Müslümanlar yaptıkları güzel hizmetler ve hayırlı işler için harcadıkları çabalar ile yalnızca Allah’ın rızasını ve sevgisini kazanabilmeyi umarlar. Bunun dışında insanlardan herhangi bir takdir ve karşılık beklemezler. Amaçları İslam’ı, Müslümanları güçlendirmek, Kuran ahlakını insanlara anlatarak dünyada huzur ve barışı hakim kılmaktır.
Münafıklar ise bunların hiçbirini önemli görmez ve bu yüzden de bu yönde hiçbir çaba göstermezler. Ancak bunlar her ne kadar münafığın hedeflerinin tamamen zıttı da olsa, Müslümanların elde ettikleri başarılar münafığı çok kıskandırır. Çünkü münafık için ‘her konuda herkesten üstün olduğunu vurgulayabilmek’ çok hayati bir konudur. Aksi bir durumla karşılaşmak münafığı adeta deliye döndürür. Kıskançlıktan, ‘o imajı mutlaka ortadan kaldırmak; o başarılı görünen kimselerin başarısına gölge düşürüp onları yeteneksiz, akılsız ve bilgisiz insanlar gibi göstermek’ ister. Bununla birlikte, o konuda ‘asıl kendisinin ne kadar mükemmel bir bilgi birikimine ve yeteneğe sahip olduğunu’ vurgular. Ve aslında İslam’a ve Müslümanlara fayda verecek hiçbir hizmete katkıda bulunmak istemediği halde, aynı görevin kendisine verilmesi için her yolu dener. Bunun için gerekirse yalan, iftira, çirkeflik, huysuzluk gibi her türlü çirkin yöntemi de uygulayarak, başarılarıyla ön plana çıkan kimseleri kendince önemsiz gösterip küçük düşürecek bir eyleme başlar.
Amacı asla Allah’ın rızasını kazanmak ya da İslam için faydalı birşey yapmak değildir. Tek istediği büyüklüğünü ispatlayabilmektir. Başarılı Müslümanlardan daha fazlasını ve daha iyisini yapabilmelidir ki, onları geçebilsin ve onlardan daha büyük ve daha üstün olduğunu herkese gösterebilsin. Aynı zamanda da kendisini ‘çok işe yarayan, çok hayati faaliyetler yapan, çok özel ve eşsiz bir insan’ konumuna getirebilsin.
Müslümanlar kendi aralarında yapılan hangi faaliyetlerden dolayı memnun oluyor ve bu konuda kimleri takdir ediyorlarsa, münafık şeytanın ilhamıyla hemen o kişilere musallat olur. Özellikle de o sırada ‘en çok gündemde olan ve en önemli görülen faaliyetleri yapan kişileri yermek’ ve ‘onlardan daha iyi olduğunu vurgulayabilmek’ münafık için çok önemlidir.
Örneğin eğer bir kişi çok güzel bir yazı yazmış ve bu da İslam’ın tebliği açısından çok etkili olmuşsa, münafık hemen bir şekilde o yazıyı eleştirmenin yollarını arar. Bir başkası bir yerde güzel bir dekorasyon yapmışsa, hemen bunun ne kadar demode ve kötü olduğunu vurgulayacak bir üslup kullanır. Diğer bir kişi, güzel bir video hazırlamış ve bunda en son teknolojileri ve en kaliteli görüntüleri kullanmıştır. Münafık hemen burada da kendince üstten bakan, beğenmeyen ve küçük gören bir üslupla, bunların aslında çok bilinen, çok eski teknikler ve sıradan görüntüler olduğunu söyler. Ardından da, o şeytani ama çok zayıf olan aklıyla çirkin oyunlarının ikinci aşamasına geçer. Sürekli eleştirip, kınayıp, eksik ve kusur bulduğu bu çalışmaları, kendisinin herkesten çok daha iyi bildiğini ve en mükemmel tekniklerle çok daha etkili bir şekilde yapabileceğini anlatmaya başlar. Bunlar gibi yapılacak yeni bir faaliyet söz konusu olduğunda da, münafık hemen ortaya atlayıp o işle kendisinin ilgilenmek istediğini söyler. Örneğin bir su kuyusu açılacaktır, münafık hemen öne atılır ve “Ben yapayım bunu” der. Böylece kendisine ‘bir işe yarıyor havası’ vermiş olacak ve zaten başarılı olacağı bilinen bir işi üstlenerek ‘o başarının mimarı’ konumuna gelmiş olacaktır.
