Münafık tüm hayatını, imkanlarını ve enerjisini Müslümanlara karşı sinsice bir mücadele yürütmeye adamıştır. Dolayısıyla bu hedefine darbe vuracak, emeklerini boşa çıkaracak bir konuma gelmeyi asla istemez. Müslümanlara karşı mücadele yolunda bütün ömrünü vermişken, onları güçlendirecek, dine ve Müslümanlara fayda sağlayacak bir çalışmanın içinde olmayı asla kabul etmez.
Bu nedenle de İslam’a ve Müslümanlara zerre kadar bir faydasının olmasını istemez. Müslümanları başarılı kılacak, onlara yardım sağlayacak, işlerini kolaylaştıracak herhangi bir faaliyete destek vermemek için elinden gelen her türlü sahtekarlığı yapar. İşte münafığın bu amaçla uyguladığı sinsi yöntemlerinden biri de, kendisini ‘beceriksiz ve yeteneksiz’ biri gibi tanıtmasıdır.
Tarih boyunca yaşamış tüm münafıklar bu şeytani bahaneyi kullanmış ve bir yandan kendilerini Müslüman gibi tanıtmaya çalışırken, bir yandan da İslam’a ve Müslümanlara hizmet etmemek için her türlü oyuna başvurmuşlardır. Kuran’da Peygamberimiz (sav) dönemindeki münafıkların, bu konudaki samimiyetsiz tavır ve konuşmalarına pek çok örnek verilmiştir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
İki topluluğun karşı karşıya geldiği gün, size isabet eden ancak Allah’ın izniyle idi. (Bu, Allah’ın) müminleri ayırt etmesi; Münafıklık yapanları da belirtmesi içindi. Onlara: “Gelin, Allah’ın yolunda savaşın ya da savunma yapın” denildiğinde, “Biz savaşmayı bilseydik elbette sizi izlerdik” dediler. O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir. (Al-i İmran Suresi, 166-167)
Peygamberimiz (sav) döneminde münafıklar İslam’a hiçbir şekilde hizmet etmek istemiyor, Müslümanlara en küçük bir konuda dahi yardımcı olmamaya çalışıyorlardı. Makul gibi görünen çeşitli bahaneler öne sürerek, sahtekarlıkla bu durumlarını gizliyorlardı. İşte Peygamberimiz (sav) ile birlikte savaşa katılmaları söz konusu olduğunda, münafıklar bu sinsi taktiklerini uygulamaya çalıştılar. Ancak akılsızlıklarını, samimiyetsizliklerini ve münafık karakterli olduklarını, yaptıkları ‘bozuk konuşmalarla’ ele verdiler.
O dönemin savaşa katılmaktan kaçmak isteyen münafıkları, Peygamberimiz (sav) kendilerini Müslümanlara destek vermek üzere çağırdığında, “Biz savaşmayı bilseydik elbette sizi izlerdik” dediler. Münafıklar böyle bir söz söyleyerek, kendilerini ‘beceriksiz, yeteneksiz, savaşmayı bilmeyen, dolayısıyla da onlara hiçbir fayda veremeyecek’ kimseler olarak göstermeye çalışıyorlardı. Oysaki bu, tümüyle yalandı. Sadece İslam’a hizmet etmek istemiyorlardı.
Eğer söz konusu olan inkarcı dostları olsaydı münafıklar onlardan gelen her türlü çağrıya koşarak icabet eder ve en hayati risk içeren görevleri bile şevkle yerine getirirlerdi. Onlardan elde etmeyi umdukları çıkarlar için her zorluğu göze alırlardı. Ama Müslümanlara destek vermek gerektiğinde, kendilerini‘dünyanın en beceriksiz, en bilgisiz ve en yeteneksiz insanlarıymış gibi’ göstermeye çalışıyorlardı.
Peygamberimiz (sav)’in dönemindeki münafıklar, Resulullah (sav) ile birlikte savaşa gitmemek için daha pek çok bahane öne sürmüşlerdi. Kimi at sürmeyi bilmiyormuş, kimi kılıcı kaldıracak gücü yokmuş, kimi sağlık durumu savaşa çıkmaya müsait değilmiş gibi yaparak geride kalmaya çalışmıştı. Ancak Allah Kuran’da, onların bu bahanelerinin ‘yalan olduğunu’ belirtmiş ve münafıkların ‘savaştan geri kalmak için oynadıkları şeytani oyunu’ deşifre etmiştir. Böylece Allah münafıkların bu sinsi taktiği konusunda her dönemde yaşayacak olan Müslümanları uyarmıştır.
