Çevresindeki insanlara sükse ve gösteriş yapabilmek münafık için çok önemli bir konudur. Çünkü münafık sadece bu dünya için yaşar. Ve kendisi gibi dünyaya bağlanmış insanlar arasında ‘sükse ve gösteriş yapmak’, ‘çok değerli görülen’ ve ‘insanlara saygı duymada en etkili kabul edilen’ yöntemlerdir. Dolayısıyla küfre kendini beğendirme kaygısıyla yaşayan münafığın da, mutlaka uygulaması gerektiğine inandığı bir tavırdır. Allah Kuran’da, ‘insanlara gösteriş yapmanın’ münafıkların önemli bir özelliği olduğunu şöyle haber vermiştir:
Gerçek şu ki, münafıklar (sözde), Allah’ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı ancak çok az anarlar. (Nisa Suresi, 142)
Bir başka ayette ise Allah, “Ancak o, yalanlamış ve yüz çevirmişti. Sonra çalım satarak yakınlarına gitmişti.” (Kıyamet Suresi, 33) sözleriyle, ‘sükseyi imanda, Allah sevgisinde değil de, küfrün önem verdiği değerlerde arayan’ bu gibi insanların ahlakına dikkat çekmiştir.
Münafığın ahirete inancı ya çok zayıftır ya da hiç inanmıyordur. Dolayısıyla da onun için yaşayacağına inandığı ve önem verdiği tek bir hayat vardır, o da‘dünya hayatı’ dır. Kendisi gibi, sadece dünya hayatının var olduğuna inanan inkarcı insanlar, nasıl bu hayata şehvetle sarılmışlarsa, işte münafık da aynı‘tutku ve şehvetle hayata sarılmıştır’. Ve dünya hayatına dair her konuda kendine yol gösterici olarak da, küfürdeki, kendisiyle aynı görüşte olan insanları alır.
Müslümanlar dünya hayatındaki nimetleri Allah’ın kendilerine olan bir lütfu olarak görür ve şükrederler. Allah’ın helal kıldığı her nimet, Müslümanlara sevinç verir. Bu nimetlerle dünyayı cennet gibi güzel bir ortama çevirmek ve dünya şartlarında olabilecek en güzel hayatı yaşamak için çaba harcarlar. Ancak‘Müslümanların farkı, bunu hiçbir zaman hayatın asıl amacı haline getirmemeleri, hırs edinmemeleri ve bu nimetleri kendilerine veren Rabbimiz’e şükretmeyi unutmamaları’ dır. Nimetler, güzellikler olduğunda ne kadar güzel bir ahlak gösteriyorlarsa, bunların yokluğunda, sıkıntı ve zorluklar olduğunda da aynı şükredici ahlakı göstermeleridir. Ayrıca nimet sahibi olmak ya da olmamak onlar için bir üstünlük ya da eksiklik ölçüsü değildir. Allah Katında asıl üstünlük iman, takva ve güzel ahlakladır. Bu gerçeği bilen Müslümanlar da ne tavırlarıyla ne de dilleriyle sahip olduklarından ya da olmadıklarından dolayı farklı bir tavır içerisine girerler.
Küfürdeki insanlar ve münafıklar ise, dünya hayatının nimetlerini elde edebilmeyi hayatlarının ana amacı olarak görüp bunlardan en fazlasıyla yararlanabilmeyi hırs edinirler. Amaçlarına ulaşıp bu imkanları elde ettiklerinde ise, bunu başkalarına üstünlük taslamak, öne geçmek, onları ezip kendilerini yüceltebilmek için önemli bir fırsat olarak değerlendirirler.
Gerçekten de kendileriyle aynı küfri bakış açısına sahip olan insanlar arasında bu tavırları açık bir şekilde kabul görür. Aralarında ‘sessiz, şeytani bir dil’vardır. Aynı imkanlara sahip olmayan insanlar, onların sahip oldukları maddi manevi gücü gördüklerinde büyük bir ‘ezikliğe kapılırlar’. Daha fazlasına sahip olanlar ise onları ‘küçük görürler’. Aynı şartlarda olanlar ise sürekli bir ‘rekabet’ içerisinde birbirlerine karşı üstünlük elde etmeye çalışırlar.
