(Sonra gelen kuşaklar) Diyecekler ki: “Üç’tüler, onların dördüncüsü köpekleridir.” Ve: “Beştiler, onların altıncısı köpekleridir” diyecekler. (Bu,) Bilinmeyene (gayba) taş atmaktır. “Yedidirler, onların sekizincisi köpekleridir” diyecekler. De ki: “Rabbim, onların sayısını daha iyi bilir, onları pek az (insan) dışında kimse bilemez.” Öyleyse onlar konusunda açıkta olan bir tartışmadan başka tartışma ve onlar hakkında bunlardan hiç kimseye bir şey sorma.
(Kehf Suresi, 22)
Bu ayette Kehf Ehli’nin kaç kişi oldukları hakkında zanla tahminlerde bulunan insanların durumundan bahsedilmektedir. Oysa ayette bu sayıyı sadece gaybın tek sahibi olan Rabbimiz’in bildiği ve bu bilgiyi de ancak az sayıdaki kullarına bildirdiği ifade edilmektedir.
Ayetin devamında, bilinmeyen bir konu üzerinde tartışmanın, sürekli yeni fikirler getirmenin, tahminlerde bulunmanın doğru olmadığı da bildirilmektedir. Böyle bir tartışma ayette, “bilinmeyene-gayba taş atma” olarak ifade edilmektedir. Aynı ifade başka ayetlerde de bulunmaktadır. Örneğin Sebe Suresi’nde insanların bu özellikleri şu şekilde tarif edilir:
… “Biz O’na iman ettik” derler; ancak onlara uzak bir yerden (ahiretten imana) el uzatmak nerede? Oysa daha önce onu inkar etmişlerdi; onlar uzak bir yerden gayba atıp tutuyorlardı (dil uzatıyorlardı). (Şimdi) Kendileriyle istek duydukları şeyler arasında perde çekilmiştir; daha önce benzerlerine yapıldığı gibi. Çünkü onlar, kuşku verici bir tereddüt içinde idiler. (Sebe Suresi, 52-54)
Allah’ın beğenmediği bu ahlaktan her Müslüman uzak durmalı, bu gibi tartışmalardan, bilmediği konular üzerinde fikir yürütmekten şiddetle kaçınmalıdır. Böyle bir durumda yapılması gereken şey “En doğrusunu Allah bilir” deyip, muteber olmayan sözlere kıymet vermemektir. Müslümanların bu tarz durumlarda verdikleri cevap, “… Sen bende olanı bilirsin, ama ben Sen’de olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sen’sin Sen…” (Maide Suresi, 116) ayetindeki gibi olmalıdır. Çünkü Kuran’ın birçok ayetinde gaybı sadece Allah’ın bildiği haber verilmektedir. Örneğin bir ayette şöyle buyrulur:
Gaybın anahtarları O’nun Katındadır, O’ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve her şey) apaçık bir kitaptadır. (Enam Suresi, 59)
Ayetteki gibi tartışmaların yapıldığı durumlarda insanların, üzerinde fikir yürüttükleri konulardaki tek dayanakları halktan gelen ifadeler olur. Sokaktan gelen uydurma rivayetlere, konu hakkında bilgi sahibi olmayan bir kişinin söylediği bir söze, bir başkasının yaptığı bir yoruma dayanan bu tartışmaların doğru bir sonuca ulaşmayacağı ise açıktır. İnsan “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalb, bunların hepsi ondan sorumludur” (İsra Suresi, 36) ayetiyle de bildirildiği gibi bilmediği konular hakkında etraftan duyduğu dayanaksız açıklamalara kapılmamalıdır.
