Münafığın Müslümanları rahatsız edebilmek için ortaya attığı yalanlardan biri de, sözde ‘sevgi peşinde olduğu iddiası’ dır. Öncelikle şu çok açık bir gerçektir ki, Allah sevgisini bilmeyen hiçbir insan, gerçek, kalıcı ve samimi bir sevgi yaşayamaz. Bu nedenle ‘sevmek ve sevilmek’ münafığın ‘hiç bilmediği ve asla yaşayamayacağı’ duygulardır. Allah’a sevgisi olmayan münafığın, herhangi bir insanı içten bir duyguyla sevebilmesi asla mümkün değildir. Gösterdiği, sinsi ve sahtekar, çirkef, kavgacı, saldırgan, züppe, sevgisiz ve küstah ahlakıyla, insanların da onu gerçek anlamda sevebilmesi mümkün değildir. Ve münafık da zekasıyla içten içe bu gerçeği görebilmektedir. Bunun huzursuzluğu ve mutsuzluğu münafığın tüm hayatına hakim olur.
Sevgisizlik dolayısıyla yaşadığı tüm bu sıkıntıya rağmen, münafık yine de ‘sevgi’ peşinde değildir. Onun için hayatta ‘önemli olan şey sevgi değil, menfaatler’dir. Münafık, asla sevgi gibi, kendisine çıkar sağlamayacağını düşündüğü bir konunun peşinden koşmaz. Enerjisini, vaktini, oyunlarını böyle soyut birşey elde edebilmek için harcamaz. Münafık, karşısındaki insanın kendisine ne sağlayabileceğine bakar. Eğer bir yerde para, güç, itibar, çevre, popülarite, makam mevki gibi çıkarlar varsa, işte münafık o zaman bunları elde etmek için görülmemiş bir emek verir. Ama samimi sevgi için kılını bile kıpırdatmaz.
Ancak buna rağmen, Müslümanlara oyun oynayabilmek için gerçek amacının ‘sadece sevgi olduğunu’ söyler. Bu oyundaki rolünü de çok iyi oynar. Çünkü bu iddia, ona Müslümanlara karşı ardı arkası kesilmeyecek bir ‘eylem zenginliği’ kazandıracaktır. ‘Huzursuzluk, fitne ve kargaşa çıkarmak, Müslümanlara rahatsızlık vermek, onların vakitlerini ve enerjilerini tüketmek, onları yorup İslam için faaliyet yapamayacak hale getirmek’ için ‘sevgi iddiası’ nda bulunmak, münafığa göre mükemmel bir ‘tuzak ‘tır. Böylece münafık, aklı başında, güzel ahlaklı ve imanlı olmalarıyla dikkat çeken Müslümanlara kendince‘sevgi adı altında’ rahatsızlık verecektir. Sürekli suçlayıp, kötüleyerek kendince onların itibarını yok edecek ve bunun yerine kendi büyüklüğünü vurgulayabilecektir. Konu sadece, münafığın bu başarılı, güzel ahlaklı Müslümanların ‘gölgesinde’ kalmış olmasıdır. Onun tüm sıkıntısı, en üstün, en dikkati çeken, en sükseli, en başarılı, en mükemmel insanın kendisi olduğu imajını verememesinden kaynaklanır.
Allah Kuran’da, sevgiyi alçakça bir amaçla, bir saldırganlık ve ahlaksızlık unsuru olarak kullanmak isteyen münafıkların bu yöntemine dikkat çekmiştir. Kuran’da yer alan ‘Habil ve Kabil kıssası’ nda, münafıkların sevgi iddiasıyla nasıl bir fitneye ve sapkınlığa sürüklendikleri açıkça görülmektedir.
Bu kıssada anlatılan olaylara göre, Hz. Adem (as)’ın iki oğlu da Allah’a birer kurban sunmuşlardır. Birininki kabul edilmiş, diğerininki ise kabul edilmemiştir. Tarihi kaynaklara göre Hz. Adem (as)’ın oğullarından Kabil, kendisinin sunduğu kurban kabul edilmeyince kıskançlığa kapılmış ve ‘Allah’ın diğer kardeşini daha çok sevdiğini düşünmüştür’. (Allah’ı tenzih ederiz) -Haşa- Allah’a karşı kinlenmiş ve bu yüzden de ‘kardeşini şehit etmiştir’.