Ancak elbette ki münafığın niyeti asla böyle birşey için emek vermek, buna vakit ayırmak, Müslümanları ve İslam’ı güçlendirecek herhangi birşey yapmak değildir. Amacı sadece çirkeflik yaparak, huzursuzluk çıkararak, yaygaralar kopararak kendini insanlara üstün göstermeye çalışmaktır. Nitekim kendisine, “Peki o zaman, madem sen herkesten çok daha iyisin, öyleyse al bunu da sen yap” denildiğinde, o konuda en ufak bir çaba bile harcamadığı ve asla istenilen sonuca ulaşmadığı görülür. Çünkü artık kendince istediği olmuş durumdadır. Herkesin duyacağı bileceği şekilde, “Falanca şahıs bu konuda en bilgili, en yetenekli kişi. Bu yüzden bu görevi ona verdik.” diye söylenmiş olacak, o da kendince üstünlüğünü ispatlamış olacaktır. Sadece bu sözle bile istediği itibarı kazanmış ve o başarılı insanlarla karşılaştığında, onlara karşı kullanabileceği bir koz elde etmiş olacaktır.
İşte münafığın her oyunu gibi, bu planı da oldukça ‘kof ve akılsızcadır’. Müslümanların, ortada samimi bir çaba ve hayırlı bir çalışma olmaksızın, tek bir söz ile bir kimse hakkında bir kanaat edinmeyecekleri açıktır. Ama münafık, böyle bir durumda Müslümanların da ‘onu gözlerinde büyüteceklerini ve çok etkileneceklerini’ sanır. Büyüklük ve gösteriş hırsıyla, kendi akılsızlığını dahi göremeyecek kadar kör hale gelmiştir.
Tüm kainatı ve içindeki her şeyi yaratan, gücün tek ve sonsuz sahibi olan yalnızca Yüce Allah’tır; O’nun dışındaki tüm varlıklar ise O’na muhtaç ve acizdir. Dolayısıyla da münafık ne kadar debelenirse debelensin, asla arzuladığı gibi bir büyüklüğe ulaşamayacaktır. Tarih boyunca her devirde Firavunlar, Nemrutlar hep bu büyüklük hırsıyla yanıp tutuşmuşlardır. Ancak hiçbiri istediğine ulaşamamıştır. Her biri, elde ettiği maddi manevi her şeyi geride bırakarak Allah’ın huzuruna çıkarılmak üzere ahirete alınmıştır. İşte münafığın, asla gerçeğe dönüşmeyen bu ‘delice büyüklük hırsı’ Kuran’da şöyle haber verilmiştir:
Şüphesiz, kendilerine gelmiş bulunan hiçbir delil olmaksızın, Allah’ın ayetleri konusunda mücadele edenlere gelince; onların göğüslerinde kendisine ulaşamayacakları bir büyüklük (isteğin)den başkası yoktur. Artık sen Allah’a sığın. Şüphesiz O hakkıyla işiten, hakkıyla görendir. (Mümin Suresi, 56)
Burcun üstündeki adamlar, kendilerini yüzlerinden tanıdıkları (ileri gelen birtakım) adamlara seslenerek derler ki: “Ne (güç ve servet) toplamış olmanız, ne büyüklük taslamanız (istikbarınız) size bir yarar sağlamadı.” (Araf Suresi, 48)