Ayette geçen “onları pek az (insan) dışında kimse bilemez” ifadesiyle de Allah, derin bilgiye sahip çok az sayıda kişinin, bu sayıyı bilebileceğine işaret etmektedir. Örneğin bu kişi, kitabın ilerleyen bölümlerinde mucizevi özelliklerini detaylı olarak inceleyeceğimiz Hz. Hızır olabilir. Bunun yanısıra Hz. Hızır’ın eğitiminden geçmiş ve ona tabi olmuş talebelerinin de, Allah’ın dilemesi ve bildirmesiyle bu bilgiye sahip olması mümkündür. Nitekim Kuran’da Allah’ın vahyetmesiyle elçilerin gaybdan yana bazı bilgilere sahip oldukları bildirilmektedir:
O, gaybı bilendir. Kendi gaybını (görülmez bilgi hazinesini) kimseye açık tutmaz. Ancak elçileri (peygamberleri) içinde razı olduğu (seçtikleri kimseler) başka. Çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyici (gözetleyici)ler dizer. (Cin Suresi, 26-27)
Allah Peygamberimiz (sav)’e de gaybdan bazı bilgiler vahyetmiş, sonra ona şu şekilde seslenmiştir:
Bu, sana (ey Muhammed) vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar, o hileli-düzeni kurarlarken, yapacakları işe topluca karar verdikleri zaman sen yanlarında değildin. (Yusuf Suresi, 102)
Hz. Nuh’a ise Allah, gelecekte yaşayacağı bazı olayları şu şekilde bildirmektedir:
“Ey Nuh” denildi. “Sana ve seninle birlikte olan ümmetler üzerine Bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in. (Sizden türeyecek diğer kafir) Ümmetleri de yararlandıracağız, sonra onlara Bizden acı bir azab dokunacaktır.” Bunlar: Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bunları sen ve kavmin bundan önce bilmiyordun. Şu halde sabret. Şüphesiz (güzel olan) sonuç takva sahiplerinindir. (Hud Suresi, 48-49)
Ayetin devamında geçen “… açıkta olan bir tartışmadan başka tartışma” ifadesi ise Kuran’a uygun tartışmaya işaret etmektedir. Müminler, bir konu üzerinde tartışırken Kuran’a uygun delil getirmeye önem vermelidirler. Dini inkar edenler tam tersi bir tutum içindedirler. Onların tek amacı tartışma çıkarmak, bu vesileyle dine ve inananlara karşı düşmanca tavırlarını ortaya koymaktır. Nitekim Allah Kuran’da bazı insanların “yalnızca bir tartışma-konusu olsun diye” (Zuhruf Suresi, 58) inkarcı örnekler verdiklerine dikkat çekmektedir. Bunun nedeninin de “tartışmacı ve düşman” bir kavim olmaları olduğunu vurgulamaktadır. Bu nedenle Kuran ahlakını yaşayan insanların tüm bunlardan kaçınmaları ve Allah’ın hoşnut olacağı şekilde davranmaları gerekir. Allah iman edenlerin inkarcılarla konuşurken nasıl bir üslup kullanmaları gerektiğini şu örnekle bildirmektedir:
Şu halde, sen bundan dolayı davet et ve emrolunduğun gibi doğru bir istikamet tuttur. Onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Ve de ki: Allah’ın indirdiği her kitaba inandım. Aranızda adaletli davranmakla emrolundum. Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bizim, sizin amelleriniz sizindir. Bizimle aranızda ‘deliller getirerek tartışma (ya, huccete gerek)’ yoktur. Allah bizi biraraya getirip-toplayacaktır. Dönüş O’nadır.” (Şura Suresi, 15)
Kehf Suresi’nin 22. ayetinin sonunda geçen “onlar hakkında bunlardan hiç kimseye bir şey sorma” şeklindeki ifade ise iman edenlerin vahiyle bildirilenlerin dışında hiçbir bilgiye rağbet etmemeleri gerektiğini ifade etmektedir. Çünkü gaybı bilen Allah’tır. İnsanların kendi bilgilerine, zanlarına ve yorumlarına dayanarak ortaya attıkları yanlış rivayetlerin müminler nezdinde hiçbir kıymeti yoktur. Dolayısıyla kaynağı belli olmayan, ağızdan ağıza dolaşarak gelen, kulaktan dolma aktarılan, uydurma rivayetlere, haberlere önem vermemeyi Allah bu ayetle yasaklamaktadır.