cenab-ı Allah bunları” diyor. “Bunları ben, kendi işim (özel görüşüm) olarak yapmadım.” Yani “Kendi kanaatim değil hepsini vahiyle yaptım” diyor. “İşte, senin sabır göstermeye güç yetiremediğin şeylerin yorumu”. (Kehf Suresi, 82) (A9 TV, 10 Nisan 2015)