Habil-Kabil kıssasındaki olay münafık zihniyetin azgınlığını bize açıkça göstermektedir. Kabil, ‘Allah’ın kendisini sevmesini istediği için değil’, sırf ‘gurur, kibir ve enaniyetini tatmin etmek için’ kardeşini şehit etmiştir. Azgınlığının nedeni sevgi isteği değil; rekabet duygusu ve daha üstün olma isteğidir.
Açıktır ki münafıklar sevgiyi bahane ederek her türlü alçaklığı yapmaya hazırdırlar. Gerektiğinde hiç çekinmeden saldırganlaşabilir, hatta cinayet bile işleyebilirler. Ancak Allah’ın bir nimet olarak yarattığı bu kutsal ve güzel duyguyu, adilikleri ve şeytani faaliyetlerini sürdürmek için bir kılıf gibi kullanan münafıklar, bu yöntemleriyle asla başarılı olamayacaklardır. Yaptıkları her alçaklık, her kalleşlik ve sahtekarlık, onlara dünyada ve ahirette mutlaka azap olarak geri dönecektir.
ADNAN OKTAR: “Münafıklar, sevgiyi alçakça pis emelleri için kullanırlar. Sevgiye ihtiyaçları olduğundan değil de sevgiyi bir fitne, saldırganlık ve ahlaksızlık unsuru olarak kullanırlar. Mesela Habil ve Kabil kıssasında da, Allah diğer kardeşini daha çok seviyor diye, bak -haşa- Allah’a kinleniyor ve o yüzden kardeşini öldürüyor. Bak nefreti görüyor musun? Sevgiyi nasıl kıskanıyor ve nasıl alçakça yaklaşıyor? Habil-Kabil kıssasında bu açıkça anlatılıyor.
Mesela Hz. Yusuf (as)’ı da şehit etmeye kalktıklarında “Babamız” diyorlar “kardeşimizi bizden daha çok seviyor”. Bunlar sevgiye ihtiyaç duyduklarından değil, rekabet duygusundan, büyüklük hissinden. Çünkü babaları onları daha az sevdiğinde, kendilerini daha küçük hissediyorlar. Kardeşini daha çok sevip, onları az sevdiğinde, onu daha büyük konumda, kendilerini de daha küçük konumda görmüş oluyorlar. Bu da enaniyet ve azgınlıklarını artırdığı için, onun öfkesiyle kardeşlerini öldürmeye kalkıyorlar.Münafıkların en çok üstünde durdukları konulardan biri de budur; saldırganlıklarında kullandıkları, ‘yeterince kendilerinin sevilmedikleri dolayısıyla değerlerinin bilinmediği’ iddiası. Bunu kullanarak saldırganlaşırlar. Bak, Habil-Kabil kıssasında, diğer kardeşini daha çok seviyor diye adam cinayet işliyor. Münafıklığın azgınlığına bak. -Haşa- Allah’a kininden, “Beni niye daha çok sevmiyorsun?” diyor. Ama Allah’ın onu sevmesini istediğinden değil, sırf gurur, kibir için, enaniyet için.Sevgi isteğinden değildir münafıkların bu kıskançlıkları. O rekabet duygusundan kaynaklanıyor, daha üstün olma duygusundan. Yoksa sevilmek istediğinden değil.
Habil-Kabil kıssasında da yine o alçağın kardeşini şehit etmesinin nedeni, sevgiyi bahane etmesi. Sevgiyi bahane ederek her türlü alçaklığı yapar münafıklar, her türlü saldırganlığı yaparlar. Her türlü adiliği, bu kutsal, güzel duyguya bağlayarak yaparlar. Asıl azgınlıklarının kökenindeki malzemeleri budur. Onlar için sadece bir malzemedir bu, sevgi bir materyaldir. Yoksa sevginin hiçbir anlamı yoktur onlar için.” (A9 TV, 23 Ocak 2016)