Nitekim günümüz münafıklarının da en önemli alametlerinden biri, ‘Müslümanların fikri mücadelesine destek vermemek için bin bir türlü bahaneyle geride kalmaya çalışmaları’ dır. Ancak elbette ki münafık şeytani zekaya sahip ve kurnaz bir varlıktır. Bu nedenle yapmak istemediği birşey olduğunda, o konu için doğrudan “Hayır, ben bunu yapmam” demez. Mutlaka ‘sahte ama aksi ispat edilmesi zor’ bir bahane öne sürerek “Ben bunu şu sebeplerle yapamıyorum” der. Bunu söylerken de, aşama aşama, ince ince planladığı oyununu uygulamaya başlar. Kendisine, Müslümanlara fayda verecek bir çalışma teklif edildiğinde, buna hemen itiraz etmez. Önce teklif edilen çalışmayı büyük bir sevinç gösterisi ve sahte bir neşe ile kabul eder. Sonra bu çalışmayı çok uzun bir zamana yayarak Müslümanlara unutturmaya çalışır. Ama o süre içerisinde de, o konuda hiçbir hazırlık yapmaz. Sonra aradan zaman geçip de, kendisine o çalışmanın durumu sorulduğunda, “Hiç vaktim olmadı, pek bir şey yapamadım” gibi umursuzca bir açıklama yaparak konuyu geçiştirir. Bu süreç zarfında Müslümanları aldatmış, o çalışmanın bitmiş olması gerektiğini düşündükleri bir vakitte, onları son anda zor durumda bırakacak şekilde, hiçbir şey yapmadığını söylemiştir.
İşte bu münafığın kendini beceriksiz göstermek için oynadığı oyunlardan sadece biridir. Bunlar gibi, daha çok fazla yalanı vardır. Örneğin yazılı bir çalışma yapması istenirse, “Yardımcı olmayı çok istediğini ama, yazı yazma kabiliyetinin olmadığını” söyler. İnternetten bir araştırma yapılması için bir talepte bulunulursa, “Araştırma yapabilme yeteneğinin olmadığını, hiçbir zaman bu konuda başarılı olamadığını” anlatır. Sözde yazı yazmayı bilmiyor, araştırma yapamıyordur. “O zaman resim konusunda yardımcı ol” denildiğinde de, “ Bilgisayarının çok sorun çıkardığını ve böyle çalışmaların bilgisayarını çok yavaşlattığını” iddia eder. Münafığın, bunun gibi tamamı yalan olan bahanelerinin ardı arkası kesilmez. Bahanelerinin her birine çözüm getirilir de, artık bir mazereti kalmazsa, işte o zaman, mecburen o çalışmayı yapmayı kabul etmek durumunda kalır. Ama açıktır ki, münafık yeni bir yalan daha bulacak ve yine yardım etmekten, Müslümanlara destek olmaktan kaçacaktır. Ya “Hastalandığı için çalışamadığını” söyleyecek ya da “Çok vakit ayırıp denediğini ama ortaya iyi bir sonuç çıkmadığını” anlatacaktır. Ya da hiç işe yaramayacak bir şeyler getirecek ve “Gayret ettiğini ancak aklının bu kadarına yettiğini”söyleyecektir. “Bütün gücünü kullandığını ancak bilgisinin yetersiz kaldığını” iddia edecektir. Dolayısıyla da yaptığı işin sonucu hiçbir zaman beklenilen başarıya ulaşmayacaktır.
Bazen de münafık kendisini sezdirmemek için az da olsa, faydalı bir şeyler yapmak zorunda kalır. İşte o zaman da münafık, yapacağı çalışmayı çok dikkatli seçer. İslam’a ciddi fayda getirecek olan bir faaliyetin içinde asla yer almak istemez. Kendisini hiç yormayacağı, Müslümanlara önemli bir destek sağlamayacak, İslam’ın yayılmasında hayati önem taşımayan konulara yönelir. Ancak bunu yaparken de, gösterdiği bu çok küçük çaba için bile, Müslümanlardan çok ciddi şekilde takdir görmek ister. Bu takdiri elde edebilmek için yaptığı işin her detayını en abartılı şekilde dile getirir. Amacı, isminin sürekli övgüyle anılmasını sağlamak ve böylece, kendince var olduğunu sandığı büyüklüğünü daha iyi vurgulayabilmektir. Oysaki ortada münafığın yaptığı elle tutulur hiçbir başarı yoktur.