İşte akılları küfürde kalmış olan münafıklar, bu bozuk ve cahili ahlaklarını Müslümanlar arasında da sürdürmeye çalışırlar. Bu cahili ölçülerin Müslümanları hiçbir şekilde etkilemeyeceğini akledemezler. Bu yüzden de küfürdeki insanları çok etkileyecek konuşma ve tavırlarıyla, Müslümanlar arasında kendilerini yüceltip üstün konuma getirebileceklerini sanırlar. Oysaki Müslümanlar üzerinde umduklarının tam tersine bir etki oluşur. Çünkü Müslümanlar bu tarz küfri ölçülerden değil, bir insanın takvasından, samimi imanından, derin aklından, güzel ahlakından, dürüst sevgisinden etkilenir ve bir kişiye ancak bunlardan dolayı saygı duyarlar. Küfri değerlere önem veren, bunlarla sükse yapmaya çalışan birini gördüklerinde de, tam tersine bu kişinin değerli bir insan olmadığı kanaatine varırlar.
Ancak bu gerçekleri düşünmeyen münafık, mümkün olan her fırsatta, kendini yücelteceğini düşündüğü şeyleri gündeme getirerek çevresindeki Müslümanlara sükse yapmaya çalışır. Yemek yenen bir ortamdalarsa, ‘yabancı bir ülkede, çok bilinen bir kafede nasıl özel bir yemek yediğini’ anlatır. Giyim kuşamdan bahsediliyorsa, ‘hangi ünlü modacıyı yakından tanıdığını ve özel koleksiyonlarını ne kadar detaylı olarak bildiğini’ dile getirir. Televizyonda yabancı bir şehrin görüntüsünü seyrederken, ‘kendisinin o ülkedeyken neler yaptığını’ anlatmaya başlar. Bunlar gibi konusu açılan hemen her konuda, ‘kimsenin gitmediği yerlere gidip, kimsenin yemediği yemekleri yediğini, kimsenin yaşamadığı kadar lüks bir hayat yaşayıp, kimsenin tanışamadığı insanlarla dostluğu olduğunu’ vurgular. Bunlardan bahsederken mümkün olduğunca ‘süslü, yabancı ve entel kelimeleri’, ‘yabancı dildeki aksanlarıyla’ kullanmaya dikkat eder.
Ancak tüm bunları anlatırken münafığın dikkat çeken çok önemli bir yönü daha vardır: Münafık ‘yüzünde hiçbir kızarma olmadan, hiç utanıp sıkılmadan çok rahat yalan söyleyebilir ve çok akıcı hikayeler yazabilir’. Çoğunlukla anlattığı hikayelerin hiçbir gerçekliği yoktur. Bazen de alakasız bir konuyu, tam zıttı bambaşka bir şeyle değiştirerek anlatır. Örneğin ‘tüm dünyayı gezdiğini; Amerika’da, İngiltere’de, Fransa’da çok lüks bir hayat yaşadığını, hangi lokantada hangi yemekleri yediğini, nerelerde gezdiğini’ anlatıp hava atmaya çalışır. Oysa aslında, gittiği her yerde aşağılanmış, günlerini en zor şartlarda kendine para, yiyecek ve kalacak yer bulmaya çalışarak geçirmiştir. Ama işte şeytani yeteneği sayesinde, tüm bunları hayali detaylar ve ahmakça yalanlarla değiştirerek, sanki hava atıp gösteriş yapabileceği sükseli olaylarmış gibi anlatır.
Münafığın bu sükse ve gösteriş merakı, oldukça keskin bir akla sahip olan Müslümanların elbette ki dikkatini çeker. Müslüman olmasıyla, Allah korkusuyla, güzel ahlakıyla, imanıyla değil de, küfrün önem verdiği ama aslında üstünlük açısından hiçbir önemi olmayan detaylarla sükse kazanmaya çalışması, münafığın küfre olan yatkınlığını ve hayranlığını açıkça ortaya koyar. Bunun sonucunda da Müslümanlar, aralarında yaşayan ama küfrü unutamamış bu insanlardaki ahlak ve tavır bozukluklarını görmüş olurlar.