Müslümanlar her gün sabahtan akşama kadar onlarca hayırlı faaliyet yaptıkları halde, amaçları insanların övgüsünü değil, yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak olduğu için, yaptıkları fedakarlıkları dile dahi getirmezler. Ama münafık sofradan kalkarken kendi kirli yemek tabağını mutfağa götürmesi ya da arkasında bıraktığı dağınıklığı toplaması gibi sıradan konular için bile mutlaka övgü bekler. Müslümanlar hem güzel ahlakları gereği hem de onu hayırlı işler yapmaya teşvik etmek amacıyla münafığın en küçük bir çabasına bile onlarca övgü sıralar. Bu şekilde enaniyet duygusu sürekli olarak okşanan münafık da, Allah rızasını için değil ama nefsinin hoş tutulması için ufak ufak bazı faydalı işler yapar. Böylece Müslümanlar da, akılcı bir tavırla münafığın İslam’a hizmet etmesini sağlamış olurlar Ama tabii ki münafık kendisini beceriksiz, yeteneksiz bir insan görünümüne sokarak geniş kapsamlı, hayati bir hizmet üstlenmekten mutlaka kaçınır.
Sonuçta da tüm bu tavırlarıyla Müslümanları yıldırmak, kendisinden uzak durmalarını sağlamak ve onları “Boş verelim o bir şey yapamaz, ondan bir şey istemeyelim” diyecekleri bir noktaya getirmek ister. Bir yazı yazması gerekse, en hikmetsiz anlatımlarla, en beceriksiz şekilde ve Müslümanların çalışmalarında kullanamayacağı bir üslupla yazar. Acil bitirilmesi gereken bir çalışmayı kendisine yeteneksiz görünümü vererek, olabilecek en uzun sürede ve en olmayacak şekilde teslim eder. Böylece kısa sürede netice elde edilmesi gereken işlerde, “O kısa sürede yapamıyor, ona vermek yerine başka birinden isteriz” dedirterek, o sorumluluktan da kendince kurtulmak ister. Bir konuşma yapması istense, düzgün konuşamıyormuş, aklına fazla bir şey gelmiyormuş gibi yapar. Bir yere gitmesi istense, bin bir türlü talepte bulunarak, sayısız sorun çıkartarak Müslümanları kendisini yolladıklarına pişman etmeye çalışır.
Oysa münafık kendi çıkarına uygun olan, inkar edenlerin gözüne gireceğini ve takdirini toplayacağını düşündüğü her konuda ‘akıl almaz bir beceri ve yetenek’ gösterir. Başka bir ifadeyle, kendisini küfre beğendirmesi söz konusu olduğunda, ‘münafığın içinden adeta başka bir insan çıkar’. O beceriksiz, düzgün cümle kuramayan, hızlı yazı yazamayan, konulara süratle adapte olamayan, verilen sorumlulukların altından kalkamayan insan gider; yerine daha cümle bitmeden ne denmek istediğini anlayan, aldığı sorumlulukları hızla yerine getiren, uyumadan, yemeden içmeden yapılması gereken her şeyi mükemmel bir düzgünlükte sonuçlandırabilen bambaşka bir insan gelir. Münafık haktan yana olan her konuda kendisini aciz ve yetersiz gösterirken, hainlik, kötülük ve sahtekarlık yapması gerektiğinde, kusursuz bir disiplin ve yetenek sergiler.
Küfrün ideolojisini destekleyen bir yazı yazması gerekse onu müthiş bir süratle anında bitirip teslim eder. Onlarla olan bağlantılarındaki konuşmaları son derece akıcı, hayret verecek şekilde ‘şevkli ve enerjik’ olur. Küfrün kirli hayatına adapte olma konusunda eksiksiz bir yetenek gösterir. Kısacası,Müslümanlara karşı ahmak ve tutuk bir tavır takınan münafık, küfürden çıkarı olduğu için onlara karşı çok yaman, dikkati açık, atak, zeki ve başarılı bir profil çizer. Küfre kendisini kabul ettirebilmek için hayvani bir gayret içine girer.
Ancak münafığın İslam’a hizmetten kaçtığı ve kendince uyanıklık yaptığı her an onun aleyhine olur. Yan yatıp keyfine bakarak, Müslümanların hizmetlerini uzaktan gözleyerek geçirdiği her gün, onun sağlığı, psikolojisi, ruhu, kalbi, vicdanı gittikçe kararıp bozulurken; geceli gündüzlü Allah için gayret eden Müslümanlar gün geçtikçe daha sağlıklı, daha huzurlu ve daha mutlu bir hayat yaşarlar.